Günter Grass o günlerde yargılansaydı, G.G. rumuzuyla adı anılırdı, çünkü suça reşit olamayacak yaştaydı. Ama 61 yıl aradan sonra kara leke itirafı birçok yönden düşündürücü. Eğer Grassın edebi kimliği Nazi karşıtlığı, savaş, ırkçılık ve kıyıcılık karşıtlığı, vicdan ve adalet savunusu üzerinden kurulmamış olsaydı, itirafı önemsiz kalacaktı. Şimdiki Papanın da (Benedict) aynı dönemde, Grassın birliğinde görev yapması gündeme gelmişti, ama bu denli yankı yapmamıştı. Peki ama nasıl olur da Grass çapında bir ahlakçı, karşıtıyla ünlendiği kendi gerçeğini bunca yıl gizleyebilirdi? Bu nitelikte bir adam kara lekeyi içinde nasıl taşıdı?
Grass'ın edebiyatında "vicdan"ın yeri
Grassın gençlik macerasını neden gizlediği, gizlerken kendisini rahatsız eden duygu tohumlarını nasıl bastırdığı, edebiyatıyla bu gerçek arasında nasıl bir bağ olduğu tartışmaya değer. Ama öncelikle onun nasıl bir edebiyat kurduğunu anımsamalı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Alman edebiyatının yönünü Nazi karşıtı yazarlar kuşağı belirledi. Bazı yazarların Nazilerin başlattığı savaşa katılmış olmaları, olumsuzluğu değil gerçeklik duygusunu güçlendirmekteydi. Peki, bu yazarlar, insanlığa yönelik o büyük kıyım projelerinde hangi konumda ve nasıl bir seçimle yer almışlardı?
Savaş sonrasında ikiye ayrılan Almanyada, Doğulu yazarların faşist zihniyet ile kapitalizmi ilişkilendirmeleri, bireyi az çok sorumluluktan sıyırıyordu. Asker gelenekli küçük burjuva maceracılılığı, yükselmek isteyen ve geç kaldığı yeni pazarlara hırsla saldıran Alman finans kapitaline ısrarlı bir proje sunmuş, proje ilgi görmüştü. Bir yer gerçekten yaşam alanı için önem taşıyorsa bu yer Almanların olmalıdır diyen Hitler, ulusal fetih histerisinin sözcüsüydü. Kendine de bir yaşam vaat edildiğini sanan sıradan Alman bu histeriye kapılınca, olanlar oldu. Özeti şuydu bu edebiyatın: ırkçılık ve kapitalizm tüm kötülüklerin babasıdır.
Batı edebiyatında yaklaşım farklıydı. Batı Almanyalı yazarlar hümanist gelenekli ahlak ve vicdan kavramları üzerinden çalışmakta, bireydeki kötülük sorgulanmaktaydı. Bu kavramların Alman edebiyat geleneğinde de büyük yeri vardı. Geleneği anımsamak için yalnızca Zweig, Mann, Remarque, Hesse gibi yazarları anmak yeterlidir.
Böll ve Grass
Batı Almanya yazarları arasında kuşku duymadan akla gelen iki isimden biri Heinrich Böll, öteki de Günter Grasstır. Böll, Grasstan 10 yaş büyüktür; 1917 doğumlu. İkinci Dünya Savaşı başladığında, savaşa karşı olduğu halde, Nazi asker üniformaları giydirilip cehennemin ortasına yaka paça atılan Almanlardan biri. Savaşın bitiminde esir. Özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz yazmaya başladı ve romanları savaş vahşetinin tanığı ve vicdanı olarak benimsendi.
Grass ise, faşizm karşısında iç tırmalayan kara mizahı ve tiksinti duyan alaycılığıyla öne çıktı. Faşist zihniyeti, insan ruhundan sökmeye adamıştı edebiyatını. Nobel ödülünün gerekçesi de bu yöndeydi: Tarihin unutulmuş yüzünü kara mizahla betimlemesi nedeniyle. Romanları, denemeleri ve şiirleri anti- faşist ve savaş karşıtlığının kült eserleriydi; Teneke Trampet, Kedi ve Fare, Köpek Yılları, Yüzyılım vb.
Edebiyatta önemsendikçe toplumsal etkisi büyüyen bir özgürlük ve barış savunucusu olmuştu. İnsan haklarının etkin bir savaşçısı olması, güncel olaylar üzerine demeçleri sağcı Almanları çılgına çevirmeye yetiyordu. Yabancı düşmanlığına karşı eylem ve tutumları ahlak zabıtası, vicdan bekçisi gibi alaylı sözlerle karşılanırdı sık sık. Hiç geri çekilmedi. 1997de Frankfurt Kitap Fuarı ödülünü Yaşar Kemal ile paylaşırken bile güncel bir konuyla ilgili Alman İçişleri Bakanı Manfred Kanther'i yabancı düşmanlığından sorumlu tutmuştu: "Demokratik olarak sağlama alınmış bir barbarlığın sessiz tanıklarıyız".
