Onun için dün tersine güzel bir gün oldu. İsrail Ordusu'nun ne yapmaya hazırlandığına gidip bakabildik ve askerlerin etrafta neden gazeteci istemediklerini daha iyi görebildim.
Sürgündeki Filistinliler'in yurdu
Bir İsrail kontrol noktasına çok da uzak olmayan taşlık bir yamaçtan bata çıka inmem, Ramallah'ın kıyısındaki el-Amari Filistin mülteci kampına taşlar ve çamurlar arasından tırmanmam ve el ettiğim bir arabayla yolu tamamlamam bütün öyküyü özetliyordu aslında. Bu dehşete kapılmış sivillerin, gürleyen tankların, İsrail ciplerine taş atan çocukların öyküsüydü, tıpkı Oslo'dan ve Amerikalılar İsrailliler ve Arafat'ın bölgede yaydıkları bütün öteki sahte umutlardan önce olduğu gibi.
İsrail askerleri "teröre karşı savaş" açmış olmaktan çok işgalciliğin vahşetine dalmış gibi görünüyorlardı, tıpkı 1982'de"Askeri Yasak Bölgeler"in adım başı konfeti gibi saçılıp ucuzladığı Lübnan'da olduğu gibi. Filistinliler evlerine saklanmış, inik panjurlarının arkasından gözleri kimseye görünmeden dışarıyı izliyor, ara sıra sokakta gördükleri bir Batılıya el sallamak için balkonlarına çıkıyorlar ihtiyatla. Evler arasında koşuşturan bir iki çocuk gözüme .çarpıyor. Savaş kaç yaşında oyun olmaktan çıkıp trajediye dönüşür onlar için diye düşünüyorum.
Gri, soğuk, yağışlı bir "terörle savaş" günüydü. Yolculuğumun ilk yarısında her zaman olduğu gibi gülünçlük ve korku iç içeydi. Ramallah'ın güneyindeki eski taşocağına doğru bir sürü Filistinliyle birlikte indim. İsrailliler bu kestirme yolun varlığının farkındaydılar elbette ama denetlemekle de uğraşmıyorlardı doğrusu.
Aslını söylemem gerekirse, Paskalya yortusunda Kalandia'daki kontrol noktasındaki bir İsrail subayı gülümseyerek tavsiye etmişti Ramallah'a bu kestirme yoldan gitmemi. Kaya, toprak ve beton bloklar yığını arasından çıkagelen bir minibüs sürücüsü beni Ramallah Oteli'ne götürmeye söz verdi.
Oslo'nun vardığı yer
Öyle şanslıydım ki inanamıyordum. Çok geçmeden de el-Amari mülteci kampındaydık. Bir zamanlar yaşadıkları, şimdi İsrail olan memleketlerinden kaçmak zorunda kalan Filistinlilerin yuvasıydı burası. Sürücümün eski cesaretinden eser kalmamıştı.
Nadia adındaki bir kadınla çelimsiz oğlu beni kampta gezdirmeyi önerdiler. Parka ve kot pantolon giymiş delikanlılar sokaklarda dolaşıyor yan sokakları ve caddeyi kontrol ediyorlardı. Kamp çevresinde çocuklar vardı, ne zaman üstlerine doğru bir İsrail cipi gelse heyecan ve korkuyla çığlık atıyorlardı. Herkes İsrail akınının başlamasını bekliyordu.
Bir doktor beni arabasıyla Ramallah'ın merkezine götürmeyi önerdi. Yolculuğumuz sırasında epeyce kaygılıydık, ağır ağır yan yollardan gittik, apartmanların arasında bir tank namlusunun uzandığını gördüğümüzde durup bekledik, durmadan yukarıda eşek arıları gibi vızıldayıp ikişer ikişer uçan helikopterlere baktık. Arabamız, erimiş asfalt üzerinde tankların açtığı çukurlara düşüp çıkarak yol aldı. Merkeze yaklaştıkça sokaklarda dolaşana insanla sayısının azaldığını gördük. Ramallah çarşısıysa bir hayalet kasaba gibiydi.
İşte Oslo'nun vardığı yer burasıydı.
