"Şifalı Bir Elektroşok"
Le Pen'i kim böyle güçlü kıldı? Sosyal açıdan ihmal edilenler mi, gençlik mi ya da Fransız solu mu? Film yönetmeni Bertrand Tavernier ile ülkedeki hoşnutsuzluk ve sosyalistlerin devekuşu politikası üzerine bir konuşma...
S: Le Pen'in muhtemelen Fransa başkanlığına gelmesi konusunda ne diyorsunuz?
Tavernier: Hayır, başkan olabileceğini sanmıyorum. Ben duyulan paniği paylaşmıyorum. Bu durum şifalı bir elektroşok olarak kabul edilebilir. Gençlerin uyanmasını sağlayabilir. Şu anda olan da budur. Gençler uyutulmuş, aptallaştırılmıştı.
Gençlere karşı sert sözler sarf ediyorsunuz.
Öğrencilerle okullarda sık sık birlikte oluyorum; tarih konusunda büyük bir cehalet içindeler. Birinci Dünya Savaşı ve Cezayir Savaşı üzerine yaptığım filmlerle sinirlerini bozduğumu ileri sürerek, suçluyorlar beni. Onlara diyorum ki, Cezayir Savaşını bilmezseniz, Le Pen'i anlayamazsınız. Gençler satır arasında söylenenleri anlayacak durumda değil. Gazete okumuyorlar, video oyunlarıyla oyalanıyor, televizyon seyrediyorlar. Gerçek dünya onları ilgilendirmiyor. Bir sınıfın gözünü açmak çok zor bir iş. Sadece kızlar hariç. Kızlar erkeklerden daha olgun.
Fransa büyük toplumsal hareketlerle kendini gösterdi. Örneğin ırkçılığa karşı ve Sans Papiers ["Kağıtsızlar" -kaçak yabancılar, ç.n.] ile dayanışma amacıyla gelişen, sizin de içinde yer aldığınız hareket. O iş nereye vardı?
Bu hareketler sürüyor. Sans Papiers ve Double Peine [göçmenlere, hapis cezasının üstüne bir de sınır dışı edilmek suretiyle uygulanan "çifte ceza" -y.n.] konusunda olağanüstü bir çaba gösteren insanlar oldu. Fedakarca sürdürülen bu mücadelelerde sorun, medyanın artık konuya ilgi göstermemesi. Artık haber yapmıyorlar. Hareketin aktivistlerinden bir bölümü bu kez Troçkist LCR'ın adayı Besancenot'a oy verdiler, diğerleri ise yeşillere. Bir şekilde Le Pen'in seçilmesine katkı sağlamış oldular böylece. Ancak verdikleri oy kaybolmuş değil. Alternatif oyları sayarsanız, Jospin'in aldığından daha fazlasını oluşturduklarını görürsünüz.
Fransa'nın bir bölümünün ırkçılık karşıtlarının hoşgörüyle yüklü yaklaşımlarını duymak istemediği, hatta belki de anlamadığı söylenebilir mi?
Ben politolog değilim. Böyle soruları cevaplamakta zorlanıyorum.
Ama filminiz "Double Peine" ile ülkeyi dolaşırken, her türden insanla karşılaşıyorsunuz ...
İnsanlar önce genellikle karşı çıkıyor. Ama şimdiden Double Peine'a karşı çıkan yüz binlerce imza topladık. İki haftadan daha yakın bir süre önce yapılan bir ankette Fransızların %69'u çifte cezalandırmaya karşı olduğunu söyledi.
Bu seçimi bazı kısmi hususlarla da açıklamak mümkün. Le Pen'e oy veren bir milyondan fazla genci ele alalım. Bazıları Le Pen'in teknoloji karşıtı olduğunun şimdi farkına vardı ve bir daha ona oy vermeyecektir. Bir milyonun hepsi de faşist değil.
Yani durum o kadar da kötü değil mi diyorsunuz?
Bu seçim bir ayıptır. Ama tek bir oylama üzerinde bu kadar durmanın artık gereği yok. Bekleyelim görelim.
Sizce Haziran'daki parlamento seçimleri kaybedilmiş değil mi?
Sosyalist Parti'nin artık daha atak davranacağını umuyorum. İnsanların beklediği dilden konuşmak zorunda; tıpkı bir kısım solun yaptığı gibi, Fransız patronlarının örgütü Medef'in şefi Baron de la Seilliere ile oturup kendi başına konuşmak yerine.
Ya siz? 5 Mayıs'ta Chirac'a mı oy vereceksiniz?
Tabii.