"Kara leke": Grass'ın sessizliği
Peki, kendi barbar geçmişiyle toplum önünde yüzleşmekte neden bu denli bekledi Grass? Tam 61 yıl boyunca gündemde tuttuğu vicdan, adalet, etik ve edebiyat konuları bir kez daha dalgalandıran haberdeki şu ayrıntı da önemli: "Benim dönemimde SS'ler, 'korkunç' bir birlik olarak değil, aksine tehlikeli bölgelerde görev yapan elit bir oluşum olarak görülüyordu. İnsanlar, Hitler gençliğinin ne kadar modern ve ustaca yetiştirildiğini unutuyor. Hitler'in, 'Gençlik, gençlik tarafından yönlendirilmeli' sözü çok etkili oldu. Hayatımın bu bölümünü, beni üzen ve hakkında konuşamadığım bir kara leke olarak gördüm. Artık bu yazılmalıydı."
Bu sözlerden gençliğindeki büyülenmişliği, kandırılmışlığı da anlaşılıyor.
Gecikmiş vicdan: "Soğanı Soyarken"
O kuşaktan hayatındaki kara lekeyi itiraf edenler yok muydu? Vardı kuşkusuz ve Grass, onlar suçunu itiraf ederken köşesinde sessizce izliyordu. İzledikçe de saklanmayı koyulaştırıyor, vicdanını sesini bastırıyor olmalı ki, itirafı bugüne kaldı.
Onun saklanışındaki korku, bunu kendine açıklarkenki ruh durumu düşündürücü. Siniyor bu cesur adam. Niye? Burası önemli.
Komünist ve Nazi avcılığı Hür dünyanın bir eğlencesi olmaya, savaşın hemen ardından 1945te başladı. Bir yanda komünist komplolar bir yanda ırkçı Naziler. Arada hür dünyayı seçmiş masum insanlar için dehşet öyküleri yayılıyordu her kanaldan. Hollywooddan medyaya hem kârlı hem faydalı, hem anlam kaydıran hem gönül kandıran bir eğlence pazarı kurulmuştu.
En son "Maraton Man" ve "Müzik Kutusu" filmlerinde örnekleri sergilenen Nazi avcılığı, hür dünya iktidarlarınca bir katharsis malzemesine dönüşmüştü. Öyle yapay, ikiyüzlü, standardı bol bir kampanyaydı ki, ünlü solcu Fransalı avukat Jaques Vergesye Nazi kasabı Klaus Barbieyi savunduracak kadar hukuk ve adalet duygusunu zedelemekteydi.
Vergesnin tepkisi, adalet terazisinin ölçüsüne yönelikti; Nazilerin suçu, yargılayanların histerik bir linç duygusuyla meşrulaşmakta, av ile avcı birbirine benzemekteydi. Verges, mahkemede Nazi yanlısı Vichy hükümeti ile işbirliği içindeki Fransızların adlarını tek tek açıkladı. Barbie'nin sömürgelerde katliamlar yapan Fransız ordusundan daha kötü biri olmadığını savundu. Vergesnin tepkisi tuzu kuru hür dünya avcılarının oyunbaz hıncına yönelikti; suçu bir linç malzemesi olarak kullanmanın arkasındaki politik niyetlere yönelik. Toplum ve bireyler kendi faşistlikleriyle yüzleşmeden bir faşisti adilce yargılayamazdı.
Grassın suskunluğunda yıllardır süregelen bu yapay kampanyanın rolünü yadsımamalı. İtiraf edemediği ama içten içe azabını yaşadığı vicdanın eylemci bir kahramanı olmayı bir tür telafi mi saydı, yoksa baskıladığı suçunun yön değiştirmesiyle mi güdülendi? Yoksa aynı duygudan beslenen dönek keskinliğiyle mi avundu?
Gençlik günahını açıklamaya korkarak yaşayan büyük bir yazarın korkusundaki etkenler üzerine düşünmek, özgürlüğe bakışımıza bir katkı yapabilir mi? Belki. Daha uzun yıllar kalacak olan edebiyatına suçunun katkısı ise, bu yazının dışında ama edebiyatın içinde sıkı bir konu.
Ünlü varoluşçu filozof Heideggerin kısa süren Nazi hayranlığını daha sonra susuşla geçiştirmesi Grassın bir öyküsünün de konusuydu. Öyküde bir bölüm tartıştığımız konuya az çok ışık veriyor: Geri gelişimi heideggerce keskin bir dönüş (Kerhe) olarak yorumlamayı denedim Beni geciktirmeden verilecek yanıta zorlayan kız öğrencime, o tartışmalı filozofun Führer Devletine geçici yakınlığına ve kendi her türlü 'marifet'ini örten susuşuna işaret eden, kaçamak ve belli ki yetersiz cevabı verdim. Soruyu hemen arkasından yeniden sadece kendime sordum. (Yüzyılım, Gendaş Y, sf 221. Çev: Nihat Tezeren).
Kahramanın değil de Grassın "Keskin Dönüş"ünden sonra kendine sorduğu sorunun yanıtını, gürültüler arasında edebiyat dünyasını ikiye yararak yayınlanan anı kitabı Soğanı Soyarkenden okuyacağız. Dışavurumu gecikmiş vicdan azabı bakalım ne söyletiyor yazara. (MT/EK)