* Fotoğraflar: Birleşik Metal İş Sendikası Arşivi.
Bugün, Türkiye tarihindeki en büyük işçi direnişlerinden 15-16 Haziran Direnişinin 53. yıldönümü.
"İşçilerin Haziranı: 15-16 Haziran 1970" kitabının yazarı araştırmacı, yazar ve sendika uzmanı Zafer Aydın'la, 15-16 Haziran Direnişine giden süreci, direnişin Türkiye işçi sınıfına etkisini konuştuk.
Söyleşinin ikinci bölümünde Türkiye'de işçi mücadelelerinin bugününe ve geleceğine bakıyoruz.
TIKLAYIN - Faydalı bir virüsün yayılması: 15-16 Haziran Direnişi
Sendika
15-16 Haziran direnişini ve kitabınızı düşündüğünüzde en çok öne çıkan temanın sendika olduğu görüyoruz. Şu anki sendikal faaliyetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunun ikinci kısmından başlayalım. Şu anda sendikaların büyük bir kısmı sendika olma özelliğini kaybetmiş durumda. Misyonlarına, geleneklerine uygun bir tutum ve davranış içerisinde değildir. Daha çok bir işletmenin idari işlem müdürlerinin rolünü üstlenmiş durumdalar. Yeni haklar kazanmak, korumak ve geliştirmekten daha çok işverenin verdiğine işçinin rıza göstermesini sağlamaya çalışan aparatlar haline geldiler.
15-16 Haziran'da ise sendika; işçilerin ciddi bir biçimde hak ve çıkarlarını kazanma, koruma, geliştirme örgütüydü.
İşçinin haysiyetini, onurunu korumaya çalışan örgütlerdi. Sınıf, hak, eşitlik ve sosyal adalet kavramları, sendikal hareketin temel gıda maddeleriydi. Bugün bu kavramlar ortadan kalkmış vaziyette. Bugün asgari ücret bile işçilere bir lütufmuş gibi sunuluyor ve sendikalar da büyük ölçüde bu oyunun parçası olmayı kabul ediyor.
Sınıf siyaseti
Fakat o dönemle bu dönemi kıyasladığımızda, işçilerin kolektif eyleminin temelini oluşturan esas öge de ortadan kalkmadı. Ortak bir zeminde buluşulan konu o zaman da işçilerin çıkarlarıydı, bugün de çıkarlar. Ama o dönem işçileri ortak çıkarları doğrultusunda harekete geçirebilecek ve sendikal mücadeleyi, sınıf mücadelesi perspektifi içerisinde gören sendikal ve siyasal anlayışlar oldukça etkindi.
Sınıf olgusu ve siyaseti öndeydi. Hâl böyle olunca işçiler de etnik ya da dinsel kimlikleriyle tutum geliştirmekten daha çok sınıfsal kimlikleriyle, bilinçleriyle, refleksleriyle tutum geliştiriyorlardı. Bugün ise işlerin etnik ve/veya dinsel kimlikleri sınıfsal kimliklerinin önünde. Yani gelinen noktada işçiler için patronla Cuma namazına gitmek, arkadaşıyla ortak çıkarları için mücadele etmekten daha önemli. Esas mesele de bu.
Sınıf siyasetini ve bilincini yeniden hem sendikal hem de siyasal hareketin gündemine taşımak gerekiyor.
"İşçiler AKP'ye oy veriyor"
Nasıl?
Çok yakın zamanda seçimler yapıldı. Seçim sonuçlarına göre "İşçiler AKP'ye oy veriyor," diye pek çok insan ucuz ve kolay genellemelerle işçilerin kalemini kırdı. Doğru. Türkiye'de işçiler '73-75 seçimlerini bir kenara bırakırsak, ağırlıklı olarak sağ partilere oy verdiler.
15-16 Haziran'da direnişe katılan işçiler, 1969 Ekim seçimlerinde İstanbul'da ve Kocaeli'de Adalet Partisi'ne oy verdiler. Adalet Partisi her iki kentte de birinci parti çıktı. O dönem İstanbul Üniversitesi'nde görevli Kenan Bulutoğlu sorumluluğundaki bir ekibin işçilerin eğilimini tartmak için yaptıkları bir araştırmanın sonucu bu: Hangi partiye oy vereceksiniz? Adalet Partisi.
Huzuru hangi parti sağlar? Adalet Partisi. Güveni hangi parti sağlar? Adalet Partisi. Ama aynı işçiler, Adalet Partisi 15-16 Haziran'da ekmeklerine, sendikalarına, geleceklerine göz diktiği zaman sokakları doldurup Adalet Partisi'nin simgesine ithafen "Ata binmiş eşekler, millet sizden ne bekler?" sloganıyla da yürüdüler. Buradaki mobilizasyonun temeli de sendikal mücadele ve sınıf olgusuydu.
