Haberin İngilizcesi için tıklayın
“Meclis Genel Kurulu’na getirilen, sivil toplum kuruluşlarına kayyım atanmasının önünü açan bu yasa teklifi insan haklarıyla ilgilenen sivil toplum kuruluşlarına bir mesaj. Yasa dernekleri, vakıfları kamu hiyerarşisinin içine dahil edecek.
“Derneklerin seçilmiş yöneticileri görevlerinden uzaklaştırılıp yerlerine kayyımlar atanırsa alternatif koronavirüs verileri yayımlayan dernekler artık bu verileri kamuoyuyla paylaşamayacak. Kömürle çalışan elektrik santrallerine karşı politika yürüten, nefret söylemine ya da LGBTİ+’ların sorunlarını gündeme getiren, adil yargılanma hakkıyla ilgili izleme faaliyeti yürüten sivil toplum kuruluşları, kuruluş misyonlarını yerine getiremeyecek.
“İnsan hakları dediğimiz şey potansiyel olarak yalnızca devlet tarafından ihlal edilebilen, izleme yaptığınızda da sadece devletin ihlallerinin izlemesini yapabildiğiniz bir kavram. Şimdi devlet görevlendirdiği kişilere, kayyımlara kendisini izlettirir mi?”
Kaos GL Hukuk Koordinatörü avukat Kerem Dikmen, kitle imha silahlarının finansmanı ile terörizmin finansmanı için hazırlanan yasa teklifinin içine konulan, fakat bu konulardan daha çok sivil toplumun haklarını kısıtlayan yasa teklifini anlatırken bu cümleleri kuruyor.
Daha birkaç hafta öncesinde Türkiye’nin gündeminin ‘reform’ süreci olduğunu dile getiren Dikmen, “Ama gördük ki sivil toplumun ‘reformdan’ anladığıyla hükümetin anladığı farklı şeylermiş” dedi ve yasanın sivil toplum üzerine nasıl bir darbe indireceğini anlattı.
Kanun teklifinin 7 farklı kanunda değişiklik öngördüğünü hatırlatan Dikmen teklifteki 1’inci maddenin Türkiye’de faaliyet gösteren tüm dernek ve vakıfları kapsam altına aldığını ifade etti.
"Amaç dernekleri paralize etmek"
Dikmen, tüm dernek ve vakıfların zaten İçişleri Bakanlığı’nın denetimi altında olduğunu hatırlatarak şöyle konuştu:
“Teklifin yasalaşması halinde etkilerini iki ana başlık halinde göreceğiz. Bunlardan biri denetimler, ikincisi de faaliyetin askıya alınması, yöneticilerin görevden uzaklaştırılması ve giderek derneklerin kapatılmasına yol açacak süreç.
Öncelikle sivil toplum bu yasa teklifine itiraz ederken denetlenmeyle ilgili bir kaygısı hiçbir zaman olmadı. Zaten denetleniyorlar. Bunun yanında, dernek ve vakıflar zaten denetim olmaksızın bazı bilgileri otomatikman beyanname ve bildirimler kamu idaresine bildirmek zorunda.
Örneğin üyeliğe dahil edilenler, üyelikten çıkarılanlar 30 gün içerisinde Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü‘ne bildirmekle yükümlüler. Taşınmaz mal edinme bildiriliyor, senelik beyanname veriyorsunuz, yılsonunda bilançolarınızı devlete iletiyorsunuz. Ayni mal aldığınızda, ayni bağış yaptığınızda ya da yurtdışından bir para aldığınızda bunları zaten düzenli olarak bildiriyorsunuz.
Yani aslında denetim ihtiyacını rutin olarak beyanname ve bildirimlerle bu kuruluşlar yerine getiriyor.
Şimdi ise yasa teklifiyle birlikte öncekinden farklı olarak bu denetimler yıllık rutin hale getirilmek isteniyor. Üstelik İçişleri Bakanlığı'na bağlı mülkiye müfettişlerinin yaptığı denetimler, kolluk kuvvetleri hariç tüm kamu görevlilerine denetim yetkisi verilerek yapılacak.
Yani denetimlerde, ilgili ilgisiz bütün kamu görevlilerinin dahil olduğu bir süreci göreceğiz. Mesela adliye personeli. Denetleyeceği kurumun tabi olduğu mevzuata ilişkin en ufak bir bilgi kırıntısına bile sahip olmayan kişiler, derneklerin denetimi yapacak. Bu kasaba gidip aracınızı muayene ettirmek gibi bir şey aslında. Buradaki amaç dernekleri paralize etmek. Bir virüs gibi sivil toplumun bütününe yayılan ve hiçbir sınırı olmayan bir denetim sürecini öngörüyor bu yasa."
“OHAL dönemiyle aynı süreç"
Sivil toplum kuruluşlarının ve yöneticilerinin soruşturmaya tabii tutulmasının sonuçları üzerine de konuşan Dikmen, mahkeme kararı olmaksızın kurum yöneticilerinin yasayla birlikte görevden alınabileceğini söyledi.
Normal koşullarda bir sivil toplum kuruluşu ya da siyasi partinin yönetim kurullarına seçilebilmek için Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesindeki bazı hak yoksunlullarının olmaması gerektiğini ifade eden Dikmen sözlerine şöyle devam etti:
“TCK 53’e göre örneğin hırsızlık suçundan ya da kasten yaralama suçundan cezalandırılan biri üzerindeki kısıtlılık cezanın zamanaşımı süresi geçtikten sonra kaldırılıyordu. Şimdi kaldırılmayacak.
“Üstelik bunu yaparken de mahkeme kararı da aramayacak. Kişi hakkında soruşturma açılması yeterli olacak. Yetmeyecek, İçişleri Bakanlığı kuruluş yöneticisine bir soruşturma açılmışsa o kuruluşu faaliyetten men edebilecek.
“Bu aynı OHAL döneminde bir yargı denetimine tabii olmaksızın derneklerin kapatılmasıyla aynı süreç. Yasa, içinde bulunduğumuz dönemde tıpkı OHAL döneminde idarenin yaptıklarını tekrar yapabilir hale getirmesine imkan verecek.
“Zaten Türkiye'de yargı süreçleriyle ilgili, adil yargılanma hakkıyla ilgili adalete duyulan bir güvensizlik var. Yoksa tabii ki devlet ceza kanunları ile ceza eylemleri de tarif eder, bu ceza eylemlerini gerçekleştiren kişilere yargılama da yapar, onlara ceza da verir. Bunları tartışmıyoruz.
“Yargı bağımsızlığı yoksa, adil yargılanma hakkıyla ilgili sorunlar varsa, bu yasayı Türkiye’nin geldiği mevcut koşullarla birlikte okuduğunuz zaman tehlikeyi anlıyorsunuz.”
"Toplum bir araya gelmesin isteniyor"
Yasanın insan haklarıyla ilgilenen sivil toplum kuruluşları dahil bütün kamu dışındaki özel ve tüzel kişilere bir mesaj olduğunu dile getiren Dikmen sözlerini “Önce barolar, sonra meslek örgütleri, şimdi de sivil toplum kuruluşları. Bu kesinlikle bağımsız, birbirinden kopuk bir süreç değil. Her biri zincirin halkası. Sivil toplum kuruluşları kamu hiyerarşisinin içine dahil edilmeye çalışılıyor. Örgütlenme özgürlüğü ihlal ediliyor. Sivil toplumun motivasyonu kırılıyor. Kimse dernek açmasın isteniyor, toplum bir araya gelmesin isteniyor, tartışmasın isteniyor. Sivil toplum yok ediliyor” ifadeleriyle noktaladı.
(HA)