Sinema sektöründe bir yandan ‘sansür yasası’ yürürlüğe girerken, öte yandan eserleri nedeniyle yargılanan yönetmen, senarist ve oyuncular adliye yollarını aşındırıyor.
Gazeteci ve Bakur filminin yönetmeni Ertuğrul Mavioğlu, “Sanat, giderek iktidarlaşıyor. Sansür yasası sinemacıların alkışlarıyla kabul edildi” derken, yönetmen Kazım Öz de “Ülkemiz maalesef yarı açık bir hapishaneye dönüşmüş durumda” diye konuşuyor. Dicle Anter ise hakkında herhangi bir yasak kararı olmayan Veysi Altay'ın yönettiği "Nû Jîn" belgeselinin gösterildiği sinema salonunun yöneticisi olduğu için yargılanıp ceza aldı. Sanatçılara ve eserlerine yönelik engeleme ve baskıyı, son dönemde yolu adliye koridorlarına düşürülen isimlerle konuştuk:
Mavioğlu: "Bizler kalem kullanırız, kamera kullanırız’’
‘Bakur / Kuzey’ belgeselinin yönetmenleri Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’na filmin gösterime girmesinden iki yıl sonra Aralık 2017’de ‘terör propagandası yapmak’ suçlamasıyla dava açılmıştı.
TIKLAYIN - Festivalde Bir Gerilla Belgeseli: Bakur (Kuzey)
Mavioğlu, belgeseli neden çekmeye karar verdiklerini şöyle açıklıyor:
“Memlekette 40 yılı aşkındır süren, adı konulmamış bir savaş var. Bu savaşta ne olup bittiğine ilişkin tek yanlı bir anlatım var. Biz, bu tek yanlı anlatımı kırmanın esas yolunun doğrudan doğruya olayın muhataplarından biriyle bir çalışma yapmak olduğunu düşündük. Tüm ölümleri ‘terör’ diye tanımlayan bir sistem var, biz bunu test etmek istedik. Bu anlama çabamızı derinlemesine bakış şeklinde belgesel filme yansıttık. Tepki doğuracağının farkındaydık. ‘Çözüm süreci’ sonrası, başlatılan geri çekilme bitmeden bir şeyleri belgelemek istedik. Dersim, Amed ve Botan’da çekim yapma imkanı bulduk.
Eserlerine yapılan “terör propagandası” suçlamasını ise şöyle eleştiriyor:
“Bakur filmi, ancak barış propagandası olabilir. Biz kalem kullanırız, kamera kullanırız. Bakur, barışın mümkün olduğu mesajını veriyor. Demek ki bu ülkede barışı ve özgürlüğü savunmak bir soruşturma ve dava sebebi oluyor. İnsanlığın bu evrensel değerlerini savunmak bir bedel gerektirse bile, gerçek kılınması gerekiyor.”
“Davanın amacı sinemacılara gözdağı vermek”
“Son duruşma 21 Şubat 2019 günü görüldü. Savcı mütalaasını verdi. Mütalaa, iddianamenin kopyası şeklinde. Ayrıca iki uzman görüşü de sunuldu mahkemeye. Biri Enis Rıza, diğeri ise Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) üyelerinin görüşü. Enteresan bir şekilde, mahkemede bu uzman görüşlerden hiç bahsedilmedi. Savunmanın getirdiği bu iki uzman görüş dikkate alınmadı. Bizim izlenimimiz, mahkemenin elinde ceza hazır. Yasal prosedürü, şekli hikâyeyle tamamlamak için birtakım süreler veriliyor. Davanın en büyük amacı bizim üzerimizden, sinemacılara büyük bir gözdağı vermek. Sinemacılar sarayda sansürü kabul edip, mısırı reddettiler. Sansür yasası sinemacıların alkışlarıyla kabul edildi. Bu bir ahlak sorunu. MARS karşısında galip gelen sinemacılar, sansür karşısında ezildiler, yenildiler. Sanat, giderek iktidarlaşıyor. Artık sinemada küfür, içki ve sigara yasak. Ama şiddet kültürmüş gibi sunuluyor. Türkiye’de belgesel sinema giderek, politik alanın dışına çıkıyor. Politik belgesel yapılsa bile, iktidar propagandası içermek zorunda. Artık bol bol çiçek, böcek izleyeceğiz.”
Kazım Öz: Umarım yeni yasanın kalıcı zararları olmaz
Yönetmen Kazım Öz ise hakkında ‘terör örgütü üyeliği ve terör propagandası yaptığı’ iddiasıyla başlatılan soruşturmada 24 Kasım 2018’de gözaltına alınmış ardından adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.
Kazım Öz Bahoz (Fırtına) filmiyle dikkatleri üzerine çeken ödüllü bir yönetmen.
