Bu çalışma, Türkiye halkını temsil niteliğine sahip bir örneklem çerçevesinde Haziran - Temmuz 2003 tarihleri arasında 1557 kadın ve 993 erkekle yapılan yüz yüze görüşmelere dayanmaktadır. Çalışmanın çıkış noktası, kadınların siyasete, üst yönetime, ve iş yaşamına katılmalarına ilişkin başlatılmış ve o tarihlerde Batı toplumları için bile ileri sayılabilecek Cumhuriyet reformlarına rağmen, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 2003 istatistiklerine göre, Türkiye'nin bu konuda tüm Avrupa Birliği ve Birliğe adaylıkları kabul edilmiş ülkelerden, hatta pek çok İslam ülkesinden, geride kalmış olmasının nedenlerini araştırmaktır.
Uluslararası bu istatistikler, Avrupa Birliği'ne üyeliği ulusal hedef olarak benimsemiş Türkiye Cumhuriyeti'nin kadının statüsünü yeniden değerlendirmesi ve bir acil eylem planıyla Türkiye'de kadınların statüsünün çağdaş AB normlarına göre yeniden şekillenmesi gereğine işaret etmektedir.
Bu konu, demokrasisini güçlendirecek açılımlara giderek hız kazandıran Türkiye Cumhuriyeti'nde nüfusun yarısını oluşturan kadınlar açısından önemli olduğu kadar, kadın-erkek eşitliğini medeniyet projesinin temeline oturtmuş olan Avrupa Birliği'ne üyelik kriterlerini karşılamamız açısından da, ivedilikle ele alınması gereken sorunlar arasındadır.
Hatta, kadın konusunda bir eylem planı oluşturulmasının, Aralık 2004'te Türkiye'nin adaylık statüsüne ilişkin Avrupa Birliği kararında çok olumlu bir etki yapacağı görüşündeyiz. Nitekim, Türkiye'de kadınların statüsüne ilişkin eleştiriler AB yetkilileri tarafından sıkça dile getirilmeye başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında çalışmamız, akademik yönünün yanı sıra kadınlara yönelik politika değişikliklerine ışık tutmak amacını da gütmektedir.
Bulgularımız, Türkiye toplumunda kadınların kamu alanındaki rolü konusunda kireçleşmiş bir muhalefet olmadığını, bilakis kadınların gerek eğitim sürecine gerekse iş yaşamı, üst yönetim, ve siyasete katılmalarının halk tarafından desteklendiğini, hatta bu konuda kadınlara yönelik olumlu ayrımcılık uygulamalarının kabul göreceğini ortaya çıkarmıştır.
Aynı zamanda, halkın önemli bir çoğunluğu, bugüne kadar gelmiş geçmiş hükümetlerin ve siyasal partilerin kadın sorunsalına yeterince önem vermediklerini düşünmektedir.
Bu bulguya katılarak ve buradan hareketle, Cumhuriyet kadınlara eşit haklar tanımış olduğu için yapılabilecek tüm değişikliklerin gerçekleştiği türü resmi söylemin, Türkiye'de kadın sorunsalını tartışmayı siyasetin dışına ittiği kanısındayız. Diğer bir deyişle, Cumhuriyet'in ilk yıllarının kadına kazandırdıklarıyla yetinmek, siyasal kadroların tercih ettiği bir politikaya dönüşmüştür. Çalışmamızın, mevcut hükümet ve muhalefete bu konuda yapılması gerekenler hakkında ipuçları vereceğini umuyoruz.
Bu çalışmadaki bulguları ve önerilerimizi bir kaç başlık altında şöyle özetleyebiliriz:
1. Kadın ve Eğitim
Çalışmamızdaki bulgular, eğitim konusunda daha önce yürütülmüş bilimsel çalışmaların bulgularıyla paralellik göstermektedir. Eğitim, Türkiye toplumunun fevkalade önemsediği konular arasındadır. Örneğin, ilkokul mezunu olmayan kadınlar arasında okula gitmediğine pişman olduğunu söyleyenlerin oranı %90.4, sırf ilkokuldan mezunlar arasında ise imkan bulsalardı lise ya da üniversiteyi bitirip meslek edinmiş olmayı istediklerini belirtenlerin oranı %95.4'tür.
