Sahnede elinde gitarıyla kendinden geçmiş genç bir adam aşkla seslendiriyor şarkılarını. Şarkı söylemekten ziyade sanki etkilendiği bir hikayenin heyecanını, gördüğü bir rüyanın detaylarını, üşüyen bir coğrafyadaki insanların dertlerini dengbêj tavrıyla sizinle paylaşıyor. Kulağa aşina olduğu halde dinleyenlerin eşlik edemeyişi nev-i şahsına münhasır bir tarzı olmasından kaynaklanıyor. Öyle bir huşuyla söylüyor ki kendinizi kaptırmamanız imkansız. Elinizden tutarak kimi zaman kır çiçekleri arasında dolaştırıyor kimi zaman heybetli dağlarda gezdiriyor, kimi zaman bir ananın yüreğinin acısına ortak ettiriyor, kimi zamansa bir sevgilinin gözlerinden yüreğine akan yolda sizi kaybettiriyor.
Sözünü ettiğimiz sanatçı Kızıltepe’nin Gırmelaba (Esenli) köyünde yaşamını sürdüren Xalit Tarî. Popüler kültürün handikaplarının çoktan farkına varmış olan Tarî, adeta köşe bucak saklanarak kendini fark ettirmemeye çalışacak kadar mütevazı duruşuyla, istemese de dikkat çekiyor. Sadece bir yorumcu değil, O böyle tanımlamasa da aynı zamanda bir şair. Sözlerini kendi yazdığı şarkıların edebi değeri farkını hissettiriyor. İstanbul Kürt Kültür Festivali ve İstanbul’da birkaç mekanda konser veren Tarî ile müzikal yaşamını, Sar (Soğuk) adlı albümünü ve sanata bakış açısını konuştuk.
"İstanbul'da başka bir dünyayla karşılaştım"
Mardin’in Kızıltepe ilçesinin Gırmeleba köyünde dünyaya gelen Xalit Tarî, küçük yaşlardan itibaren bağ, bahçe, koyun gütme gibi köy yaşamının şartları neyi gerektiriyorsa o şekilde yaşamaya devam ettiğini “Yıllarca çobanlık yaptım. Koyunlarla, kuzularla yaşamak tüm zorluklarına rağmen benim için özel ve ayrıcalıklı bir dönemdir” diye tanımlıyor. 9 kardeşin altıncı Çocuğu olan Tarî, köyden Kızıltepe’ye yürüyerek gidip geldiği ortaokulu bitirdikten sonra 90’lı yıllarda İstanbul’a göç eden ağabeylerinin yanına gelir. Güngören’de İzzet Ünal Lisesi’ne kaydını yaptırır lakin bir türlü buradaki ortama ayak uyduramaz. Aklı hep anne ve babasının kaldığı köydedir. Bir dönem okuduktan sonra dayanamayarak köye geri döner.
Sanatçı o dönemi şöyle anlatıyor: “İstanbul’da başka bir dünyayla karşılaştım. Başka bir konuşma, başka bir kültür. Ayaklarımızın altındaki zemin henüz sağlam değil, kaygandı. Çelişkilerim vardı, bir kimlik arayışım vardı. Kendi durumuma benzer insanlarla karşılaştığımda başka bir heyecan duyuyordum. Onlar da benimle aynı kaygıları taşıyordu. Göç etmek zorunda kalan insanlardı. Onlarla tanıştığımda kendimi daha iyi hissediyordum. Fakat bu rastlantısal karşılaşmalar çok elverişli değildi, bir dostluk kuramadık. Gel-git yaşadığım bir dönemdi. İstanbul’da Kürt kültürüne ait yaşatmaya çalıştığım değerler oldu. Fakat yine de aidiyet duygum çok baskındı ve sürekli oraya dönmüş oldum.”
Liseye Kızıltepe’de devam eden Tarî’nin artık İstanbul’la olan tek ilişkisi yaz aylarında çalışmak için gitmesi olacaktı.
"O zaman Xalit bu işin yolcusu olmalı"
Müziğe olan ilgisi babasından kaynaklanıyor. Bölgedeki dengbêjleri evinde konuk ederek, yazları damlara serilen minderler üzerinde, üç gün üç gece süren Dewreşe Edule’den Hesene Mala Musa’ya kadar kilamları dinleme şansına sahip olan babası da aslında kendini öyle tanımlamasa da bir dengbêj.