Filmi geri sarmak
Son seçimlerde de Yeniden Refah Partisi, sanayi kenti Kocaeli'de vekil çıkardı ve KONDA'nın sandık analizine göre de işçi sınıfının yoğun olarak yaşadığı ilçelerden oy aldı. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
İşçiler şu anda da sınıfsal bakış açısı olmadığı için sağ partilere yöneliyorlar. Esas mesele işçilere gerçek bölünmenin etnik ya da dinsel değil, sınıfsal olduğunu anlatmaktan geçiyor. Yüz dilim bir pasta yaratıyoruz; ama bunun iki dilimi bizim, 98'i patronlar ve egemenlerin fikrini işçilere anlatmamız gerekiyor. Hatta belki de 60'lı, 70'li yıllara doğru filmi geri sarıp yapmak gerekiyor bunu. Bu dönemlerde sendikacısı, aydını, sanatçısı ellerinde ne kadar araç varsa (kitap, dergi, tiyatro, sinema, şiir, edebiyat ve benzeri) kullanmışlardı.
Dolayısıyla sadece politik mücadele değil; politik, kültürel bir değişim ve dönüşüm yaratabilecek büyük bir hammaddeye ihtiyaç var. Türkiye'de gerçek bir değişim, dönüşüm isteniyorsa da örgütlenmeye ihtiyaç var.
Son seçimler şunu gösteriyor: Seçim kampanyayla, reklam şirketleri aracılığıyla, verilecek mesajla kazanılacak bir şey değil.
Seçim örgütlenmeyle kazanılabilir
Seçim örgütlenmeyle; sendikalarda, derneklerde, vakıflarda, mahallelerde, sokaklarda var olarak kazanılabilir. Siz işçi sendikalarında, işçilerin arasında yoksanız, Kurban Bayramı'nda vereceğiniz ikramiye ile bir cazibe yaratamazsınız.
İşçiler şu an tıpkı DİSK öncesindeki dönemde olduğu gibi işyerlerinde modern köleler haline getirilmiş vaziyette. Hak kavramı gündemden çıkarıldığı için işveren "Ekmek veriyorum," diyor. İşçilerin çoğu da "Allah razı olsun, bize ekmek veriyor," diye karşılıyor bunu. İşyeri kavramı gitti, ekmek kapısı kavramı geldi. Alınteri diye bir kavramdan bahsetmiyoruz artık.
Bütün kavram setini yenilemeye ihtiyacımız var. Yenilemekten kastım Arşimet gibi gidip suyun kaldırma kuvvetini bulmak değil. Geriye döneceğiz. Nasıl yol alınmış, ona bakacağız. Sonuçta tarih bize sadece geçmişin bilgisini vermiyor, o bilgiyle ne yapabiliriz sorularına da cevap oluşturuyor.
Motokurye direnişleri
2000'li yılların işçi direnişlerini düşündüğünüzde, aklınıza hangileri geliyor? Örneğin benim aklıma ilk olarak motokuryelerin direnişleri geliyor.
Bu iyi bir detay, çünkü dışarıdan bir göz, işçi direnişlerinin artık olmadığını düşünebiliyor. Ama baktığımızda neredeyse her gün bir işçi eylemi olduğunu görüyoruz. Ancak problem şu: Bu eylemler koordinasyondan yoksun. Herkes kendi yağıyla kavruluyor. Motokuryeler bir firmanın önünde eylem yapıyor ve o eylem bir biçimde görünür, bilinir hale geliyor. Sorunları çözülüyor ya da çözülemiyor; ama arkasından başka bir yerde motokurye eylemi başlıyor. O da kendi hattında, kendi gücü ve imkânlarıyla direniyor.
Motokuryeler çoğunlukla sendikasız. Ama örgütlüler, kendi içlerinde bir örgütlenmeleri var. İşte sendikaya burada ihtiyaç duyuluyor. Çünkü sendika A firmasındaki motokuryelerle, B firmasındaki motokuryelerin direnişlerini birleştirip merkezi hale getirebilir ve tabii ki direnişi güçlendirebilir. Böylece işçiler sonuç alabilir.
Kimlik
KONDA araştırmalarından biri, önümüzdeki dönemin temel belirleyenin kimlik değil, sınıf siyaseti olacağını söylüyordu. Ben de bu döneme geç kalmadan hazırlanmak gerektiğini düşünüyorum.
Politik ideolojik ve örgütsel olarak bu süreci kaldırabilecek bir hazırlığın içerisinde olması gerekiyor sendikaların. Aynı şekilde siyasi partiler eğer emekten yana gerçekçi bir duruş sergilemezse kurduğu sosyal yardım mekanizmaları aracılığıyla cemaatlerin desteklediği siyasi partiler, işçileri absorbe etmeye ve sistem içinde eritmeye devam edecekler.
Zafer Aydın hakkında
Araştırmacı, yazar ve sendika uzmanı.
Araştırma-inceleme, edebiyat ve diğer kategorilerde eserler kaleme aldı. '68'in İşçileri, İşçilerin Haziranı, 1968 Derby İşgali, Kavel 1963, Grevden İşgale Singer Eylemleri çeşitli yayınevlerinden çıkan kitaplarından bazıları.
1963, Kars doğumlu.
(TY)