Okur-yazar olmayanlar için devletin kurslar açmasını destekleyen ve bu kurslara katılacağını söyleyenlerin oranı da yüksektir. Halkın %64.4'ü, yıllık geliri asgari ücretin altında kalan ailelere, çocuklarını ilkokula gönderdikleri takdirde, devletçe para yardımı yapılabilmesi için daha fazla vergi vermeyi kabul etmektedir.
Eğitimin önemi konusunda kız-erkek farkı gözetilmemekte, hatta halkın %83'ü Türkiye'de kadınların erkeklere göre daha az eğitim almış olmalarını ülkenin gelişmesinin önünde önemli bir engel olarak görmektedir. Bu konuda, kadınlara ilişkin geleneksel değer yargılarından kaynaklanan bir sorun olmadığı, örneğin, okullarda ahlak bozulduğu için kızını okula göndermediğini belirtenlerin %1.9 gibi önemsenmeyecek kadar küçük bir azınlık grubu oluşturduğu ortaya çıkmıştır.
Bu konudaki ne önemli sorunun, ailelerin maddi durumundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Özetle, Türkiye'de eğitime ayrılan kaynakların ve ilkokul sonrası eğitim olanaklarının yetersizliği halkın beklentileriyle uyuşmadığı gibi, kızların eğitimi konusunda kültürel muhafazakarlıktan kaynaklanan bir direnç de söz konusu değildir.
2. Kadın ve İş Yaşamı
Çalışmamızın sonuçları, eğitimde olduğu gibi, kadınların iş yaşamına katılmalarında da Türkiye halkının çoğunluğunun gelenek ya da muhafazakarlıktan kaynaklanan önyargıları olmadığını ortaya çıkarmıştır. Örneğin, çalışan bir kadının namusunu koruyamayacağı önermesine halkın sadece %7.6'sı katılmıştır.
Kendi çevresinde, çalışan kadınlara "kötü gözle bakıldığı"nı söyleyenlerin oranı %20.3, karısını çalıştıran erkeklerin ayıplandığını belirtenlerin oranı %21.6 gibi azınlıkta kalan görüşlerdir. Üstelik, bu oranlar genel olup somut durumlarda farklı bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Örneğin, çalışan kadınlara "kötü gözle bakıldığı" için çalışmadığını söyleyen kadınların oranı sadece %3.1'dir. Benzer şekilde, kadınların %20.5'i erkeklerle bir arada olacakları işyerlerinde çalışmayı uygun bulmazken, çalışmayan kadınların sadece %1.3'ü bu gerekçeyi çalışmama nedeni olarak belirtmişlerdir.
Halkın %92.2'si çalışan kadının kendisine saygısının artacağını, %87.2'si aileden zengin de olsa çalışmanın kadını daha iyi vatandaş yapacağını, % 92.2'si çalışmak isteyen her kadının çalışabilmesi gerektiğini düşünmektedir. Çoğunluk oluşturan görüşler önyargıdan çok, çalışan kadınların ev işi ve çocuk bakımı gibi geleneksel olarak kadının görevi kabul edilen yükümlülükleri ihmal edecekleri kaygısına dayanmaktadır.
Örneğin, ücretli bir işte çalışmayan kadınların %23.6'sı, çalışmama nedenleri arasında küçük çocuklarına bakmak zorunda olduklarını belirtmişlerdir. Bu oran, sayılan tüm nedenler arasında en yüksek olandır. Bunu, %18.2 ile ailedeki erkeklerin izin vermemesi, %18.1 ile iş bulamamak izlemektedir.
Ancak, halkın %93.6'sı çalışan evli kadınların kocalarının da ev işleri ve çocuk bakımını paylaşmaları gerektiğine inanmaktadır. Bu oran kadınlarda %97.7'e çıkmaktadır. Daha da ilginci, ev hanımlarının kocalarından maaş almaları gerektiği fikrine kadınların %21.4'ünün, erkeklerin ise %9.8'inin katılmasıdır.
