Hele toplantıya katılanların çoğunluğunun yirmilerindeyken sol hareket adına kararlar alan, eylemler örgütleyen insanlar olduğu düşünülürse bu memlekette muhalif "gençliğin" epey ihtiyarladığı sonucuna varılabilir.
Velhasıl toplantı boyunca, kimi kritik anlarda, hiç istemesem de üzerime "gençliğin temsilcisi" yükü bindi. Ama bu yazıyı kendi adıma yazıyorum. Yani sonra "Vay gençlik şöyle! Vay gençlik böyle!" denmesin. Önce toplantı notları...
Solcu olmamak ayıp değil!
Birinci mesele şu: Toplantıya göre, solun en yumuşak karnı özelleştirme meselesi. Bilkent Üniversitesi'nden, anti-kapitalist küresel hareketi yakından izleyen Prof. Erinç Yeldan'ın "Özelleştirmeye cepheden karşı durmalıyız" diye bitirdiği sunuşunun ardından ortaya çıkan buydu.
Kimi katılımcılar özelleştirmeyi neredeyse savunan öyle şeyler söylediler ki Başbakan Erdoğan'ın, "Benim görevim bu ülkeyi pazarlamak" cümlesi de gayet solcu bir açıklama olarak görülebilir bundan böyle. Özelleştirmeden başlayan tartışma giderek "Sol anti-kapitalist midir? Neo-liberalizm karşıtı mıdır?" sorusunun bile ciddi ciddi sorulduğu bir vaziyet aldı.
Kanaatime göre ikinci mesele, "halkla ilişkiler" meselesiydi. "Halk" sözcüğü toplantının üzerinde bir bilinmezler bulutu ve cümlelerin edilgen nesnesi olarak dolandı durdu hep. Geçmişte eylemlerde, örgütlerde o "halkla" iç içe olmuş insanlar şimdi uzaktaki bir kıyıdan, artık içinde olmadıkları bir "bilinmezden" bahseder gibiydi.
Böyle düşünüyorum: Sol için en ciddi ve en engelleyici tabu, halk için, bilhassa darbenin ardından ne hissettiği ve ne düşündüğüdür.
Sol, halka ilişkin hissiyatını netleştiremezse, 80 sonrasında başlayan ve kendi üzerinde, kendini kadavralaştırarak sürdürdüğü "sorgulama", "kendini dövme" sürecini sonlandıramayacaktır.
Bu sorgulamanın da bitmeyen psikanaliz seanslarına benzediğini, psikanalizin insanı rezil de vezir de edebileceğini, yapılan analizin solu vezir etmediğinin ortada olduğunu belirtmeliyim.
Gençlere gelince... Onlar, kendileri doğmadan önce başlayan bu seanslardan artık çok sıkılmış durumdalar.
Ellerde var da bizde yok mu?
DİSK'in iş kolu temsilcilerinden Çetin Uygur, toplantının sonunda bir konuşma yaptı. İşçilerden söz ederek şöyle dedi:
"İşçiler artık kendi hayatlarını, tıpkı geceleri izledikleri diziler gibi izliyorlar."
"Halkın" vaziyetini anlatmak için kurulan cümle, aynı anda "aydınları" da anlatıyordu. Bence hepimiz orada "halkı" izliyorduk, tıpkı bir dizi izler gibi. Latin Amerika'daki "eller" bu yüzden yapıyordu, biz yapamıyorduk. Biz yapamazken "halkın" gözü nerede peki?
Söyleyeyim: İnsanlar net cümleler arıyorlar. Yaşadıklarını anlatan, ne yapabileceklerini söyleyen, net cümleler. Evleri yıkılırken, işten atılırken, çocuğu eğitimsiz kalırken bütün bu sisteme "cepheden" karşı duracak cümleler. Biz söylemekten korkmazsak onlar o cümlelerin arkasında durmaktan korkmayacaklar!
Bu cümlelerin bu tür toplantılardan çıkmasına hazır olun! (ET/TK)