İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik Erzurum’da taşlarla saldırılması, Tarsus’ta Yeşil Sol aracına yönelik saldırılar, 14 Mayıs seçimlerine giderken seçim sürecinde yükselen şiddet örneklerinden bazıları.
Siyasal İletişim Uzmanı Şeyda Taluk, Ekrem İmamoğlu’na yönelik saldırıların yeni değil ama tehlikeli olduğuna dikkat çekiyor. “Türkiye’de farklı katmanlarda, seçmen gruplarında “ötekine” karşı öfke büyüyor ve siyasi erk kadar diğer siyasi yapılar da bu öfkeyi besliyor, büyütüyor. Oldukça rahatsız edici bir durum” diye de uyarıyor.
Taluk, bianet’in sorularını yanıtladı.
“Kararsızların karar vermesinde etkisi olabilir”
Bu saldırılar siyaseten ne anlama geliyor?
Yeni bir şey olduğunu söyleyemem ancak tehlikeli bir şey olduğunu söyleyebilirim. İktidar çok uzun bir zamandır sırtını nefret söylemine dayamış durumda.
Seçim yaklaştıkça da bu söylemini daha da sertleştiriyor, açıkça insanları hedef gösteriyor.
Bilinen kaynaklarda üretilen yanlış bilgi yandaş medya, troller aracılığıyla sosyal medyada akıtılırken kişiler tarafından da meydanlarda dile getiriliyor.
Manipülasyon, sahte haber ve kışkırtmaya dayalı bir kampanyanın sonucu olarak ortaya çıktı bu.
Sizce bu saldırılar “kararsız seçmeni” etkileyecek mi?
Kitleleri yönetmenin en kısa yollarından biri de eski ve tarihi nefret, ön yargılar üzerinde çalışmak, buna göre propaganda yapmaktır.
Günümüz iletişim kampanyalarına baktığımızda özellikle sağcı muhafazakâr politikacıların bu yönteme başvurduğunu görüyoruz. Bu yöntemin işe yaradığı durumlar elbette var.
Türkiye’de de işe yarayacağı kuşkusuz. Ancak AKP’nin seçmen kitlesini genişletmek açısından büyük bir fayda sağlayacağını sanmıyorum.
Sadece kararsızların (bunun da büyük bir sayı olduğunu düşünmüyorum) karar vermesi üzerinde etkisi olabilir. Ancak bazı bölgelerde korkuya da neden olabilir.
Buradan bakıp kesin bir şey söyleyemem ancak bu tarz bir iletişim söylemini, kendi kitlesini muhafaza etmek için kullanan geçmiş tüm sağ iktidarlara bakınca, bunda başarılı olduklarını görüyoruz.
“Rahatsız edici bir durum”
Siyasette kullanılan dilin yayılan nefret söylemlerinin bir yansıması diyebilir miyiz?
Elbette. Bu nefret söyleninden de öte bir şey aslında. Ciddi bir manipülasyon, yanlış bilgi, sahte haberlere dayalı bir süreç.
Klasik bir söylem vardır ya, toplumun sinir uçlarıyla oynamak diye, ondan da öte, sinir uçlarını olduğu gibi imha etmek diyebiliriz. Ancak bu dili konuşurken bunun toplumsal temsiliyetini de konuşmak lazım.
Böylesi bir dilin, seçmenin önemli bir bölümünde de karşılık gördüğünü akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Türkiye’de farklı katmanlarda, seçmen gruplarında “ötekine” karşı öfke büyüyor ve siyasi erk kadar diğer siyasi yapılar da bu öfkeyi besliyor, büyütüyor. Oldukça rahatsız edici bir durum.
Ayrıca özellikle son dönemde AKP’sinden muhalefetinden herkes LGBTİ+’ları da yeni bir nefret objesi olarak sunuyor. Sizce CHP’li biri mesela ya da fobik biri bu söylemlerden etkilenip oy verme davranışını değiştirir mi?
AKP, kendi seçmen mahallelerini iyi bilen, tanıyan bir siyasi parti. Söylediği, yaptığı her şeyin hesabı var aslında. Bu anlamda takdir edilecek bir durum. Fobik söylemi de, başka mahallelere yönelik bir durum değil.
CHP’nin mahallesiyle zaten ilgilenmiyor bile. Siyasal iletişimin de kurallarından biridir bu. Oy devşirmek için karşı mahalleyle zaman harcamazsın. Burada yapılan bir yandan kendi mahallesinde coşku ve öfkeyi arttırırken safları sıklaştırmak, diğer yandan da kendinden kaçan oyları geri getirmek.
O nedenle dikkatle kurguladığı nefret, fobi söylemi bunun üzerine kurulu. Türkiye üzerin yapılan araştırmalar bakın, baktığınızda Türkiye’nin zaten fobi bir toplum olduğunu göreceksiniz.
Tüm popülist sağ “liderler" gibi burada da beslenilen damarlar bunlar. Oysa gerçek anlamda liderlik, popülizm değil tersine ideal yaşama, ülküye ulaşmak için ilham kaynağı olmak, buna ulaşabileceğine dair umudu aşılamaktır.
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Korku ve umut, seçim kampanyalarında en fazla kullanılan duygular. “Biz gidersek mahvolursunuz” a karşı “biz gelirsek her şey güzel olacak.” İşte muhalefetteki siyasi partilerin de bugün yapması gereken aynen Ecevit’in 1977’te yaptığı gibi ”Halkın İktidarını Kurup Yükselen Yeni bir Türkiye’nin Doğacağına” dair umudu inşa edebilmeleri ve kafası karışık seçmeni de buna ikna edebilmeleridir.
Bir de daha önce kutuplaşma üzerine kaleme aldığım yazıdan bazı parçalar ekliyorum:
İnsanlar politik olarak kutuplaştığında, kendilerinden siyasi olarak farklı olan insanları anlamak istemezler ve anlaşmazlıklarına, aradaki uçuruma dair nedenler üretmeye eğilimlidir. Bunu aşmak için farklı bir anlatı ekseni kurarak, insanları etkilemek ve ikna etmek şarttır.
Kutuplaşmayla, “ortaklık, duygudaşlık” üzerinden umut hikâyeleri yazarak mücadele edebiliriz. Ortak bir hikâyenin etrafında kutuplaşan, ayrışan insanları toplamak güçlü bir liderlik gerektirir. Aynen bir bilgenin ateşin etrafında topladığı ve masallar anlattığı insanları gibi.
Gençlerle Çalışmaya Önem Vermek: Araştırmalara göre, insanların siyasal davranışları 16-22 yaşları arasında gelişiyor. Bu nedenle davranış değişikliğini sağlayabilmek için bu yaş gruplarıyla güçlendirme, eğitim gibi çalışmalar yapmakta yarar var. Gerekirse bu çalışmaların aileleri de kapsaması üzerine taktikler geliştirilmelidir. Eğitim kurumları ve sivil toplum örgütleri, inisiyatif alarak belirli bir strateji doğrultusunda çalışmalar gerçekleştirebilir.
(EMK)