* Fotoğraflar: Efecan Tan
Başkentin göbeğinde, Başçavuş’ta bir işgal evindeydik. Sohbet bitip evden ayrıldığımızda, yaklaşık 15 kişilik grubun içerisinden neredeyse kimsenin ismini sormadığımızı, ismimizin sorulmadığını fark ettik. Bize verilen kimlikleri üzerimizden çıkarmış, sadece insan olarak birbirimizle iletişim kurmuştuk ki bu bizim için çok yeni bir şeydi.
Atopya hem bizim İstanbul’dan aşina olduğumuz işgal evlerinden ve sıkışmış hayatlarımızdan çok farklı hem de aslında orada yaşayan insanlar için de alışılmadık bir deneyim. Yeni doğmuş bir çocuğa heceleri tek tek ve büyük bir sabırla öğretirmiş gibi kendi pratiklerini okudukları ve okudukları üzerine düşündüklerinden yola çıkarak geliştirmeye çalışıyorlar. Bazı konularda net olamadıklarını, kuralları reddeden yapılarına rağmen eve beraberlerinde getirdikleri alışkanlıkları bırakana kadar birtakım kurallar belirlediklerini kabul ediyorlar. Kafalarında çelişkiler de var ve bunları aşmak için konuşup tartışıyorlar. Bu ülkede, hatta dünyada olmayan bir şey değil mi artık düşünmek? Bu nedenle çok değerli ve sahip çıkılması gereken bir hareket onların başlatmaya çalıştıkları bu yeni yaşam.
Umuyoruz ki, bu sıfatsız, sınırsız söyleşi; ulaştığı her yerde, bu söyleşiden arta kalanlarla yetinmeyip emekle yaşanılabilir bir hale getirilen, yaşayan bu evin bahçesinde daha derin sohbetlere dalınmasına vesile olur.
“Atopya, Foucoult’un Kelimeler ve Şeyler kitabından “yoldan çıkmak” anlamına gelen bir kelime. Aslında müzik grubumuza isim ararken seçtim ben bu kelimeyi ve üzerine kendi kafamda da bir şeyler geliştirdim. Sokak müziği yapıyoruz ve zabıta buna müdahale ediyor biliyorsunuz. Aynı zamanda polis var, sonra devletin kendisi var. Bu tip dikey örgütlenme biçimi, öznelerin bulunduğu alandan başka bir alana yatay olarak örgütlenmesini engelleyen bir şeydir. Bunun farkındaydık. Müziğe başlarken hiç düşünmedik zabıtayı. Zabıta kafamıza dikildi, kendimizi dayattık ve zamanla gelmemeye başladılar. Ütopyada gelecekte çok güzel yaşamlar olacaktır, mutlu hayatlar sürülecektir gibi bir anlayış vardır. Bir nevi geleceğe bırakma hali. Biz de madem böyle bir hayat yaşanabilir, bunu şimdi başlatabiliriz dedik. Biz de öğrenmeye başlıyoruz. Yaşamın nasıl olabileceğini biliyoruz, bunu istiyoruz; ama gönüllülük, kendini iyi hissetme durumunu zamanla öğrenmeye çalışıyoruz.”
Gezi sürecinden sonra işgal evleri oluşmaya başladı ve “Atopya” Ankara’da bir ilk. Bu evi işgal ederken amacınız neydi?
İşgali yaygınlaştırmak; ama sadece bir kültür evi değil de eylemli anarşi olarak. Gezi sürecindeki eylem tarzlarından ziyade yeni eylem tarzları oluşturma çabası. Evlerin, betonların arasında sıkışmış hayatları bırakıp doğayla insanla bir arada olmak için.
Peki, bu işgalin süreci nasıl gerçekleşti? Nasıl bir araya geldiniz?
Benim işgale dair hep bir hayalim vardı; ama bunu bir türlü hayata geçiremedim. Tanıştık, iki gün sonra falan da bu binayı iki arkadaşımız buldu ve burayı işgal ettik. Aslında çok da hızlı oldu. Toplam 15 kişiydik.
İstanbul’daki işgal hareketlerinin bu süreci tetiklediğini söyleyebilir miyiz?
