"Benimle birlikte bunca tehlikeye göğüs germiş
Can dostumu
Benimle birlikte bunca tehlikeye göğüs germiş
Can dostum Enkidu'yu
Bütün insanların kaçınılmaz kaderi
Ölüm yere çaldı
Altı gün yedi gece gözyaşı döktüm onun için
Ve razı olmadım gömülmesine
Ta ki burnundan kurtçuklar düşene kadar
İşte o zaman ölümden korkmaya
Bozkırda başıboş dolaşmaya başladım
Söyle tavernacı hangi yol Beni Utanapişti'ye ulaştırır"
Toma'nın hayali
Geçen gece bir iki duble içtikten sonra evime gitmiştim. Ev sessiz ve kimsesiz, televizyonun karşısında bir yer yatağına yatmış Muş tütünü sigara sarıp, ucunu karanlığın içerisinde yakıp boş gözlerle haberleri izliyordum.
Anadolu gerilmiş, yine halklar birbirlerine saldırıyor; dostluk, kardeşlik, barış yerine yine provokasyonlar, kan, düşmanlık ve gözyaşı görüntüleri.
TV görüntülerinde görün(tülen)emeyen ama Anadolu'yu tanımanın verdiği bilgi birikimi ile yine halkların arasına nifak tohumları sokmaya çalışan yapıları izliyordum. Dedim ya gerek günün yorgunluğu, gerek içilen bir iki duble rakı ve gerekse izlediklerimin kötülüğü o yer yatağında üzerime bir örtü bile alamadan beni uykuya ve diğer dünyalara yollamıştı.
Ne zamandı hatırlamıyorum. Belki uyur uyumaz belki uykumun ilerleyen saatleri idi. Belki rem dönemi belki nonrem dönemi.
Dost bir yüz selamlıyordu beni çok uzaklardan. Çok sıcak bir yüz, ama kim kim bu gece bu saatte beni selamlayan, biraz korku biraz anlayamama hali.
Nabzım hızlanıyor. Hafif hafif sıcak yüz belirginleşmeye başladı, birkaç günlük uzamış sakalı ile o yüreğinin güzelliğini yüzünde taşıyan Süryani Kadim Papazı Toma.
Seviniyorum, onu çok özlediğimi söylemek istiyorum. Kelimeler dökülemiyor, belki korku, belki nerede olduğumu kavrayamamanın heyecanı ile. Sakince bir el hareketi yapıyor haç yapar gibi önce karnına dokunduruyor elini.
Sonra başına getiriyor ve başına eli gelirken dudaklarının önünde "sus" işareti veriyor, sonra sola, sonra sağa ve eli karnında son defa tekrar.
Anlıyorum ki Toma amca "sus" diyor bana ve yanıma gelip saçlarımı okşamaya başlıyor. "Nasılsın" diyor, senin sıkıntılarını hissediyorum, son yolculuğumda tüm evlatlarım, dostlarım orada idi bir tek sen hariç.
Savunmak istiyorum tekrar kelimeler ile, ancak artık kelimelerin yetmediği anlamını yitirdiği bir yerde olduğumuzu fark ediyorum Toma amca ile veya Abune Toma ile veya baba Toma ile.
Süryani kültürü anavatandan diasporaya taşınırken...
Yıllar önce tanıştığım Süryani kültürünün içerisinde ilk nefeste sayabileceğim bir kaç ilginç simadan biridir Papaz Toma. Her zaman inandıklarını ve doğru bildiklerini söyleyen, hiçbir şeyden korkmadan gerek kendi ve gerekse çevresindeki tüm yapılar ile gerektiğinde dalga geçebilen kocaman bir asur-süryani yüreğidir Papaz Toma.
1993 e kadar kendi köyü olan Cudi dağının eteğindeki Hasena köyünde yaşayan Papaz Toma, bu tarihte köylerinin 'güvenlik' nedeniyle boşaltılması ile kalkıp gelmiş idi çoluğu çocuğu ile Midyat'a. O dönem ve az öncesi çoğu Süryani vatandaşının pılısını pırtısını bile toplamadan anavatandan diasporaya gittikleri yıllardı.
Mezopotamya kanıyordu her yerden. O Midyat'a kadar gelmişti, içi burkularak ve son ana kadar köyünü yaşayarak. Vatan sevgisi yürekte ve vatanının topraklarında ancak yaşanılası bir duygu idi.
1994 Süryani kültürünü tanımaya başladığım yıldı. Kültür tutucu, kültür içe kapanık, kültür coğrafyasındaki insanlardan korkuyor idi. Çünkü dostluktan çok zorluk, azalış, yok oluşlar yaşamışlardı.