Ücretli bir işte çalışan kadınların sorunlarını çözmek için devletin rol oynaması gerektiğini düşünenler de çoğunluktadır. Örneğin, devletçe kreş ve çocuk yuvaları açılmasını destekleyenler %95.6'dır. Çalışan kadınlar doğum yaptıklarında, bebeğe baba bakmak isterse, erkeğe ücretli izin verilmesini destekleyenler %52.7 ile şaşırtıcı bir orana ulaşmaktadır.
Eğitimi olmayan kadınlara devlet beceri kursları açsa ve kursları bitirenlere iş imkanları sağlasa, kadınların %59.9'u bu kurslara katılacağını söylemiştir. Bu bağlamda, halkın 97.1'i, kocalarının kötü muamele ettiği kadınlar ve çocukları için sığınma evleri açılmasını da desteklemektedir.
Son olarak, çalışmamızda "işyerinde cinsel taciz" vakalarını da değinilmiş, kendisi cinsel tacize uğramış kadınların bilgi vermekten çekinebilecekleri düşünülerek, kendilerini de zımnen içerecek biçimde sorduğumuz soruya %14.0 bu tür bir davranışa muhatap olmuş kadın "tanıdıkları" olduğunu belirtmiş, bu %14.0'ın %20.2'si şikayetçi olunduğunu, %48.1'i şikayetten sonuç alındığını, %50.9'u ise tanıdıkları kadının işten ayrılmak zorunda kaldığını belirtmiştir.
Ancak, bu bulgular son derece az kişinin bilgi vermesi nedeniyle anlamlı olmaktan uzaktır. Burada esas vurgulanması gereken, bu hususta konuşmama eğiliminin yaygın olmasıdır. İşyerinde cinsel taciz halkın çok büyük bir çoğunluğu tarafından kadınların işlerinde ilerlemelerini engelleyen bir unsur olarak görülmekte, engellemediğini düşünenlerin oranı Türkiye genelinde sadece %7.3'te kalmaktadır
3. Üst Yönetimde Kadın.
Çalışmamızda, diğer iki konuda olduğu gibi, kadınların kamu sektörü ve özel sektörde üst yönetimde görev almalarına karşı muhafazakar tutumlardan kaynaklanan ciddi bir toplumsal muhalefet gözükmemektedir. Bilakis bunun kabul gördüğü ortaya çıkmaktadır.
Soru formumuzda belirtilen ve cumhurbaşkanlığından polisliğe kadar genişçe bir yelpazeyi kapsayan 11 meslek ya da görev arasında hangilerini kadınların yapmasının olumlu ya da olumsuz karşılanacağını irdelediğimiz sorulara verilen yanıtlar, halkın büyük çoğunluğunun kadın-erkek arasında ayrım gözetmediğini ortaya çıkarmıştır.
Bu 11 meslek ya da görevin kadınlar tarafından yerine getirilmesini uygun bulduğunu söyleyenlerin oranı, meslek ya da görevin niteliğine göre %77.7 ile %85.1 arasında değişmektedir. Kadınların polis olarak görev yapmalarını en yüksek oranla %85.1 desteklerken, cumhurbaşkanı olmalarını en düşük oranla %77.7 uygun bulacağını belirtmiştir.
Cevaplarda bu konuda fikri olmadığını söyleyen ya da soruyu cevaplamayanlar olduğu da göz önüne alındığında, bu oranlar fevkalade yüksektir. Kadınların cumhurbaşkanlığına olumlu yaklaşanların oranının diğer meslek ya da görevlere kıyasla daha düşük olması, bu güne kadar kadın bir cumhurbaşkanımız olmaması, dolayısıyla kişilerin görüşlerini etkilemekte referans gösterecekleri bir "rol modeli" bulunmamasına bağlanabilir.
Ancak, kadınların üst yönetimde görev almalarının önünde engeller olduğu da düşünülmekte, halkın sadece %25'i hiç bir engel olmadığını belirtmektedir. Bu engeller arasında, çalışılan kurumdaki yükseltmelerde kadınlara erkeklerle eşit imkan tanınıp tanınmadığını irdelediğimiz soruda, özel sektör kuruluşlarında, kamu sektörüne göre, daha fazla imkan tanındığının düşünüldüğü ortaya çıkmaktadır.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında devlet politikası olarak kadın istihdamına verilen önem göz önüne alındığında, günümüzde devletin bu konuda özel sektöre kıyasla daha fazla ayrımcılık yaptığına inanılması düşündürücüdür.
