Altyazı Sinema Dergisi, 2001’den beri yayımlanan, matbu ve e-dergi formatındaki sayılarını içeren arşivini dijital ortama taşıdı.
Eylül 2001'den itibaren yayımlanan ilk sayısından bu yana Altyazı Sinema Dergisi, 22 yıldır yayın hayatına devam ediyor. Dergi, 2020'de pandeminin ve ekonomik koşulların etkisiyle dijital platforma taşınarak sinema yayıncılığını dijital mecralarda sürdürmeye başladı. Altyazi.net, güncel sinema alanındaki gelişmeleri takip ederken, “Altyazı Fasikül: Özgür Sinema” sitesi özgür sinema ve ifade özgürlüğü alanındaki gelişmeleri takip ediyor.
Kuruluşundan bu yana film kültürünü geliştirmeyi, filmler üzerine düşünmeyi ve filmlerle yaşamayı ilke edinen Altyazı Sinema Dergisi, günümüzün değişen koşullarına uyum sağlarken bir yandan “zorlu bir görev” de üstleniyor.
Altyazı ekibinden Fırat Yücel, Senem Aytaç ve Yetkin Nural ile derginin dününü, bugünü ve geleceğini konuştuk.
223 sayılık arşiv
Altyazı Sinema Dergisi’nin 2001’den beri yayımlanan, matbu ve e-dergi formatındaki sayılarını içeren arşivi, dijital ortama taşındı. Yakın zamanda “1+1 Express” de dijitalleşti ve hatırlamak gerekirse Radikal Gazetesi’nin arşivi artık yok. Altyazı’nın hafızasına dair bir çalışma mı bu?
Senem Aytaç: Elbette. Büyük çoğunluğu matbu olan yirmi yıllık arşivimiz, sadece bizim değil, sinema hafızamızın da bir parçası olduğu için, ona sahip çıkmayı da sorumluluğumuz olarak gördük. Bir yandan da zaman içerisinde teknolojik araçlar o kadar çok şekil değiştirdi ki CD’ler, DVD’ler, hard disk’ler durdukları yerde bozuldular; çoğu sayıyı sıfırdan tarayarak dijital olarak yeniden oluşturmamız gerekti. Uzun süren ve zorlukları olan bir süreç oldu ama nihayet derli toplu bir şekilde arşivimizi oluşturmayı başardık. Türkiye’nin arşivsizlik, hafızasızlık geleneğinden, herkes kadar biz de payımızı aldığımızdan, en azından kendi üretimimizi arşivleyelim istedik.
Senem Aytaç
Yetkin Nural: Türkiye’de bağımsız bir yayının 20 yılı aşkın faaliyet göstermesi maalesef oldukça nadir bir durum. Altyazı’ya yarın ne olur bilemeyiz, her gün farklı zorluklarla karşılaşıyoruz. Bu ülkede artık yarını görebilmek çok zor, hepimiz miyop yaşamaya zorlanıyoruz. Böyle bir dönemde arşivimizi ve hafızamızı dijital ortamda kalıcı kılmak, kimi sadık okuyucularımızı sahaflarda dergi avına çıkmaktan kurtarmak, yeni nesillere kolay ulaşılabilir bir kaynak sunmak gibi motivasyonlarla kolları sıvadık ve nihayet buradayız.
Abonelik sistemi
Sizi yıllardır takip eden, deyim yerindeyse “sadık” okurlarınız var. Kişisel hafızamda çok da eski olmayan bir bilgi, yeni sayılarınızın kapak tasarımlarının bile okurlarda heyecan yaratması. Okurlarınız özlediği bu arşive nasıl erişim sağlayacak?
Yetkin: Altyazi.net sitemizde e-mail hesapları ile kullanıcı oluşturan okuyucularımız, sitemizdeki dükkan linki üzerinden 6 aylık veya 1 yıllık abonelik satın alarak aktif aboneliklerini başlatabilirler. Aktif aboneliği bulunan tüm okuyucularımız, yine sitemizde bulunan “dergi arşivi” linki altında Eylül 2001-Ekim 2023 aralığında yayınlanan 22 yıllık, 223 sayıdan oluşan Altyazı arşivine kolayca erişebilirler.
Abonelerimiz, 223 sayının kapakları arasında dolaşarak arşivimizde bir gezintiye çıkabilir veya arama bölümünden merak ettikleri yönetmenleri, filmleri veya yazarları aratarak ilgilendikleri içeriklere daha hızlı ve direkt şekilde ulaşabilirler.