Eğer Fransızlar bile, aşırı sağa böylesine kitlesel bir yönelişe engel olamıyorlarsa, diğer ülkeler, örneğin Almanya ne yapmalı?
Geleneksel partilerdeki politikacılar biraz daha fazla mücadele etmeli ve insanlara biraz daha fazla kulak vermeli. Kendilerine aptalca eylemler öneren, televizyonda boy göstermelerini sağlamaktan başka bir işe yaramayan halkla ilişkiler uzmanlarıyla daha az vakit harcamalılar.
Fimlerimde, iktidara gelir gelmez kendilerini unutan politikacılardan yakınan militanlarla sık sık karşılaşıyorum. Bu politikacılardan Sans Papiers için bir açlık grevine gelenler oluyor, ama ancak televizyon kameraları da gelmişse. Kendini beğenmişlik artık sona ermelidir. Bence Jospin, reklamcılık uzmanı Seguela'yı işe aldığı andan itibaren kaybetti.
Bu kez aydınlar ve film yönetmenleri aday Jospin'i hiç desteklemediler. Geriye baktığınızda bunun bir hata olduğunu düşünüyor musunuz?
Jospin verdiği sözleri tutmadı. Bir program önermişti, ama onu uygulamadı. Bu yüzden de onun için imza vermedim. Bundan dolayı da hiç pişman değilim.
Le Pen'in seçim başarısı sizi şaşırttı mı?
Hayır. Bu gidişatın uzun süredir farkındaydım. Filmlerim zaten bunu anlatır: "L.627" (1992), "L'appat" (Yem, 1995), "Ça commence aujourd'hui" ( Her Şey Bugün Başlıyor, 1999) veya "De l'autre cote du Periph" (1998). Her şeyden önce de iktidardaki solun sosyal ihtiyaçları hiç ciddiye almadığını fark ettim.
Sol hükümet ne yapmalıydı?
En önemlisi tehlikenin boyutunu kestirmeliydi. "Ça commence aujourd'hui" bittiğinde filmi Lionel Jospin'e seyrettirdim. Filmde dünyadaki sefalet anlatılıyor; öğretmenlerin mücadelesi, beklediklerini -iş, yardım, para- elde edemeyen ve Ulusal Cephe'ye doğru sürüklenen insanların mücadelesi. Jospin her zaman çok sempatik olmuştur. Filmi "pek karamsar" buldu. Gerçekten de ondaki gerçeklik vizyonu tozpembeydi.
Neden Fransızlar Ulusal Cepheyi seçiyor?
Bazı yerlerde insanlar partilerin ve sendikaların kendilerini yarı yolda bıraktığı hissine kapılmışlar; gençler ve işçiler. İşçiler, Avrupa'ya ve küreselleşmeye karşılık olarak kaybedilmiş. İktidardaki partilerde bu durumu hiç kimse ele almadı. En ufak bir tartışma bile cereyan etmedi. En küçük bir açıklama dahi yapılmadı. Toplumsal gerçeklik hakkında konuşmak konusunda en küçük bir istek dahi gösterilmedi. Ayrıca bir de, bir tür provokasyon ve cehalet karşımı bir duygu sonucunda Ulusal Cephe'yi seçen gençler var; otoriter gibi görünen hiçbir şeyi gibi kale almamak gibi bir duyguyla. Ama bence aşırı sağın ilerlediğini söylemekten çok, görevini doğru dürüst yerine getirmeyen solcu ve cumhuriyetçi partilerin gerilediğini söylemek daha doğru olur.
Sol hükümeti yeterince sol olmamakla itham ediyorsunuz. Ancak Jospin'in politikasını Avrupa ölçeğindeki sosyal demokrasi ile kıyaslayacak olursak, sol uçta kalmaz mı?
Jospin'in bilançosu bazı hususlarda hiç fena değil. Ancak iyi yaptıklarını anlatmayı başaramamış olmasını bir kenara bırakalım, onda her şeyden önce sahnede kalmak konusunda gerekli irade ve hırçınlık eksik. Sol, en ufak bir protesto yükseldiğinde yasalarını çıkartmayı durdurdu. Toplumdaki tereddütlere bakınız. Tabii ki bu bir sorundur. Ama bilinen bir sorun. Solun çok daha hızlı ve kararlı bir şekilde reaksiyon göstermesi gerekirdi. Sol, ülkeyi istatistiklerle yönetti; gerçeklikle değil. Fransa'da insanların gündelik hayatı ve bu hayatın istatistiklerde görünen şekli arasında dünya kadar fark var. İnsanlar çok hassas sorunlar üzerine -örneğin okullardaki zorbalık- konuştuklarında, cevap olarak ulusal ortalamalar ve rakamlardan bahsedildi.