“Babam dengbêj ifadesinden kaçınmaya çalışıyor. Çünkü kendisini derweş olarak görmüyor. Ama evde okur, güzel de okur, farklı bir tarzı var. Botan’daki ağız, aksan, fonetik neyse o makamsal kültür neyse babamda da çok farklı, çok marjinal bir dengbêjlik kültürü var. Biz yalnızca pasif bir şekilde dinliyorduk. Özellikle oturup okumazdı. Bahçe sularken, ağaç dikerken evde başka işlerle uğraşırken sürekli yaptığı şey buydu. Ciddi, profesyonel bir şey yapıyor tavrıyla değil sadece severek okurdu.”
Babasından kaynaklı dinlediği kilamların yanı sıra TRT kanalları vasıtasıyla türküleri hafızasında biriktirir. Kürtçe’nin yasaklı dönemleridir. Almanya’dan dönen amcasının beraberinde getirdiği Kürtçe kasetler sayesinde bu kez Şivan Perwer, Kerem Gerdenzeri ve Ciwan Haco ile tanışır.
“Bunlarla tanışmam benim için bir milattı. İlk defa Kürt müziğiyle babam dışında tanışmış oldum. Babam zaten bildiğim, konuştuğum bir dilde şarkı söylüyordu. Meseleye politik bakmıyordum. Politik bir mesajı içermiyordu. Fakat okula başladık, yeni bir dille karşılaştık. Bu içinde yaşadığımız derin bir çatlaktır. Ardından daha profesyonel şeyler duymaya başladık. Politik meseleler var, Kürdistan meselesi var. Sancılı ve çatışmaların olduğu bir bölgeydi. Dışarıda olup bitenleri anlamaya çalışan bir çocuktum. Şimdi tam da o zamana paralel kasetler geliyordu. Tüm bunlarda ortak bir çağrı var, beklenti var. Bölgenin yaşadığı acının tarifi dillendiriliyor. Anlamaya, idrak etmeye çalışıyoruz. Artık kurmanc demiyor, Kürt diyoruz. O sanatçıların müziğe başlamamda ciddi bir rolü var. Müziği hissetmeye başlamamla Kürt olma bilinci birlikte başladı. Benim için bu anlamda müzik bir farkındalık miladıydı ve müzik bu farkındalığı yarattığı için ikinci kez değerli olmaya başladı.”
Her sanatçının çocukluğunda mutlaka başına geldiği gibi okulda ders bitimine yakın öğretmeni tarafından şarkı söylettirilen çocuktur Xalit Tarî. “Al Fadimem, bal Fadimem, yanakları gül Fadimem”… Akraba ve arkadaşlar arasında da bir beklenti oluşuyor.
“Onların nazarında duygulu, dokunaklı okuduğum söyleniyordu. O zaman Xalit bu işin yolcusu olmalı. Tabi ki bunların hiçbirinin farkında değilim. Yaşıyorum yalnızca. Bunlar sadece buna tanıklık edenlerin istemiydi. Çok sonradan gerçekleşti. Müziğe yönelmeye başladım.”
Seslerin peşine düşer
İnce ince bir şeyler yoğurmaya, yazıp, çizmeye başlar. Yazdıklarından hoşlanmaz, siler, yeniden yazar. Bir türlü beğenmediği besteleri yapmaya çalışır. Ağabeyi ile birlikte aldıkları derme çatma sazla dinledikleri kasetlerdeki şarkıları çalmak için uğraşır.
“Kasetleri dinledikçe altyapıları gördükçe, başka bir dünya orası, saz çalıyoruz ama karşılamıyor. Oradaki ambiyans, atmosfer başka bir şey. O sesleri çıkartmaya çalışıyoruz, çırpınıyoruz. Ağabeyimle tutkulu, heyecanlı bir biçimde küçük bir org almıştık. Bunlar değil, bu sesleri karşılamıyor. Duyduğumuz seslerin peşine düştük. Bunlarla nasıl kendimizi gerçekleştirebiliriz. Nasıl yapabiliriz diye uğraştık, saz, flüt, org aldık. Deneysel bir süreç oldu. Bunu bir başarısızlık öyküsü olarak görmüyorum. Deneyerek bir şeyleri toparladık. Trajikomik bir dönemdi ayrıca. Hayal kırıklıkları, başarısızlıklarımız oldu. Ama bunun başında nöbet tutmadık. İlle de sonuca ulaşmalıyız diye değildi çabamız. O kapıyı sabırla bekledik.”