Evet bugün gibi hatırlıyorum, bir çok Süryani'nin, bu Türk bu Müslüman niye bizimle ilgileniyor diyen şüpheli ve belki de haklı bakışlarını. O bakışların arasında birkaç sıcak, dost bakış hatırlıyorum şimdilerde ve biri bu papaza ait idi.
Evet Papaz Toma ilk andan itibaren bize yüreğini, hoş sohbetini, dostluğunu ve evini açan dost insandı; ki çevresindeki diğer insanlar tarafından belki de en fazla hırpalanan olduğu halde. Yaşamadım tanığı değilim çoğunun ama anlattıklarını biliyorum.
Silopi de, Cizre de taşla çok peşine düşülmüştü ki bunları bile çevresindeki bizleri güldürerek anlatırdı. Evet diyalektik bu herhalde en fazla eziyete en fazla insan sevgisi ve bu Asurlu-Süryani yürek her zaman bunu göstermiş idi. Hiç kimseyi ayrı tutmadan sevebilmek; Kürt'ü, Türk'ü, Süryani'yi, Arap'ı, Müslüman'ı, Hıristiyan'ı, Yahudi yi, ateisti ve aslen kısaca tüm insanlığı.
Yıl 1996 olmalı aklım beni şaşırtmıyor ise, Papaz Toma Haberli (Bsorino) köyüne gitmiş idi, bir Pazar ayini için.
Ben ve oğlu Yakup Beğtaş birlikte günün ilk ışınları ile girmiştik bu köye, ayini fotoğraflamaya. O yıllar köye girerken Jandarma karakollarında kimlikler bıraktığın, sorgudan geçtiğin yıllardı.
Kilisenin kapısına yaklaştığımda içeriden Süryani dilindeki dualar geliyordu kulağıma. İçeri girdiğimizle birlikte Papaz Toma ayini Türkçeleştirmiş idi.
O yanık ve hoş sesi ile Mezopotamya'daki tüm halklara dua ediyordu. Bir tiyatral ibadet izliyor ve anı ışıkla yazarak ölümsüzleştiriyordum. Ayin bitmiş Papaz Toma "merhaba" demişti. Ve "nasıl oldu" diye sormuştu, bende "harika" demiştim.
Kameradan biraz izleyelim dediğinde yok bu kamera değil fotoğraf dediğimde önce biraz şaşırmış ve 'Tüh boşa gitti bizim Türkçe ayin' dediğinde birlikte çok gülmüştük. Sonra rahmetli köy muhtarının evine kahvaltıya gittiğimiz an aklımda. Yerde yaklaşık 90 yaşlarında bir kadın halsiz ve eskimiş bedeni ile yatıyor.
Tabi ben doktorum o hasta, hemen bir steteskop, bir tansiyon aleti bulunuyor; hastayı muayene ediyorum ama farkındayım ki artık olay tıbbın dışında bir yerde. O sırada Papaz Toma eve dualar okuyor. Ev işi bittikten sonra Toma amca yandan takılıyor, 'ona senin değil benim doktorluğum gerekli' diyor.
1998 yılının sonlarında Diyarbakır'dan ayrılmak zorunda kalmıştım. Çünkü ben sosyalist bir doktordum, oralarda bu tip insanlardan pek hoşlanmıyordu ne de olsa egemen. Herkesi cepheleştirmek varken yüreğinde humanizmi yaşayanların pratikleri rahatsız ediyordu egemeni. Gerçi Türkiye genelinde de durum benzer ama Mezopotamya'da biraz daha farklı idi bu. Ayrılma zamanı idi, Süryani dostlarım ile vedalaşırken demiştim ki Yusuf Beğtaş bunu kesin hatırlarsın dostum ' Kültürünüz ile fotoğraf ile başlayan yolculuğumuz çok farklı dostluklarla devam ediyor. Söz mutlaka yine buralara geleceğim ama beni de oralarda unutmayın.'
Midyat'tan Zonguldak'a Toma
Hatırladın değil mi dostum. Yıl 2001 idi sanırsam. Bir gün Sevgili dostum, kardeşim Yusuf Beğtaş ile Papaz Toma bir baktım Zonguldak da, emeğin başkenti denilen bu şehirdeler. Beni bu diyarda tek ziyaret eden Süryani onlar olmuştu. Toma amcaya hastanede check-up yapmıştık.