Her zaman olduğu gibi evlerin yıkılıp döküldüğü haberleri veriliyordu ama İsrailliler daha çok hırsızlık iddialarından rahatsız olmuşlardı. Bunları "Filistin Yönetimince ortaya atılan temelsiz suçlamalar" diyerek yanıtlıyorlardı. Ancak 1982'de güney Lübnan'ı istila ettiklerinde araba çalmamış ve evleri yağmalamamış olsalardı yanıtları daha inandırıcı olabilirdi.
Korku ve gülünçlük
Sıra Ramallah'taki otelde kalmış birkaç gazeteci ve daha çok Fransız ve İtalyan barış "eylemciler"inden oluşan bir grup (çoğunun kulakları, birinin burnu küpeli, boyunlarında kafiyeler sarılı) için büyük bir dram ve komediye gelmişti.
Bir Merkava tankı aslan gibi kükreyerek otelin önüne doğru yanaştı ve sonra, çok ağır bir biçimde namlusunu otelin kapısına doğrulttu. Barış eylemcileri fuayeye doğru kaçıştılar gazetecilere pasaportlarını başlarının üstüne kaldırarak yolun üstüne çıkmaları için bağırıyorlardı.
Ramallah'ın işgali denen şeyin bu olduğunu söyleyebilirim. Sabahtan akşama kadar sokaklar zırhlıların sesleriyle inliyor. Apartmanların ve villaların arasından Merkavaların ağaçların arasına daldıklarını ya da ana yoldan ayrılarak tarlalara girdiklerini görebiliyorduk. Kente hakim bir tepenin üzerinde başka bir tank çamurun göbeğinde çakılmış, namlusunu Arafat'ın yakılıp yıkılmış ve hapishaneye döndürülmüş karargahına doğrultmuş duruyordu. Bir tüfeğin çatırtısını, tanktan ateşlenen bir merminin patlaması yada bir makineli tüfeğin tarakası izliyordu. Sonra bu bomboş diyarı kuş sesleri ya da tepemizde uçuşan bir Apache helikopterinin vızıltısı kaplıyordu.
Gün batımına az kala Ramallah'ı terk edişimiz bu kente girişimizden daha dramatik ve gülünç oldu. Küçük bir Fransız ve İtalyan gazeteci grubuyla birlikte kaybolduğumuzun farkına varana kadar tam bir saat güneş altında ter döküp durmuştuk.
Sıradan insanın aşağılanmayı reddedişi
Savaş, adına layık olacaksa gerçek üstü bir yaratık olabilir ancak. Bizim durumumuz da tam öyleydi. Akşam üstü hepimiz sırıtarak iki İsrail tankına doğru yürümeye başladık. Tankların ürkek mürettebatı iki aracın arasına üşüşmüş, kumanyalarını yemeye uğraşıyordu. Bir saat sonra bir patikadan aşağı kükreyerek üstümüze gelen başka bir Merkava tankı ise daha az gerçeküstüydü, daha doğrusu gerçekten de öteydi. Havada parıldayan Avrupa pasaportlarına ve mahcup el sallamalara aldırmadan saatte 30 km hızla çakıllar fırlatarak ve etrafı mavi bir ses boğarak geçti gitti.
Ama, 10 kilometrelik yolculuğumuz sırasında Filistinli aileler evlerinin kapısını çömelerek açıyor ve bize el sallayıp kahve ikram etmeyi öneriyorlardı. Bir çocuk tarlalarda bir atın peşinden koşuşturuyor, aileler evlerin arasında ihtiyatla yürüyor, İsraillilerin gözüne gözükmemeye çabalıyorlardı. Yaşlı bir adam suratında kocaman bir gülümsemeyle bir katırı yokuş yukarı götürüyordu.
O an, bu sıradan insanların, ailelerin, ve yaşlı adamın ve atlı çocuğun, kendileri kadar sırdan yaşamlarının İsraillilerce aşağılanmasını reddeden bu insanların İsrailliler için asıl direniş olduğunun farkına vardım sanırım.
O zaman, eğer bu gerçekten "teröre karşı savaş"sa dün Ramallah'ta kimin daha çok terörize olmuş olduğunu bilmek zordu: Bu Filistinliler mi, yoksa Şaron için savaşa çıkmış İsrail askerleri miydi terörize olanlar? (EK)