“Ülkemiz maalesef yarı açık bir hapishaneye dönüşmüş durumda. Umarım bir an önce normalleşmeyi görürüz” diyen Öz, şöyle devam etti:
“Birçok sanatçı, aydın, yazar ve politikacı ya içerde ya denetimli serbestlikle yaşamakta ya da ülkesini terk etmiş durumda. Umarım bir an önce normalleşmeyi görürüz ve demokratik ortamda çalışma koşullarına kavuşuruz.
“Sinema bulunduğu zamanda ve toplumda ne tür sorunlar yaşanıyorsa tabii ki onu işler. Bunu işlerken, siyaset gibi sorunlara yaklaşmaz. Bir iktidarın, sınıfın veya partinin ihtiyaçları ile sorunları işlemez. Vicdanı esas alır. İnsanlığın ve doğanın genel çıkarlarını esas alarak yaklaşır. Doğal olarak ezilenlerin, sömürülenlerin, yok sayılanların sesi ve soluğu olur. Yeni yasaya gelecek olursak, sinemada sansürü yasalaştıran antidemokratik bir yasadır. Farklı düşünen, eleştiren, muhalif olanların eserlerinin iktidar tarafından oluşturulan bir kuruldan onay almak zorunda olduğu bir yasal düzenlemeye tekabül ediyor. Bunun adı aslında ‘sansür yasası’dır. Türkiye sineması ve Kürt sineması açısından talihsiz bir yasa oldu bu. Umarım pratikte ciddi ve kalıcı zararları olmaz.”
Dicle Anter: ‘Bu dava bir türlü bitmeyen ‘Anter’ cezası’
Kobanê’de IŞİD’e karşı savaşan üç kadının yaşamının anlatıldığı “Nû Jîn” belgeselinin yönetmeni Veysi Altay ve filmin Batman’da gösteriminin yapıldığı Yılmaz Güney Sinema Salonu yöneticilerinden Musa Anter’in oğlu Dicle Anter’in yargılandığı dava, 13 Şubat 2019’da sonuçlanmıştı.
Mahkeme heyeti, Anter’e 2 yıl 1 ay, Altay’a ise 2 yıl 6 ay hapis cezası vermişti.
Kararın babası Musa Anter’den dolayı verilen bir ceza olduğunu vurgulayan Anter şunları söyledi:
“Gerçekten ilginç bir dava. Öncelikle şunu vurgulamak isterim. Medyada filmin gösterilmesinin sağlayan kişi olarak bahsediliyorum. Oysa Yılmaz Güney Sinema Salonu, Batman Belediyesi’ne ait. Ben sadece oranın bir çalışanıyım. Doğal olarak sinema gösterim izinleri belediye iznine bağlıydı.
"Nû Jîn belgeselinin gösterimi sırasında polisler de vardı. Yasak olduğuna dair herhangi bir uyarı yapılmadı. Davayı ilginç ve emsalsiz kılan da bu. Ben bu davayı şahsıma açılan ‘Anter’ cezası olarak görüyorum. Davamız şuan gerekçeli karar aşamasında, beklemedeyiz. Bana 2 yıl 1 ay, Altay’a ise 2 yıl 6 ay hapis cezası verildi. O bir 1 ayın ertelemeyi engellemek amacıyla verildiğini düşünüyorum. Ben ve eşim Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işten atıldık. Şimdi çalışmadığım bir kurumun izniyle gösterilen bir filmin afişini, yangın sonucu yok olan bir sinema salonuna astırmaktan cezalandırılıyorum. Bakalım, daha neler göreceğiz? Biz her şeye rağmen doğru, güzel ve iyi yaşamaya devam edeceğiz.”
Yunus Ozan Korkut: ‘Kendi hikâyemi anlatmak istedim’
Adana Ceyhan’ın varoş olarak adlandırılan bölgelerini konu alan ‘Benim Varoş Hikâyem’ adlı filmin yönetmeni Yunus Ozan Korkut’a ve filmin yedi oyuncusuna ‘suçu ve suçluyu övme’ iddiasıyla dava açılmıştı.
“Benim Varoş Hikâyem’in ana konusu yoksulluk ve işsizlik” diyen Ceyhan şöyle devam etti:
“Filmde biraz da kendi acısıyla dalga geçme hali var. Kendi acımızla eğlendik. Bu gibi yoksulluk durumları birçok şehirde var. Film, yoksulların hayata tutunma çabası etrafında şekilleniyor. Benim Varoş Hikâyem ile kendi özüme dönmek istedim. Kendi hikâyemi anlatmak istedim. Sinemacılar olarak birbirimizi çok desteklemiyoruz. Benim filmime dava açıldıktan sonra, SE-YAP (Sinema Eseri Yapımcıları Birliği) dışında bir yerden destek gelmedi. Bazı sinemacılara kızgınım.” (BA/HK)