Bu gündemin öne çıkmış olmasını da fırsat bilerek, oldukça medyatik bir kadının, hiç karşılaşamayacağımız, dokunup tanışamayacağımız bir kadının, Şirin Köyü'nün Şirine'sinin öyküsünü anlatmak istiyorum.
Bu çizgi film/çizgi kadın üzerine tartışmayı medyanın toplum üzerindeki kuşatıcı etkisini göz önünde bulundurarak yapıyorum.
Medya metinlerinin egemen politik söylemi ve toplumsal rolleri yeniden ürettiği varsayımı üzerine yapılan tartışmaların odak noktasında "haber" duruyor. Ancak bu tartışmayı diğer TV program türlerini dışarıda bırakarak yapamayacağımızı düşünüyorum.
TV dramları, reklam filmleri, soap operalar, talk showlar... bütün olarak medya dilini oluşturuyorlar. Çizgi filmler de bu dilin bir parçası. İzleyiciyi kategorize ederek TV yayınının kuşaklara bölünmesi ve çocuk kuşaklarının yaratılması bu izleyici kitlesine dönük üretimi önemli ölçüde artırıyor/uzmanlaştırıyor.
Çizgi film endüstrisi dev medya şirketlerinin kontrol ettiği karlı bir pazar. Özellikle son yıllarda Japon animasyon endüstrisinin bütçe büyüklüğü ve yaygınlaşma hızı bunu açıkça gösteriyor. Ayrıca yalnızca medya alanına sıkışmadan çocuklara dönük ürünlere (oyuncak, giyim, gıda) el atıp tüketici pazarına da girebiliyor.
Ancak bu yazıda anlatmak istediğim asıl sorun, bu ikili sürecin medya ayağında şekillenen söylem üretimi. TV karşısında en savunmasız ve bağımlı ilişkiyi kuran çocuk izleyicilere dönük temel tür olan çizgi filmlerdeki rol kuruluşlarını bir örnek üzerinden kaba hatlarıyla anlatmaya çalışarak, bu türün de diğer bütün medya ürünlerinde olduğu gibi patriarkal toplumsal sistemin pekiştirici öznesi olduğunun altını çizmek...
Çiftçi Şirin tarlasında, Obur Şirin mutfağında
Yıllarca yayınlanma şansı bulan, bizim ülkemizde de son kuşak için önemli bir anlamı olan bir çizgi filmden, ormanın derinliklerinde yaşayan, iyi bir çocuk olursak belki günün birinde karşılaşabileceğimiz sevimli, mavi yaratıklardan, Şirinler'den söz etmek istiyorum... "Ortaklaşa üretilen bir yaşamı", "kolektiviteyi" anlatan bu çizgi filmde kadın rolünün kuruluşundan.
Hepimizin bildiği gibi metnin bir esas dişi varlığı var, Şirine. Şirine'nin "ortak üretilen" bu yaşam içindeki yeri ne peki?
Çizgi filmin başlangıç jeneriğini hatırlayanlar biliyorlar. Tüm Şirinler sorumlu oldukları işleri yaparken Şirine gardırobundaki elbiselerini izlemektedir. Çiftçi Şirin tarlasında, Usta Şirin elinde çekiç, Obur Şirin mutfağında çalışırken Şirine ne yapar? Evinin önündeki çiçekleri sular.
Şirinler köyünde ileri düzeyde bir uzmanlaşma söz konusudur. Her Şirin'in yapmakla yükümlü olduğu, iyi yaptığı bir iş vardır. Bu iş yapılmadığında hayatları bütünüyle aksamaktadır. Bu uzmanlaşma içine Şirine dahil değildir. Tıpkı modern kapitalizmle birlikte üretim sürecinde yaşanan uzmanlaşmanın, vasıflı emeğin, erkek emeğiyle eşitlemesi gibi.
Şair Şirin ona şiir yazar. Ressam resmini yapar. Müzisyen şarkı yazar. Ama o, bütün bunların konusu olmak dışında, hiçbir şey! Şirine'nin köyde yaşamın devam etmesi için hiçbir katkısı yoktur. O, tersliklerle karşılaşıldığında ağlar; mutlu sonlarda sevinç çığlıkları atar; etrafındaki tüm Şirinler'i çok sever ve onlara özenli davranır. Ama terslikleri çözen de sonları mutluluğa bağlayan da hiçbir zaman o değildir. Tüm bunlar genellikle Güçlü Şirinin katkılarıyla Şirin Baba tarafından yapılır.
Tablonun kenar süsü, renkli çiçeği
Bu sevimli çizgi filmin hemen her bölümde tekrarlanan temel öyküsünü hatırlayalım:
Küçük Şirinler'in Şirin Baba'nın asla yapmaması gerektiğini söylediği şeyleri yapmaları, bunun üzerine Şirinler'i ele geçirmek isteyen, baştan aşağı kötü Gargamel (ya da başka bir kötü ruhlunun) kahramanlarca yakalanması ve sonunda; Şirin Baba'nın bulduğu çözümlerle Şirin köyüne dönmeleri.
Şirin Baba'nın 100 küçük Şirin üzerindeki otoritesi yaşamımızdaki patriarşi ve gerontokrasinin karton üzerine tezahürü değil midir?
Şirine, etrafta dantelli eteğini ve sarı saçlarını savurarak bu güzel pastoral tablonun kenar süsü, renkli çiçeğidir. Orada olması bir hoşluk katmaktadır. Ancak yaşam onsuz da devam edebilir...
Bu hikaye, hepimizin belleklerinde birbirine yakın anlamlarla yeri olan masum bir çizgi filmden bir kadınlık hikayesi. Öykünün tanıdıklığı ortada. Kadını toplumsal yaşamın bir parçası olarak kavramayan, onu alışveriş, mağaza vitrinleri, kozmetik sanayii, gözyaşları, yine gözyaşları ve sevinç çığlıkları üzerinden tarifleyen bir toplumsal sistemin ürettiği medya malzemesinin bu ilişkilerin dışında olabilmesi ne mümkündür ne de işlevlidir.
Çocukluktan başlayarak yukarıdaki gibi kadınlık tasvirlerince kuşatılan bireyin erkek egemenliğin tekrar üretilmesine katkısı su götürmezdir.
Tüm çocukluğum boyunca en sevdiğim çizgi film olan ve hala yayınlandığını gördüğümde kanalı değiştiremediğim bu çizgi filmi artık izlemek istemiyorum ben. Estetize edilmiş, sevimlileştirilip renklendirilmiş bu cinsiyetçiliği Şirin Çileği Pastası'na ve çocukluğuma rağmen izlemek istemiyorum.
Şirine'yi ve bu kadınlık görünümünün her yandaki benzerlerini kimsenin izlemesini istemiyorum. (BB/)