Kadınların üst yönetimde neden erkeklerle eşit konumda olmadıklarını irdelediğimiz sorularda, ev işleri ve çocuk bakımı gene ön planda gözükmektedir. Halkın takriben %35'i ev işi ve çocuk bakımı gibi konuların kadınların kariyerinde engel teşkil ettiği görüşündedir. Ekonomi ve siyasetin kilit noktalarında erkeklerin kadınlara kıyasla daha başarılı olduğunu düşünenler %50.8 ile halkın yarısıdır.
Ancak, bu görevlerde kadınların görece başarısız kabul edilmeleri erkeklere göre daha az yetkin oldukları düşüncesi yerine, ev işi ve çocuk bakımını üstlenmek zorunluluğuna dayandırılıyor gibi gözükmektedir. Aksi takdirde, işlerinde başarılı olmalarına rağmen önemli görevlerin kadınlar yerine daha başarısız olsalar bile erkeklere verilmesi önerisine sadece %16 katılmaktadır.
4. Kadın ve Siyasal Katılım
Uluslararası istatistiklerde Türkiye, kadınların oy verme hariç aktif siyasete katılmalarının en düşük olduğu ülkelerden biridir. İstatistiklerdeki sıralamalarda TBMM'deki kadın milletvekillerinin oranı %4.4 olan Türkiye bu sıralamada, örneğin, %4.1 ile İran İslam Cumhuriyeti, % 3.3 ile Nijerya, %2.4 ile Mısır gibi demokrasi ile yönetilmeyen ülkelerle neredeyse aynı düzeydedir.
Bu oran, tüm AB üyesi ve üyeliği kabul edilmiş ülkelerde çok daha yüksek olduğu gibi, %20.6 ile Pakistan, %14.5 ile Malezya, %11.5 ile Tunus, %10.4 ile Suriye, %9.7 ile Sudan, %8.0 ile Endonezya, %6.1 ile Fas ve %6.0 ile Cezayir v.b. bir çok Müslüman ülkede de daha yüksektir. Bu tablo, cumhuriyet projesini kadın-erkek eşitliği üzerine kurmuş olan Türkiye açısından düşündürücüdür.
Bu tabloyu açıklamakta, kadınların siyasetle ilgilenmedikleri sık gerekçe olarak gösterilir. Bulgularımız, Türkiye'de sadece kadınların değil, erkeklerin de siyasetle fazla ilgilenmediklerini ortaya çıkarmıştır.
Siyasetle ilgilendiklerini belirtenlerin oranı erkeklerde %34.4, kadınlarda ise %18.6'dır. Ancak, eğer siyasete ilgi Meclis'teki kadın-erkek oranını belirleyecek tek faktör olsaydı, TBMM'de her iki milletvekiline bir kadın düşmesi, diğer bir deyişle, Meclis'in en az üçte birinin kadın milletvekillerinden oluşması beklenirdi.
Üstelik, siyasete girmeyi düşünebileceğini, ya da teklif gelse kabul edeceğini söyleyen kadınların oranı oldukça yüksektir. Kadınların %33.8'i bir partiye üye olup siyaset yapmayı düşünebileceklerini söylemiştir.
Destekledikleri bir parti seçimlerde aday olmalarını önerecek olsa, bu öneriyi kabul edeceklerini söyleyenlerin oranı, önerilen adaylık türüne göre, %38.5 ile %43.4 arasında değişmektedir. Benzer öneriler bir kadın arkadaşlarına yapılsa, kabul etmesi için teşvik edeceklerini söyleyenler %82.7 ile çok daha büyük bir orandır.
Yakınları kadınların siyasete girmesini kabul edeceklerini belirtenler gene yüksek oranlardadır. Erkeklerin %55.8'i, şu anda evliyse veya evlendiğinde, karısının siyasete girmesine itiraz etmeyeceklerini söylemişlerdir. Aynı soru hem kadın hem erkeklere "kızınız varsa ya da olsaydı" şeklinde sorulmuş, su soruda olumlu yanıtlar artarak erkeklerin %68.5'i ve kadınların %73.7'si kızlarının siyaset girmesini kabul edeceklerini söylemişlerdir.