Toma amca her gelen tarafından ilgi ile karşılanıyordu, gerek çalışma arkadaşlarım gerekse diğer dostlar. Akşam birlikte bir lokalde oturmaya gitmiştik. Toma amcaya deniz kenarındaki sandalyeyi vermiş ve karşısına oturmuştum, yanında Yusuf. Masamız kalabalıklaştıkça kalabalıklaşıyordu, pek çok mühendis arkadaş, dost masamıza geliyorlardı. Merak ediyorlardı belki Süryanileri. Ben bir duble rakımı söylemiş ve hoş geldiniz diyerek kadeh kaldırmış idim Toma amcaya. Yusuf herhalde balık yemiştik değil mi dostum. Sevgili makine mühendisi, fotoğrafçı arkadaşım Hüseyin halen siparişlerini vermemişti. Ve genel sohbetlerden sonra bir ara Toma amcaya dönerek;
"Size nasıl hitap edebilirim" diye sormuş idi.
"Fark etmez" demişti Papaz Toma, "ama bizim oralarda Abune (Abone) derler"
Ve sonra bir anısını anlatmış idi. Yıl zannedersem 1990 lar, Hasena köyüne ilk olarak telefon bağlanmış. Tabi telefon köyün ruhbanı olan Toma amcaların evinde. Arada bir telefonu kaldırdığında şu ses gelirmiş:"Sayın abonemiz aradığınız istikamette tüm hatlar doludur, biraz sonra tekrar deneyiniz". Toma amca inanamazmış buna.
"Yav bunlar beni görmüyorlar ama her defasında benim ( papazın) aradığımı nasıl anlıyorlar" diye.
Tüm masa kahkahalara boğulmuştuk. Malum karşımızda gerçekten kıvrak zekası ile tüm insanlarla dostluk yolunda yürüyen Papaz Toma vardı.
Zaman biraz daha ilerlemiş ve ben ikinci duble rakıya geçmiş idim. Ancak dost Hüseyin sıkıntılı, hala bir şey iç(e)miyor ve sonunda dayanamayıp sormuştu.
"Abune, pardon yanınızda ne içebilirim?"
"Yavrum ağzından giren değil çıkanlar seni kirletir, istediğini iç; ama ağzından çıkanların kontrolünü kaybetme."
"Yuh be felsefeye bak" demiş idi Hüseyin bu cevap karşısında ve rahatlayıp rakısını söylemiş idi.
Evet o akşam gerçekten çok mutlu anlar yaşamıştık. Ben mutlu idim yıllardır anlattığım Süryani dostlarım beni ziyarete gelmişler idi. Toma amca mutlu idi. Arkadaşlarımın Süryani kültürü hakkında bilgilerini gördükçe. Ve akşamı sanki şu cümle ile bitirmişti Papaz Toma. 'Bizi Estel'de bile bu kadar tanımıyorlar'.
Akşam evde benim ve ailemin mutluluğu ve sağlığı için bütün odalarda dua etmiş idi Baba Toma.
Beni en çok eleştirdiği şey, hep saçımın sakalımın uzun ve boynumda kocaman fotoğraf makineleri üzerimde eski elbiselerim ile Midyat'a gitmemdi. Yav bir doktor oğlumuz var ama ele güne gösteremiyoruz, o kadar garip kıyafetler içerisinde derdi.
Evet çok sohbetlerimiz olmuştu bu insan ile. Konuşmayı seven, akıcı konuşması ile ve bol nükteleri ile konuştuğunu dinleten bu insanı hep bir kameranın karşısında konuşurken düşünüyordum. Ve o çok güzel sesi ile okuduğu ilahiler şimdi beynimin içerisini tırmalıyor. Kendi değerlerini bir bir transfer ettiği oğlu sevgili dostum Yusuf Beğtaş sayesinde, onun yaşadıklarını ve yaşadıklarından çıkardıkları sonuçları paylaşmalıydı insanlık.
Ama belki teklif edememem veya bu pozitif enerjili insana nasıl olsa bir şey olmaz diye düşünmem bunu gerçekleştirmeme engel oldu. Toma amca rahat uyu. Orada senin gibi güzel bir insanın olduğunu biliyoruz. Ve Kral Gılgamış bile bulamadı insanın ölüm ile yere çalınamamasını, ve senin orada olduğunu bilmek ölümden daha az korkmamızı sağlıyor şimdi.
Uykumdan uyanmamak istiyorum, ama uyanıyorum. TV açık ve yer yatağındayım, zaman hastaneye gitme zamanı olmuş. Seni tanımaktan çok mutluyum ve biliyorum ki bulunduğun yerde yine kardeşlikler konuşuluyor, kim olursan ol neye inanırsan inan. Ve yine aynı kıyafetlerle seni ziyaret etmeye devam edeceğim Abune Toma. Elveda Yol arkadaşım Toma Beğtaş.
*(Gılgamış Destanı -Jean BOTTERO- YKY-2005)