İstanbul Kadıköy'deki Bilim, Sanat, Eğitim, Araştırma ve Dayanışma (BİRARADA) Derneği, 5 Ekim’de, yazar Özgür Elibol'un "yabancılaşma, yabancılaşmadan arınma ve haysiyet" isimli kitabının etrafında şekillenen bir söyleşiye ev sahipliği yaptı.
Söyleşide herkes, eşit düzlemde; Türkiye'de gelinen son durum ve kitapta öne çıkarılan yabancılaşma ve haysiyet kavramları etrafında görüşlerini paylaştı. Elibol, ilham aldığı düşünürleri ve bu kitabı yazma motivasyonunu anlattı.
Söyleşide Barış Akademisyenleri'nden Buket Türkmen ve Nurbetül Çelik ile "Suçluluk Sorunu: Karl Jaspers'ın Etiği", "İyisiyle Kötüsüyle Göç Olgusunun Edebiyata Yansıması", "Sinemada Gerçekçilik ve Bertolucci" gibi birçok makalesi bulunan Arif Aslan da yer aldı.
Arslan, yabancılaşma ve arınma süreçlerini tarihsel ve toplumsal örneklerle ele alırken, sinemadan The Square, Nalın Ağacı ve To Joy gibi eserlerin yabancılaşma temalarını vurguladı. Katılımcılar, yabancılaşma kavramının çevirisi ve anlamı üzerine tartıştı; “yabancılaşma” yerine “yozlaşma” veya “yabanlaşma” gibi terimlerin daha uygun olabileceği öne sürüldü. Ayrıca, Rousseau’nun yabancılaşmaya dair fikirleri ve dilin tahakküm aracı olarak rolü değerlendirildi.
Elibol, dernekteki söyleşinin ardından kitabıyla ilgili bianet'e konuştu.
Neden yabancılaşma?
Yabancılaşmanın çok önemli, üzerinde durulmuş ancak açıklayıcı bir eleştiri için yeterince hakkı verilmemiş bir konu olduğunu hissediyordum. David Harvey ve Vendenberghe’nin esasa dair bir sistem eleştirisi için yabancılaşmanın çok iyi bir çıkış noktası olduğu yönündeki fikirleri üzerine konuyu daha ciddi ele almaya başladım.
Öncelikle yabancılaşmanın nasıl anlaşılageldiği nasıl anlaşılması gerektiği üzerine bir şeyler söyledim. Bu konudaki itiraz noktaları üzerinde durdum. Savunduğum bakış açısı insanın yabancılaşmamış özden ayrılması değil, bir imkândan ve sıkça kullandığım haliyle bir potansiyelden uzak kalması olarak bir yabancılaşma fikri. Bunu baskılayan koşullar var. Bu efendi-köle tipi toplumların ürünü olan bir olgu.
“Olmayış”
Nedir bu potansiyeller?
Marx’a göre toplumun ihtiyaç duyduğu şeyleri üreten fiili ve zihinsel emeğin özgürleşmesi, tüm insanlığı özgürleştirecektir. Bu sayede insanlar bilinçli faillere dönüşecek ve üretim araçları karşısındaki ayrımlar, yani sınıflar ortadan kalkacaktır. Bu, sömürünün ortadan kalkması anlamına gelir. Bugünden tahayyülü bile güç olan, sömürü ve tahakkümün ortadan kalktığı, insanların sorunlara, paradokslara birarada çözüm aradığı ve iyileştirdiği bir varoluş. Bir cennet vaadi değil ama Elise Reclus’un dediği gibi “doğum, unvan ve varlık yoluyla efendi olmayan; köken, toplumsal sınıf ve maaş aracılığıyla köle olmayan yeni bir toplum” tahayyülü. Böyle bir toplum hakkında ancak güzel düşler kurulabilir. Yabancılaşmadan kurtulan hem birey hem de toplumdur.
Bhaskar, varlık alanına sadece olanı değil, olmayanı da dahil eder. Bizi harekete geçirici şey, olması mümkün ve gerekli olanın eksikliğidir ki buna “olmayış” kategorisi der, bu aslında varlık alanına dahildir. Bu olmayan, gerçeklikten kopuk fanteziler değildir. Eksik olan sömürülmeme, yabancılaşmamış ve özgürleşmiş olma hâlidir.
Yabancılaşmanın iktidar ve haysiyet ile bağlantısı nedir?
Yabancılaşma adeta suya atılan taşın ilk dalgası ardından genişlemesi yeni dalgaların ortaya çıkması gibi toplumun her düzeyini ve çeşitli toplumsal alanları etkiler. Bu anlamda yabancılaşmayı eğitim, iktidar, sömürgecilik, habitat, işin örgütlenme biçimi, devlet, milliyetçilik, cinsiyet, kolonyalizm gibi konular üzerinden ele aldım.
Sömürü ve tahakküm anlamında iktidar, yabancılaşma ile doğrudan bağlantılıdır; tıpkı yabancılaşmadan arınmanın insanların ortak iktidar potansiyellerini kullanmalarına bağlı olduğu gibi. İktidar ile ilgili bölümde Mann’dan Foucault’ya oradan eleştirel realizme konu hakkındaki bakış açılarını yabancılaşmaya bağlamaya çalıştım.
Sömürü ve tahakküm
Haysiyete gelince; yabancılaşmaya yol açan sömürü ve tahakküm, haysiyete de saldırır. Bu bir canlı özelliğidir, yaşam ile gelen bir hayati duruştur. Doğayı, özgürce gelişmeyi isteyen bir nitelik. Varolma hakkını ve kısıtlanma durumunda varolmanın anlamını üreten şey. İnsan doğası ile doğrudan ilintili. Hem biyolojik doğayla hem kültür ve anlam üreten doğayla. Dolayısıyla kısıtlamalar ona saldırıdır ve insanı harekete geçiren “olmayış” için yeri doldurulacak, uğruna mücadele edilecek, korunacak harekete geçirici niteliktir.
Efendiler, kölelerin/ezilenlerin haysiyetine saldırdığı halde onların isyanını engellemek için birincisi seçeneksizlik (TINA formasyonu), ikincisi onların yerine anlam dünyalarını dolduracak yanıltıcı kimlik, sahiplenme, özdeşleşmeler verir. Adeta onlardan çaldığı haysiyet yerine bunları koyar. Kitap boyunca ana temaya ve tali temalara yaklaşırken özellikle eleştirel realizmin verimlerinden ve onun kavramlarından yararlandım. (GG/TY)