Halkın %74.3'ü bugünkü Meclis'teki kadın milletvekili oranını yetersiz bulmaktadır. Bu oran kadınlarda %80.8'e çıkmaktadır. Siyasal partilerin, kadınların siyasete çekebilmek için yeterince çaba göstermediklerini düşünenlerin oranı da %73.6'dır.
Daha da önemlisi, kendi görüşlerine ters düşmeyen bir parti son seçimde çok sayıda kadın milletvekili adayı göstermiş olsaydı, kendi tercih ettikleri parti yerine bu partiye oy vereceğini söyleyenlerin oranı %43.5'tir. Bu oran kadınlarda %49.4'e ulaşmaktadır.
Türkiye'de kadınların siyasette az sayıda yer almalarının nedenleri sorulduğunda, %65.1 kadınlara siyasette fırsat tanınmadığını belirtmiştir. Bu oran kadınlar arasında %74.0 ile daha da yüksektir. Siyasi gözlemciler tarafından öne sürülen yaygın gerekçenin aksine, halkın sadece %14.1'i, kadınların siyasete girmek istememelerini siyasette çok az sayıda yer almalarının nedeni olarak göstermiştir.
5. Kadın Sorunsalına İlişkin Devlet Politikaları
Çalışmamızdan ortaya çıkan bir diğer önemli sonuç, Türkiye'de kadınların bu günkü konumundan halkın büyük çoğunluğunun memnun olmadığı ve bu konuda devletin yüklenmesi gereken görevler olduğunu düşünmesidir. Gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin, kadınların eğitim, sağlık, iş bulma, yasal haklarından yararlanabilme gibi sorunlarına yeterince önem vermediklerini düşünenlerin oranı %75.9'dur.
Kadın konusunda oluşturulacak politikalara yön vermesi açısından önemli bulduğumuz bir diğer olgu, kadınlar lehine olumlu ayrımcılık yapılmasının desteklenmesidir. Kadınların milletvekili seçilebilmeleri için siyasi partilerin kadınlara oy pusulalarının üst sıralarında yer ayırmaları fikrini halkın %74.3'ü desteklemektedir. Diğer bir deyişle, pek çok Batı ülkesinde uygulanan "kadın kotası" halk tarafından uygun bulunmaktadır.
Benzer şekilde, çok sayıda kadın aday gösteren siyasi partilere daha fazla hazine yardımı yapılması halkın takriben %40'ı tarafından destek görmekte, belirli sayıda kadın çalıştıran ya da şirket üst yönetiminde belirli sayıda kadın bulunduran işyerlerine devlet ve belediye ihalelerinde öncelik tanınması, bu tür işyerlerine devletin ucuz kredi, vergi indirimi gibi destek vermesi, halkın takriben %50'si tarafından uygun bulunmakta, bu oranlar kadınlarda daha da yükselmektedir.
Bu sonuçlara ilaveten, ilk öğretim programlarında kadın-erkek eşitliğini vurgulayan konuların okutulması, çalışan kadınlar için doğum izin sürelerinin uzatılması, çocuğa baba bakmak isterse babalara da ücretli izin verilmesi, kreş ve çocuk yuvalarının yaygınlaştırılması, kocalarından kötü muamele gören kadınlar için sığınma evleri açılması gibi konularda da devletin ağrılığını koyması doğrultusunda büyük bir halk desteği vardır.
Öneriler
Türkiye'de kadınların eğitim sürecine, iş yaşamına, üst yönetime, ve siyasete daha yüksek oranlarda katılmaları önündeki engellerin kaldırılması ve katılımın teşvik edilmesi amacıyla bir eylem planı oluşturulmasını ve bu plan çerçevesinde "Kadın on Yılı" ilan edilmesini öneriyoruz. Örneğin, Japonya bu tür bir girişimde bulunmuş ve sonuçta sorunu çözmekte epey yol kat etmiştir.