İstanbul’la çok alakası yok aslında. Burada bulunan insanlar Gezi’den önce de bir arada olan insanlardı. İşgal etmeyi yani “doğrudan eylemi” bir eylem biçimi olarak savunan insanlarız. Çok da düşünüp tasarlamadık. “Ankara’da işgal olmaz, imkansız” diyenler vardı. Bunu söyleyen anarşistler bile vardı. Ama biz zaten mülkiyeti sorgulamadığımız için buradayız. Bu pratikle ilgili bir şey.
İşgal evi olmaz dediğin zaman bu senin tembelliğinle ilgili. Sen kendini hapsediyorsan, kendi adına, bir grup adına bir şeyler yapmıyorsan, kafanda büyütürsün zaten. Biz hiç kafamızda büyütmedik ve on beş kişiyle burayı işgal ettik.
O zaman İstanbul’dakilerden sonra olması bir tesadüf ve herhangi bir bağlantı yok diyebiliriz.
Tamamen farklı. Ben birebir gördüğüm için konuşabilirim: Don Kişot mesela, akşam 10’dan sonra kapanıyor. Bir etkinlik, bir kültür merkezi gibi. Buranın farklı olmasının sebebi, burada bir hayat kurmuş olmamız. Hepimiz burada yaşıyoruz aynı zamanda.
Peki, Berkin Elvan bir öğrenci eviydi, Don Kişot kültür merkezi, Caferağa mahalle evi, Atopya için ne diyebiliriz?
Bence öyle bir tanıma gerek yok. Bir işgal hareketi buradaki. Bu sistemdeki bir çatlaktır ve bu çatlaklar büyümeli, yeni işgal evleri oluşmalı. Ancak böyle başarılı olabiliriz. “Sisteme yaralanacağı yerden vur” diye bir söz vardır. Burası bir özel mülk; o nedenle daha anlamlı ve değerli benim açımdan. Bir vakıf binasına girmek çok da zor değildir.
Burasının üç kardeşe miras kaldığını, sonuçlanamayan bir davanın olduğunu ve işgalden sonra ev sahibinin geldiğini fakat bu durumu sorun etmediğini duyduk. Aslında bunlara bakınca, bir kamu malından daha kolay gibi geliyor bana.
İşgal ederken bunu bilmiyorduk, sonra öğrendik. İlk başta ev sahibi geldi ve “Ne işiniz var burada?” dedi. Bir zararımız olmadığını gördükten sonra “Dava sonuçlanana kadar kalın” dedi. Ama böyle bir durum olmasa da direnirdik.
Bu durumda da polis müdahalesi pek olmuyor.
Ev sahibiyle konuştuğumuzdan beri 10 defaya yakın polis geldi, terörle mücadeleden bile geldiler. Polisler birinde şikâyet var diye uydurma bir bahaneyle geldi, sonra bayrağı indirin dediler. Biz indirmedik tabi. Şimdi polislerin ayağı kesildi; ama siviller, faşistler… Yani başka şekillerde gelmeye devam ediyorlar. Geceleri güvenliği sağlamak için nöbet tutuyoruz mesela...
Burada kural olmayan, hadi ilke diyelim, neler var? Ben 10’dan sonra gürültü yapılmadığı, üst katın Afgan mültecilere ayrıldığını bile duydum.
Öyle çok motomot şeyler yok ama üst iki kat yaşadığımız yer. Burada mültecilerle ilgili bir şey düşünmedik. Aslında onlar için yeni bir işgal evi düşünmüştük ama onlar buradaki eylemlerini bitirdiler. Zaten bir evde yaşayalım gibi bir dertleri yoktu, kendi evleri vardı. Amaçları bu değildi. Daha çok başka şeyler için eylemdeydiler. Bunun için forum düzenledik ama onlardan böyle bir talep olmayınca bıraktık.
Burada, değişen kişiler olduğunda mesela, karar alma mekanizmanız nasıl gerçekleşiyor?
