* Fotoğraflar: Mesut Arslan
“İç güvenlik yasasının en somut sonucu, yurttaşların sokakta hakkını aramasını bir suç haline getirmek ve kriminalleştirme çabasıydı; bu başarıldı. Kobane eylemleri ve Gezi’yi referans göstererek sokağa çıkma hali kriminalleştirilmek istendi.”
Hak odaklı araştırmacı gazetecilerden, Radikal gazetesi muhabiri İsmail Saymaz son kitabı “Ali İsmail: Emri Kim Verdi?”de Korkmaz’ı ve öldürülmesinden sonra açılan davayı anlatıyor.
Saymaz ile kitaplarını, çalışmalarını ve medyanın mevcut durumunu konuştuk.
“Mağduriyetin duyulmasını sağladık”
Berkin Elvan ve Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesi ile ilgili bulunan deliler gibi toplumun geniş bir kesimi tarafından takip edilen meseleleri ele alıyorsunuz. Alınan sonuçlar, devam eden dava süreçlerinden yaptığınız haberler adına memnun musunuz, istenilen sonucu aldığınızı düşünüyor musunuz?
Her davada değil. Genel olarak şöyle bir etki yaratıyor; bir toplumsal hafıza oluşmasına, yargı süreçlerinde sanık haklıysa tabi, sanığın kendini ifade etmesine katkısı oluyor ya da bu davanın bütününde bir hak ihlali bir mağduriyet, bir kusur varsa onun aktarımında muazzam etkisi oluyor. Ama bunlar doğrusal biçimde her davayı sonuca götürüyor anlamına gelmez.
Örneğin yıllardır Festus Okey davası haberleri yaparız. Festus Okey’in kamuoyunda bilinmesini sağladık, mağduriyetin duyulmasını sağladık. Ama yargısal süreçlerin çabuk ve hızlı bitmesine ve hakkaniyetle bitmesine sonuç verdi diyemeyiz. Ya da Ali İsmail Korkmaz davasında, kamuoyunun bu davayı bilmesini sağladık. Ancak çıkan karar hakkaniyet ölçüsünde oldu diyemeyiz. Dolayısıyla sadece davanın sonucu odaklı bakarsak pek her davada sonuç aldık gibi bir yorum yapamam ama davanın kamusallaşması, toplumsallaşması, hukuksuzluğun bilinmesi, hukuk arzusunun açığa çıkması açısından faydası oldu.
Köşe yazarlığına dair “Kimseye ahkâm kesmek istemiyorum” demiştiniz. Son dönem de İsmail Saymaz’ı televizyonda yer yer polemiğe girerken görüyoruz, belirli aralıklarla çıkan kitaplarınız var, panellere de katılıyorsunuz, bunlar haber yapmanın ötesinde olan çalışmalar. Haber yapmak yetmiyor mu? Buna neden ihtiyaç duyuyorsunuz?
Bu benim habercilik faaliyetimin bir devamı aslında. Kitap yazmak öyle mesela. Yani bir konu hakkında birden çok, ya da birden çok alanda birden çok haber yaparken nihayetinde olayları takip ediyorum. Ancak bu olayların olguya dönüştüğü ve bununda tartışılması gerektiği gerçekler oluyor. Dolayısıyla bir olguyu anlatmaya, çözmeye, topluma anlatmaya çalıştığımızda bazen gazete sayfaları buna yetmiyor. Tam da bu noktada kitap devreye giriyor. Kitap aslında daha geniş bir haber çalışması olarak açığa çıkmış oluyor.
Televizyon yorumculuğu da gene üzerinde çalıştığım alanların canlı yayın ortamında muhatapları ile karşı karşıyayken aktarılması anlamında geliyor. O da benim gazetecilik çalışmamın bir devamı.
İç güvenlik yasası hala konuşulmaya devam ediyor. İç güvenlik yasası ile toplum ve basın özgürlüğü nezdinde bizi ne bekliyor?
İç güvenlik yasasının en somut sonucu şu yurttaşların sokakta hakkını aramasını bir suç haline getirmek ve kriminalleştirme çabasıydı, bu başarıldı. Kobeni eylemleri ve Gezi’yi referans göstererek, oralardan hatırlatma yapılarak sokağa çıkma hali kriminalleştirilmek istendi. Bunun da sonucu şu oldu. İstanbul 1 Mayısında sokağa kimse çıkamadı. Çıktığımız takdirde başımıza bir iş geleceği, yaralanacağımız, korkusu yurttaşa hakim oldu ve bunun sonucunda deyimin tam anlamıyla kuş uçurulmadı.
Çıkanlardan da yirmisi tutuklandı, sadece 2911 sayılı toplantı, gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefetten 20 genç şu anda cezaevinde. Yasanın sonucu bu.