Tarihsel olarak ayrımcılığa uğramış ve bunun sonucunda aleyhinde önyargılar oluşmuş her toplumsal grup gibi, kadınların sorunlarının çözümlenmesinde de, devlet eliyle "olumlu ayrımcılık" uygulamaları pek çok Batı ülkesinde sonuç vermiş, bu ülkelerde kadınların statüsünde çok önemli değişiklikler olmuştur. Bu on yıl içinde, her şeyden önce, Türkiye'de de kadınların üst yönetimde görev alabilmelerini sağlamak amacıyla devletin benzer olumlu ayrımcılık politikalarını yürürlüğe koyması gerektiği kanısındayız.
İkincisi, kadınların aktif siyasete girmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Bu sorunun aşılmasında bir çok ülkede olduğu gibi, Türkiye'de de, siyasal partilerin "kadın kotası" koymalarını zorunlu kılmak önemli bir aşama olacaktır.
Üçüncüsü, bu on yıl içinde kadınlar için bir eğitim seferberliğinin başlatılmasıdır.Mevcut programların yaygınlaştırılması, kız çocuğunu okutan ailelere ek vergi indirimi v.b. teşvikler verilmesi, çocuklarını okutmak için maddi durumu yetersiz ailelere devlet yardımı yapılması, okuma-yazma bilmeyen yetişkinlere kurslar açılıp yaygınlaştırılması ve tüm bu çabaların sivil toplum örgütleriyle birlikte yürütülmesi düşünülebilecek projeler arasındadır. Gerekirse, halkın %64.4'ü tarafından da destek bulan, salt eğitimde harcanmak üzere, gönüllü bir ek vergi de konabilir.
Dördüncüsü, ilk eğitim ders kitaplarının değiştirilerek kadınların eğitiminin, meslek sahibi olmalarının, iş yaşamı ve siyasete katılmalarının önemini vurgulayan konuların okutulması, kadınlara karşı her türlü şiddet ve ayrımcılığın yanlış olduğunun öğretilmesi, müfredata kadın sorunların ele alan derslerin eklenmesi, bu konuda öğretmenlerin eğitimden geçirilmeleri, yüksek öğretimde, özellikle eğitim, hukuk, tıp fakülteleri ve polis akademilerinde de benzer derslerin zorunlu tutulması uzun dönemli değişimi sağlayacak önerilerden birkaçıdır.
Beşincisi, kadınların iş yaşamına katılımlarının önünde en büyük engel gibi gözüken çocuk bakımı sorununun devlet eliyle çözümlenmesidir. Kreş ve yuvaların yaygınlaştırılması, işletmelere getirilmiş olan kreş açma zorunluluğunun çalıştırdıkları kadın sayısına bakılması yerine erkekleri de içerecek şekilde çalışan kişi sayısına bakılarak yeniden düzenlenmesi, doğum sonrası ücretli izin süresine, doğum yapan kadın yerine geçici istihdam kanalıyla ücretsiz izin süresinin eklenmesi--ki bu tür bir uygulama işsizlik sorununu da, geçici olsa bile, kısmen hafifletecektir-- tercih edildiği takdirde anne yerine babaya ücretli izin verilmesi, kadınlar için beceri kurslarının yaygınlaştırılması alınabilecek önlemler arasındadır.
Altıncısı, bu "Kadın on Yılı" süresince basın-yayın kurumları aracılığıyla kadın sorunsalının tartışılması ve halkı eğitici programların yaygınlaştırılması yukarıda saydığımız değişiklik önerilerinin başarısında önemli bir katkı sağlayacaktır.
Son olarak, bu çalışmada ele almadığımız, ancak kadınların statüsünün değişiminde çok önemli olan yasal düzenlemelerin yapılması ve Avrupa Birliği'ne üye ülkelerde olduğu gibi Anayasanın 10. maddesine "olumlu ayrımcılık yapılabileceği" ibaresinin eklenmesi önerilerimiz arasındadır.
Avrupa Birliği kapısındaki Türkiye'de, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesinde de önemli bir yeri olan kadın-erkek eşitliğinin salt kanun metinlerinde kalmayıp hayata geçirilmesi, kadınların bu günkü konumunun ciddi bir sorgulamaya tabi tutulup iyileştirilmesi, bu konuda siyasi bir iradenin mevcut olup olmamasına bağlıdır. Çalışmamızdan çıkan nihai sonuç, böyle bir iradenin Türkiye halkı tarafından da destek göreceği doğrultusundadır. (NM)