Belli bir başarısızlıktan sonra bir süre bekleme moduna girer. Yeni çıkan albümlerle tekrar dirilme yaşar. “Özellikle Koma Denge Azadi hayatımın en özel albümüydü. Profesyonellik süreci daha sonra oldu. Bir dönem müzikten koptum. 8-9 yıl sürdü. Arada bir dokunuyordum, saz, gitar çalmaya çalışıyordum.”
İlk grubu Arzeba
Lisedeyken arkadaşları aracılığıyla Kızıltepe’de bir kafede Arzeba adlı bir grubu dinlemeye gider. Programa ara verildiğinde grup üyeleri yanına gelip oturur, konuklar arasında en yakından ve derinden dinlemesi dikkatlerini çekmiştir. Kafe boşaldığında enstrümanları alıp masasına otururlar, bir ortak arkadaşlarının önerisiyle Tarî bir parça söyler. Sesine hayran kalmışlardır. Daha sonra grubun solisti olur. Dört yıl birlikte yol alırlar.
“Böylece bir grup refleksi oluştu bende. Üzerimde emekleri çok fazladır. Özellikle Kürt müziği konusunda bir farkındalık yarattık. Daha çok piyasada ne çalınıyorsa o dönem onlar çalınıyordu. Ben bu piyasadan biraz ayrı duruyordum. Yeni bir pencere açmaya çalıştım. Popüler müzikten uzaklaştım. Kürt müziğine ağırlık verdik. Bilinen parçaları kendimiz yaptık. Geleneksel ya da anonim derleme çalışmalarını kendimiz düzenledik, okuduk. Arzeba 4 yıl bu şekilde sürdü. Albüm çalışması düşündük ama ciddi bir iş olduğunu, bir bütçe gerektiğini, bir üretim gerektiğini biliyordum. Kendimi o düzeyde görmüyordum. Beğenmeyen bir taraf vardı bende. Yaptığım şeyleri beğenmiyordum. Daha önce dinlemiş olduklarıma benzerdi. O taklit vardı, samimi bulmuyordum. İyi ki de o tür bir refleks gelişmiş, başka türlü olsa çok zor olurdu.”
Kişisel nedenlerden dolayı gruptan ayrılır. Daha sonra başka bir mekanda yeni arkadaşlarla birlikte solistlik yaptığı bir grup kurar. Alternatif bir müzik yaparlar. Müzik adına iyi bir dönemden geçer, popüler kültürden uzakta durarak adını duyurmaya başlar ve bir dinleyici kitlesi oluşur. Müzikal anlamda hiç eğitim almayan Tarî, bağlama yeterli gelmeyince gitara başlar.
“Beni derinden sarsan sesler duyuyordum ama günlük yaşamımda aradığım enstrümanın seslerini duyamıyordum. Bir sorun vardı. Zamanla akorları keşfettik. O sesleri duymak istiyordum, duydum ve bir yaşıma daha bastım. Beste yapmaya başladım. Şarkı sözlerimi şiirleri besteledim. Tamamen Kürtçe’ydi. Türkçe’yi hayatımdan çıkarttım. Kürtçe daha iyi hissettiğimi anladım. Dünya müziklerini dinlemeye başladım. Duygularıma dokunmaya çalıştım.”
Sar albümü
Ve nihayet yaptığı bestelerinin toplandığı Sar (soğuk) adlı albümü yapmaya karar verir. Aheng Müzik’ten Murat Öztürk’ün aranjörlüğüyle ilk albümü raflardaki yerini alır. “İdealist bir şirket. Seçici olduğu için dikkatimi çekti. Piyasaya oynamak gibi bir amacımız yoktu. Yapımcının da öyle bir amacı yoktu” diyor Tarî.
Albümde sekiz eser var. Arjen Ari’ye ait iki şiir dışındaki bestelerin tümü Tarî’nin yüreğinden dökülmüş. Sar albümünü bir yer altı hikayesi olarak tanımlıyor.