“Tam deyimiyle resmi şiddet”
Berkin Elvan davasına bakan savcı Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alınması ve üç kişinin ölümüyle sonuçlanan olaydan sonra özellikle Doğan Medya Grubunun yaptığı haberlerle ilgili karşıt bir söylem gelişti. Gerek siyasilerden gerekse iktidara yakın medyadan. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğan Grubu bir muhalefet odağıymış gibi gerek başbakan gerek cumhurbaşkanı miting meydanlarına bunu taşıyor. Bu grubun çalışanlarının değerlendirmelerini, haberlerini, sanki bir siyasi partinin yaklaşımıymış gibi sunmaya çalışıyor.
Grubu bazen Gezi parkı taraftarı, bazen Gülen cemaatiyle bazen DHKP-C’yle akıl almaz bağlantılarla ilişkilendirmeye çalışarak halkın karşısında, yurttaşın karşısında etkisiz hale getirmeye çalışıyor. DHKP-C ‘nin eyleminden sonra meydana gelen manzara tam da buydu. Cemaat, DHKP-C, Doğan grubu gibi kimsenin inanmayacağı, kendilerinin bile inanmayacağı bir bağ kurarak Türkiye’ de belki de çok sesliliğin hala sürmekte olduğu bir yayın grubuna karşı esasen tam deyimiyle resmi şiddet kullanıyorlar.
Ana akımda çalışmanın sizin açınızdan zorlukları neler? Gazetecilerin örgütlenmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği gibi birçok meslek örgütlenmesi var fakat bir zayıflıkları da var.
Ben hem sendikanın, hem cemiyetin hem derneğin üyesiyim. Gazetecilerin çalıştıkları işin kendilerine sunduğu imtiyazlar nedeniyle bir tür sınıfa yabancılaşma yaşadığını düşünüyorum. O yüzden örgütlü bir davranış gösterme yeteneklerinin köreldiğini ve bunu başarabileceklerini düşünmüyorum. Örgütlü bir gazetecilik deneyiminden bir sonuç çıkabileceğini zannetmiyorum. Ana akım medyada çalışmaya gelince esasen halkın genel çıkarına odaklanmış, insan hak ve hürriyetlerini önceleyen, demokrasi problemlerinin altını çizen bir gazetecilik ana akımdan sürülmek isteniyor, çok yer verilmek istenmiyor. Biz böyle, kendi ısrarımızla ve inadımızla bu alanda haber yapmayı sürdürüyoruz. Yoksa bize de çok yer tahsis edilmiş, açılmış bir inisiyatifte var olmuş değiliz. Haber yaptığım alanda benden öncekilerin, Adnan Keskin’in, Celal Başlangıç’ın, Ahmet Şık’ın, açtığı o deneyimi ben sürdürüyorum. Belki sonradakilere aktaracağım. Ama ana akımda eğer eğilim Recep Tayyip Erdoğan medyasının seyrinde devam ederse zaten buna da artık imkân kalmayacak.
“Medya sahipliğinin yüzde yetmişi bir siyasi önderliğin elinde”
Bizim ülkemizden geri olan ülkelerde dahi basın özgürlüğü daha ön planda, bu durumu yaratan koşulların ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Yazılı ve görsel basındaki medya sahipliğinin yüzde yetmişi sadece bir siyasi önderliğin eline geçti. Bunun dışındaki toplumsal ve siyasi muhalefete yer verebilecek alanlar, medya ortamları ya marjinalize edildi ya da var olanlar yok edilmeye çalışılıyor.
Dolayısıyla bir kıyastan öte ancak bir tespitte bulunabilirim. Böylesi bir medya sahipliği varken, siyasal iktidarın itiraz ettiği, karşı çıktığı, benimsemediği görüşlerin yer bulması ifade edilmesi elbette mümkün değil. (İUE/AS)
İsmail Saymaz kimdir? |
Rize’de, 11 Temmuz 1980’de doğdu. Halen gazetecilik üzerine yüksek lisans eğitimini sürdürdüğü Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Gazeteciliğe Rize’de başladı. Konya ve İstanbul’da yerel gazetecilik yaptı. Mayıs 2002’den beri Radikal gazetesinde muhabir olarak çalışıyor. İnsan hakkı ihlalleri, düşünce ve ifade hürriyeti üzerine haberlere imza atıyor. Postmodern Cihad / Tarikat, Siyaset, Adalet Üçgeninde Erzincan Davası (Kalkedon), Hanefi Yoldaş / Gizli Örgüt Nasıl Çökertilir? (Kalkedon), Nefret / Malatya: Bir Milli Mutabakat Cinayeti (Kalkedon), Oğlumu Öldürdünüz Arz Ederim / 12 Eylül’ün Beş Öyküsü (Postacı Yayınları), Esas Duruşta Cinayet isimli kitapları var. İstanbul Tabipler Odası Basında Sağlık Ödülü (2009), Metin Göktepe Jüri Özel Ödülü (2010), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü (2010), İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Ayşenur Zarakolu Basın Özgürlüğü Ödülü (2011), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yılın Söyleşisi Ödülü (2012), Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü (2012) aldı. |