Jospin'in politikasının en gözde parçasını oluşturan çalışma saatlerinin kısaltılmasında yanlış olan nedir?
Haftada 35 saat çalışma kuşkusuz bir ilerlemedir. Ancak sorumlu bakan Martine Aubry bunu yaparken, ne gibi sosyal ve istihdama ilişkin sonuçları olacağını hiç hesaba katmadı. Ne var ki hemşireler greve gittiğinde, hastanelerdeki personel sayısında büyük bir açık olduğunun farkına vardı. Öğretmenlerde de durum aynı oldu. Bu kesimler Jospin'e yüz çevirdi, onu ancak ikinci turda seçmek istediler; çünkü eğitim müfredatı, okul güvenliği veya çalışma planlaması konusunda gerekeni yapmadığını düşünüyorlardı. Birçok çiftçi, ülkeyi idare eden seçkinler ve Brüksel'in adamlarıyla aralarındaki uçurumun giderek derinleştiği düşüncesinde. "Bu tarımsal işletme tehlikede" diye yakındıklarında, cevap olarak ulusal ortalamanın hangi düzeyde olduğunu öğreniyorlar. Sol "Paris yasaları" çıkartmaktan öteye gidemedi.
"Paris yasaları" derken ne kastediyorsunuz?
Bazı siyasal kurumlarda kota uygulamak önemli bir şey; ancak işyerleri yaratmak ve finansman zorlukları içinde olanları kurtarmaktan daha az önemli. Eşcinseller için kayıtlı birliktelik hakkı çok iyi. Ama bu sadece az sayıda insanı ilgilendiren bir sorun. Evinden atılmak, elektrik kesintisi yaşamak, evsizlik, felaket haline gelen istihdam durumu ve düşen ücretler daha yoğun problemler. Bu noktalarda sol devekuşu politikası güttü.
Le Pen'i bu kadar çekici kılan nedir?
Le Pen konuşabiliyor. Halkla ilişkiler danışmanı yok. O diğer adayların doğrudan doğruya karşısında; rakiplerinde ise doğal olan hiçbir şey kalmamış. Le Pen düşündüğünü söylediği, gerçeği söylediği izlenimini yaratıyor -tabii gerçeği söylemeden. Ötekiler ise bir metinden alıntı yapıyor gibiler. Ayrıca Le Pen en kolay şeyi yapıyor: Ötekine duyulan nefreti sömürmek. Bu her zaman işe yaramış olan bir önyargıdır.
Son filminiz "Laissez-Passer" (Geçiş İzni) işbirlikçiliği ele alıyor. Fransa'daki bu seçimle 30 Ocak 1933 arasında paralellik mi görüyorsunuz?
Ben daha Fransız bir paralellik görüyorum. 6 Şubat 1934'te insanlar sokağa yürümüştü ve neredeyse iktidarı ele geçirmek üzereydi. İki sene sonra Halk Cepesi hükümeti geldi.
Şimdi de bir Halk Cephesi hükümetini mi ilan etmek isterdiniz?
İşler değişebilir. 1870'te III. Napolyon bir referandumda müthiş bir yüzdeye ulaşmıştı. İki sene sonra Fransa cumhuriyet oldu. 1942 ve 1943 yıllarında işbirlikçi Vichy rejiminin başı Mareşal Petain Fransızların %70'i tarafından desteklendi. 1944'te herkes de Gaulle yanlısıydı. Bir kamptan diğerine kolayca kayan her zaman %30'luk bir kitle bulunur. Neyse ki hiçbir şey geri dönüşsüz değil.
Günün birinde bu tarihsel seçimi konu alan bir film yapacak mısınız?
Bilmiyorum. Bu sonucu haberleyen filmler yaptım. Poliste olup biten her şeyi "L.627" adlı filmimde ortaya koydum. Gençliğin, görüntülerle büyülenmiş, gerçeklikten kopmuş bir bölümünde sorumluluk bilincinin olmayışı "L'Appat"ın konusuydu. Ulusal Cephe'ye kayan Kuzey'deki yoksulluk üzerine "Ça commence aujourd'hui"de alarm zilini çaldık. Bunun dışında sanatsal kaygılar nedeniyle de filmler yapıyorum; sadece yurttaşlık görevleri nedeniyle değil.
_______________________________________
(*) Almanca'dan çeviren: Neşe Ozan