“Yani duygular sokakta, çarşıda, evde falan değil daha derinde bir yerde yaşanıyor. Orada işleniyor. Yeryüzüne çıkamayan duygulardır onlar. Tanımlanamayan, somutlaşamayan şeylerdir. Belki de bir psikopatolojinin de konusu olacak kompozisyonlar, bilinçaltı diyebiliriz.”
Albümün adının neden soğuk olduğu sorusunu ise sanatçı şöyle yanıtlıyor:
“Bu albümde bir patoloji mevzusu, bir militanın yaşamı veya bir savaş mevzusu yok aslında ama savaş gerçekliğinin figüranları, mağdurları var. Savaşı gerçekten derinde yaşayanlar ve asla hayatları boyunca kendini ifade edemeyen insanların hikayesi var. Yakınlarını kaybetmiş, eşini savaşta kaybetmiş, en derin acıyı çekmiş insanların hikayesi. O nedenle soğuk. Asla bitmemiş ve hala süren bir hikaye. İnsanlar yatağını, yerini yurdunu belirler ilk etapta. Yola çıkarlar, kendilerini tanımlarlar, politiktirler, duruşları vardır. Savaşırlar. Çığırtkandırlar ya da korkaktırlar, çekinirler, her neyse. Bizim hikayemiz bu ikisi de değil tümüdür aslında. Savaşın gerçekliğinden damıttığımız şeylerdir. Acılardır, hüzünlerdir, trajikomik durumlardır. Bir dramdır aslında.”
“Bir kadının dünyaya seslenişi”
Tarî, albümün dünyaya bir asker gibi değil, kırılmış, incinmiş, çocuğunu, eşini kaybetmiş bir kadın gibi seslendiğini söylüyor.
“Sitemli bir sesleniş bu. Savaş ilan eden bir sesleniş değil. Onun için soğuktur. Ertelenmiş duyguların ya da kendini asla yüzeye çıkaramamış duyguların sesi oldu. En azından o çabayla yapılmış bir albüm oldu. Onun için soğuktur, tinseldir, duygusaldır, derinde bir arka bahçede olandır. Reel koşullarda olan biten değildir. Biz yine de dışarı çıktığımızda giyiniriz, iyi bir savaşçı olmaya çalışırız, korkarız, bu korunmak için bir reflekstir. Varsın ve yaşıyorsun, bir varoluştan bahsedebiliriz. Benim bahsettiğim değerler yüründükten sonra ki hala bir anahtar bulamamış. Kadınca bir yakarıştır.”
Söylediği parçalara kimsenin eşlik edemeyişini ise şu şekilde açıklıyor sanatçı:
“Tınıyla tonla ilgili bir tarafı var ama ben bunu çoğunlukla yazmış olduğum şiir ve beste kültürüne bağlıyorum. Çünkü daha önce duyduğumuz şeyler değil bunlar. İyi şeyler değil, iddialı şeyler değil ama duymuş olduğumuz şeyler de değil. Yeni şeyler ve içinde bir ninni var. Şiir okur gibi, mırıldanmak gibi, dert anlatmak gibi ve hepsinin merkezinde bir hikaye var, bir yaşanmışlık var. En çok bu insanların dikkatini çekiyor. Çok klasik kompozisyonlar değil bunlar. Daha çok senfonik tasarımlar var.”
Albümdeki düzenlemeleri çok başarılı bulmadığını ifade eden Tarî, “Dilediğim tarzda bir albüm olmadı. Müzikal olarak, mastering alt yapı olarak içime sinmedi. Şarkıları yeteri kadar yapamadığımı düşünüyorum. Aranjesiyle masteringiyle dilediğim şekilde olmadı ama yine de küçük bir dünya oluşturdu. Nitelikli bir dinleyici var ve bu benim hoşuma giden bir şey” diyor.
“Tek tipleşmiş kitleye karşıyım”
Tarî, kitle kavramına mesafeli duruyor.
“Kitle kavramının uyandırdığı her türlü durum, mesaj ve algı her neyse ona çok mesafeliyim. Ona bir tepkim var. Her alandaki kitle için bu böyle. Ne tür bir kitle? Kitle denince ben bir nitelikten bahsetmiş olmuyorum.