Karar alanlar, bu evi oluşturan ve sonradan buraya katılan insanlar. Ama dışarıdan gelen biri referans olmadığı zaman gece kalamaz. Burası daha politik, daha radikal yapılmak istenen şeyler açısından. Kural koymak zorundasın. Yasalar olmasın, insanlar bir takım şeyleri halledebilsinler tabii ki, bizim amaçladığımız da bu. Ama insanlar dışarıdan bir takım alışkanlıklarla geliyor ve onları buradaki yaşantıya dayatabiliyorlar. Onun önüne geçmek için kurallar koymak zorunda kalıyorsun. Herkes burada bu ölçüde istediğini yapabilir. Ama örneğin alkolü yasakladık. Bu alkole karşı ahlaki bir davranış değil ama burası kurtarılmış bölge değil henüz, devrim falan olmadı. Bu nedenle burada her istediğimizi yapmak henüz mümkün değil. Bu nedenle dikkatli ve temkinli olmamız gerekiyor.
Referanssız biri geldi diyelim, uyum süreci nasıl oluyor?
Buraya bir süre gündüzleri gidip geliyor. Alışma süreci oluyor vesaire, daha sonra onu tanıyıp güveniyorsak burada kalmaya başlayabiliyor. Bu süreçle ilerliyor. Bazen bir bakıyorsun kişiler buranın kendiliğinden bir parçası oluyor.
O zaman burası şu an röportajı yaptığımız bahçe gibi, insanın doğayla bir olduğu, kendisi olduğu bir yer.
Bahçedesin ama taş binalar var etrafta. Birçoğumuzun kafasındaki şey evrenle ilgili… Kaos, yani kendiliğinden bir düzen hali, en başta olan şey… Bu insanların doğa üzerindeki müdahalesi, kurgulamasıyla insanın kendine dünyada evrenler yaratmasıyla ket vurulan bir şey. Anarşistler için ulaşılması istenen şey bu öze dönmek. Bunu yapmanın yolu da bu tip doğrudan müdahalelerle kendini o duruma daha çok yakınlaştırma çabası.
Burası bir sembol, bir alışma evresi diyebiliriz.
Kurtuluş; ama kurtuluş burada değil, kurtuluş sende. Burası yayılmasını sağlayabilir, bunu amaçlıyoruz.
“İşgal evi bir başlangıç ve burası sistemin bütününe karşı çıkmak için bir kıvılcım” diyebilir miyiz o halde? Ve bir anlamda buraya gelen insanlar için burası bir izole etme durumu oluşturmuyor mu?
Bu bizim de kafamızı kurcalayan, çelişkili ve sıkıntılı bir konu. Toplantılar yaparak bunları konuşuyoruz. Yayılmasından ziyade, buranın işleyişi açısından kafamızda çok fazla şey tasarladık. Çünkü en azından kendi kendimize yetecek duruma gelmeliyiz ve bu örnek teşkil ederek yaygınlaşmalı. Öyle ki kafamızda buranın bir otonom bölge olması fikri bile var. Daha bir ay oldu, ama bu fikir uzun vadeli bir iş tabi. Çelişkiyi yaşıyoruz tabi ki. Hala dışarıya bağlıyız, henüz kendi üretimimizi yapamadık. Buna da başlamak istiyoruz burada.
Peki, burası için anarşistlerin bir arada olduğu bir yer diyebilir miyiz?
Burada kendini anarşist olarak tanımlamayanlar da var; ama buraya gelen ister istemez kendini anarşist olarak tanımlıyor. İnsan kültürü inşa etmiş, kültür üzerine siyaset kurmuş, resmi kurumlar var ve resmi kurumları yıkacak olan sosyalizmi inşa etmiş. Yani kurumları yıkıp yeni bir kurum kuracaksın. Anarşizm sadece insanın değil, doğanın, doğadaki her şeyin kurtuluşu. Derdimiz biyoiktidarla, yani seninle benim aramdaki iktidarla da ilgili.
Buraya farklı kafalardan insanların geldiği oldu mu? Mesela bir sosyalist geliyor mu?
Oldu. Başlarda kurumsal olarak sosyalistler geldi. Örneğin bir kadın ya da bir erkek geldi ama o aynı zamanda üyesi olduğu partiydi. Biz ona direkt tepki göstermedik; ama konuşmalarımızla onun yanlış bir tavır sergilediğini anlattık ve ikinci üçüncü gelişinde özne olarak geldi. Sadece buraya değil eylemlere de bir bayrak sallayarak değil, kendileri olarak katılmasını istiyoruz insanların. Derdi varsa, samimiyse, sistemle ilgili kişisel olarak bir sıkıntısı varsa o kişinin bir kurumla bağlantılı olması gerekmez. Örgütlenme açısından da birisinin onu bir yerlere konumlandırmasına gerek yoktur. İnsan zaten kendisini bir şekilde o çemberin içinde bulur.