“Bazı sanatçıların bu meselelerden bahsederken ifade ettiği bir kitle kavramı var. Bir sanatçı için kitle ne demek? Aynı duygularda, paralel yaşanan bir dünyadan bahsediyorlar. Ve sanırım biz o kitleyle duygudaşız, o kitleyle iyi hissediyoruz gibi. Yeni bir dünya yaratılıyor orada. O duygular üzerinden bir uzlaşı oluşuyor. Hemfikir, duyguları, öznel değerleri ortak bir kitle var artık. Yani tek tipleşmiş bir kitle. Öznenin her türlü o narin, o farklı durumları ortadan kalkıyor.
“O açıdan kitle kavramı politik mecrada da sanatsal mecrada da her zaman beni rahatsız eden bir kavramdır. Bir anlamda beni daraltacağını düşünüyorum. Çünkü eğer bir sanatçı kendisi gibi hisseden insanları bir kalıpta toplarsa bu iş doğal olarak ekonomik bir alana dönüşür. Tüketim kültürü orada yoğunlaşır. Popüler kültür dediğimiz şeye dönüşür. Beni içerisine çekemez ama bir arz talep durumu söz konusu olur. Ticari bir zincir.
“Sanatçı kitlesini oluşturur, kitle sanatçıyı, sanatçı kitleyi besler. Ve aynı frekans üzerinden sürekli gider. Beni kaygılandıran şey tam da burada başlıyor. Kültürlerin körelmesi. Tüketim üzerinden gerçekleşmesi. Bunlar benim canımı yakıyor.
“Sanatsal yaratımlar her zaman sanatçının özel bir yerindedir. O sunum yapar. Kitlelere bırakır ama oraya çakılı kalmaz, yoluna devam etmelidir. Kim nasıl isterse öyle alsın. Beklenti içerisinde olmak durumu çok kötü bir mecraya götürür. Bundan uzaklaşmaya çalışıyorum. Bu tür yaklaşımlar gerçekten, tarihten, sosyolojiden, kültürden yoksunlaştıran yaklaşımlar. İşi ticarete dönüştürüp, bundan palazlanmak isteyen bir kesim var. Daha iyi para kazanmak, daha iyi hissetmek ve yolcularını alıp birlikte aynı kervanda yürüyüp, aynı handa çakılı kalmaktır. İnsanlar tıpkı evrendeki sonsuz döngü gibi akmalılar. “
“Sanat elimizdeki tek araç”
“Müzik ve genel anlamda sanat daha iyi katlanmak içindir” diyen Tarî, yaşamı ifade etmenin sanat dışında başka bir aracının olmadığına inanıyor. Politika bile değil, sadece sanat. Ve bu aracın elinden alınmamasını istiyor.
“Bırakın bunları kullanalım. Politikanın, iktidarın, erk yapının güdümünde gidecek duvara her gün toslayacak bir sanatsal anlayış değil yani. Akıp gitsin istiyorum, derdimizi dilediğimiz şekilde anlatalım. Yüreğimizin nasıl yandığını biz biliyoruz. Biz yazalım, biz söyleyelim bunu. Derdimizi bir şekilde biz biliyoruz. Sanat üzerindeki her türlü tahakküme, onu belirleyen bir otoriteye kesinlikle karşıyım, bunu reddediyorum. Sanatın özerkliği için her zaman bir ilanı olmalıdır. Gerekirse bir savaş ilanı. Sanat çok özel bir alan. Popüler kültür bizi yok eden, herkesin onayladığı bir kültür. En kutsal parça değil. Ulaşmak istediğimiz nokta bu değil. Meseleye bu açıdan baktığım için bu kitlenin yarattığı tahribattan bahsediyorum.”
“Dile sarıldım, kaybettiğimiz bir değerdi çünkü”
Kürt dilini müzikle çok iyi buluşturan Tarî, buna ilişkin görüşlerini ise şöyle aktarıyor:
“Benim profesyonel Kürt müziğinde sesler duymam ile Kürt olduğumu fark etmem aynı zamandadır. Ve bu anlamda dili müzikte kullanmam da bu şekilde oldu.