Yeni bir işgal hareketi de olsa mahalleden gelip gidenler burada kolektif bir yaşamı görüyorlar ve sizce yavaş da olsa “onun erik ağacı, onun bahçesi” kafası değişmeye başlıyor mu?
Mahalleliyi aramıza katma çabaları var. Onlarla örneğin atölyeler düzenleyerek ortak bir şeyler yapmaya dair planlarımız da var. Mahallenin değişmesi derken, biz burada tutup onlara “Çok saçma sapan bir hayat yaşıyorsunuz bırakın bu hayatı” gibisinden yaklaşamayız. Eski klasik bir yaklaşım vardır ya bildiriyi yazıp dağıtmak. Bunun propagandasını yapmak. Ama buradaki daha çok o insanlarla birlikte, pratikte bir şeyler yapabilmek. Mesela Gezi’deki ‘Yeryüzü Sofraları’ gibi… Bunlar güzel pratiklerdi aslında. Burada da tandır yapmayı düşünüyoruz. Yani tandırda ekmek yapıp, mahalleliyle bunu paylaşmak...
Bunun dışında kafamızda hani diyoruz ya yeni bir dünya arayışı, Atopya, şimdiden başlayabiliriz bu dünyaya… Ve bunu da yapacak olan yeni jenerasyon aslında. Çünkü insanları katmak derken tutup da birilerinin kulağını çekip onları düzeltme anlayışı değil. Bir ağdan bahsediyoruz, bir örgütlenme ağından ve yatay, otonom bir örgütlenme ağından. Devlet ve kurumları var örneğin bunlar her türlü ihtiyacı karşılıyormuş gibi görünüyor. Su patlıyor örneğin arıyorsun geliyorlar yapıyorlar. Ama otonom örgütlenme ağından bahsediyoruz. Ve burada bu yok. Bulunduğun alanda zaten sen özne olarak dahil oluyorsun, dayanışma içinde müdahalede bulunabiliyorsun.
Sokak ve komşularla ilgili bir tespit yapmak gerekirse onların ait olduğu sokak veya onlara ait olan sokak bu sokak… Yan taraftaki evleri, komşuları… Kendi iradeleriyle burayı yaşam alanı haline çevirenler de Atopya’dakiler. Onlar sonuç itibariyle bir sahip olma durumundan dolayı bu sokakta bulunuyorlar. Buradaki arkadaşlar da burayı seçtikleri için buradalar. Ve aslında alternatifi yaratan da bu... Yani bireysel mülkiyeti aşıp ortak yaşam alanı oluşturmak da böyle mümkün... Burası ve buranın benzerleriyle… Ve sanırım buranın kabul görmesinin sebebi de bu alternatif. Yani mahalleli için “bu insanlar buraya geldiler burada yaşıyorlar bize zararları yok ve bizimle ilişki halindeler” diye bir fikir oluştu sanıyorum. Aslında mahalleli bizi seviyor. Örneğin kandil namazından çıkan bir adam balkona bir şey fırlattı. Önce ne olduğunu anlamadık ama bir baktık çikolataymış.
Peki, burada neler yapıyorsunuz forumlar, takas pazarı, yoga ve tiyatro dışında. Ya da neler yapacaksınız?
Bahçeyi yaptık, tandır yaptık, forumlar oluyor, onun dışında atölyeler üzerinden ilerliyoruz. Haftaya konserve atölyemiz var. Teknik olarak başlamayacağız henüz ama neler yapabiliriz, nasıl yapabiliriz onu tartışacağız. Okuma, fikir atölyeleri var. Müzik atölyesi de aynı şekilde.
Ankara’da başka işgal evleri yapmayı düşünen var mı ya da sizin böyle bir planınız var mı?
Aslında var ama şu an sayıca çok azız. Başka bir ev işgal etsek buradaki 15 kişi yarı yarıya bölünecek. Bu nedenle önce çoğalmayı planlıyoruz. Daha sonra bunun yaygınlaşacağına inanıyoruz. (BK/ÖA/AS)
* Söyleşi ilk olarak Solfasol'ün temmuz sayısında yayınlandı.