“Müzik konusunda her zaman ekstrem bir şeylerin çabasında oldum. Çünkü mevcut durumlar tatmin edici değildi. Sürekli rahatsızdım. Ama neyse ki çok önemli modeller de vardı. Tam olarak bunu somutlaştıramıyordum. Bir boşluğun farkındaydım. Özellikle değişen, melezleşen kültürle ilgili rahatsızdım.
“Yeni gruplar var. O grupların yarattığı mantalite, kitleleri ardından koşturmaya başlıyor. Yeni bir dünya ve yeni bir Kürt gerçekliği var ve bizden gittikçe uzaklaşan bir Kürt gerçekliği. Sosyolojisinden, dokusundan, kültüründen uzaklaştıran bir Kürt gerçekliği. Modaya, trende dönüşen bir kültür.
“Bu ne yazık ki politik dönemle başladı. Belki de Kürt hareketinin eksik yanı bu. Kürt kültür hareketi bunu gerçekleştiremedi. Ve 80 sonrası Kürt gençleri nasibini çok kötü bir şekilde aldı.
“Dile sarıldım. Kaybettiğimiz bir değerdi çünkü. ‘Ninem, dedem, küçüklüğüm gidiyor, gidecek, kaybolacak’ diye dile daha fazla sarıldım. Ve o genç kuşağın Türkçe’yle yaşayan, Türkçe’yle yazan, Türkçe’yle aşık olan o jenerasyona belki de şunu anlatmamız gerekiyor; Sizin ana diliniz, nene diliniz bu tutkusal duyguları yaşamaya daha elverişlidir. Daha samimidir. Dilediğiniz kadar hissedebilirsiniz. Bunu ispatlamamız gerekiyor.
“Kürtçe bizim utanacağımız, çekineceğimiz, kendini aşağılanmış hissedeceğimiz bir dil değildir. Bu gerçekten bir bilinç oluşturur. Belki de bu gençler şuna kanaat getirebilir; Ben kendi dilimle duygulanabilir ve aşık olduğum bir kişiye çok iyi dile getirebilirim.
“Genç jenerasyonun sahip olmak istediği silahları, araçları az çok biliyorum. Kendilerini ifade etme şekillerini biliyorum. O nabzı iyi yokluyorum. Dil salt iletişim aracına indirgendiğinde sorun başlıyor. Bizim gençler Türkçe’yi eğitim diline başladıktan sonra tanıdılar. Yavaş yavaş özel hayatlarına almaya başladılar. Sonra iyi hissettiklerini fark ettiler. Neden? Çünkü hakim olan, erk dil. Bununla her türlü işi görebilirler. Gençler dilin etkileyici bir araç olduğunu fark ettiler ama aynı dilin Türkçe olduğunu idrak ettiler ve Kürtçe kan kaybetmeye başladı. Ben de o gençlere masallardan, hikayelerden bahsetmek istedim. Aşktan belki, o çok arzuladıkları şeyden bahsetmeye çalışıyorum. Dilin müzikteki yerini yeniden geri kazandırmaya çalışıyorum.”
Sıcak albümü yolda
Xalit Tarî, ikinci albümünün ise sıcak olacağını aktarıyor.
“Klasik bir sıcak değil tabi ki. Akla şöyle gelebilir belki: Daha mı şiddetli, daha çok politik mesajlar mı içerecek, ya da daha çok erotik mi? Hayır, her alanda sıcak olacak. Evet politik olarak sıcak olabilir ama her şeyden önce benim kaçındığım ve eleştirdiğim bir nokta var. Politik olacak ama politik argümanlarla, siyasal literatürle olmayacak, propaganda, slogan diliyle olmayacak. Eğer insanlar bunu bekliyorsa unutsun. Öyle bir durum yok. Öyle bir dil olmayacak. Müzikal kültür anlamında bir şiddet, radikalizm olmayacak. Başka türlü olacak.
“Bazı kültürler veya müzikal enstrümanlar birtakım duygularla kodlanmıştır. Örneğin bağlama hüznü, gelenekselliği tanımlar, keman naiflikle kodlanmıştır. Keman çalındığında insanlar yedi kat yerin dibinden yeryüzüne sesleniyor gibi duyuyorlar. Meseleye bu şekilde bakılırsa, hayır böyle olmayacak. Çünkü politik dil bende değişecek, politik dili ve enstrümanları da bu şekilde görmüyorum.” (BD/BK)