Yetkin Nural
90’lar ve 2000’lerde, Türkiye’de dergicilik neredeyse altın çağını yaşadı. Ancak geldiğimiz noktada durum böyle değil. Bu dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fırat Yücel: Popüler dergicilik ve popüler sinema dergiciliği için bu söylenebilir belki ama esasında bizim yakın durduğumuz dergicilik anlayışı 70’lerden sonra büyük bir darbe de aldı. Yeni Sinema ve Genç Sinema gibi siyasi gündem yaratma gücüne sahip dergileri 1980 darbesi sonrasında göremiyoruz. ‘Bir tarafta sanat vardır, diğer tarafta siyaset’ olarak özetlenebilecek neoliberal anlayışın giderek hegemonyaya dönüştüğü bir süreç bu. 1990’larda büyük yayın gruplarına bağlı popüler sinema dergileri çıkmaya başladı. Bu dergiler, tartışma kültüründen izler taşısalar da, daha çok ithal edilmiş vizyon filmlerini merkeze aldılar ve beğeni kültürü odaklı bir yaklaşım sergilediler. Zaten Türkiye’de yerli film üretimi de 90’lı yıllarda ciddi oranda azalmıştı.
Biz Altyazı’yı 2000’lerin başında çıkarmaya başladık. Amacımız da bir nevi füzyon yakalamaktı: 60’ler, 70’lerin siyasi/estetik tartışma kültürü, 25. Kare gibi dergilerin akademik yaklaşımı ve 90’lar popüler sinema dergiciliğinin görselliğe önem veren tarzı arasında bir yerde durmak. Yani filmleri sadece ‘Hangi film diğerinden daha iyi?’ gibi bir piyasacı/beğeni odaklı bakışla ele almamak, aynı zamanda ‘Nasıl bir sinema?’ sorusunu da sormak, bu konuda da bir tartışma alanı açmak. 2000’lerin başı, aynı zamanda Yeni Türkiye Sineması olarak adlandırılan dönemin de başlangıcına tanıklık etti ve Altyazı da bu yeni kuşağın yönetmenleriyle söyleşilerden tutun yuvarlak masa tartışmalarına kadar uzanan, söz konusu dönemin değişim rüzgarını arkasına alan bir içerik çizgisini takip etti.
Sinema dergisi yayıncılığı
Kapitalizmin 2008’den beri ardı ardına yaşanan krizleri, Türkiye’nin ekonomik çalkantıları ve kağıt fiyatlarının artması, sadece popüler sinema dergiciliğine değil, Altyazı gibi bağımsız oluşumlara da büyük darbe vurdu. Kendimizi bir anda ‘dijitale geçme’ baskısı içinde bulduk, kağıt masraflarını karşılamakta büyük güçlük yaşamaya başladık. Bütün bunların üstüne, kapitalizmin Türkiye’de -savaş dinamiğine geri dönülen- 2015 yılı sonrası giderek daha da otoriterleşen bir yönetimle desteklenmesi (ancak bu şekilde hayatta tutulur hale gelmesi) bağımsız dergiciliği çok dar bir alana sıkıştırdı. Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyımların atanmaya başladığı 2016 sonrası süreçte üniversite bünyesinden çıktık ve 2019’da Altyazı Sinema Derneği’ni kurarak yolumuza devam ettik.
2013-2019 arası süreçte; 19 yıllık Sinema dergisi kapatıldı, popüler sinema dergilerinde kalem oynatan isimler Arka Pencere gibi dergilerde kendi yollarını çizmeye çalıştı; e-dergi formatı denendi, kısa süreli basılı yayın denemeleri oldu… Fakat bütün bu çabalar önceden saydığımız nedenlerden ötürü kalıcılığa ulaşmadı. Bu faktörlerin yanı sıra şunu da görmek gerek: 2010’lu yıllarda tartışma kültürünün ciddi oranda dijitale ve sosyal medyaya kaymasına, farklı bir dil ve pratiğe doğru evrilmesine tanıklık ettik. Bunun üzerine mevcut enflasyonu ve döviz kurlarını eklediğinizde Türkiye’de aylık periyotta matbu dergi çıkarmak, hele sinema dergisi yayıncılığı gibi kitlesel karşılığı olmayan bir alanda bunu yapmak neredeyse imkânsız hale geliyor.
“Otonom bir yapı”
Bir süredir yola Altyazı Sinema Derneği olarak devam ediyorsunuz. Dernekleşmek size yayıncılık ve yapmak istediğiniz projeleri gerçekleştirmek açısından bir avantaj sağladı mı? Nasıl bir avantaj bu?
Senem: 2001 yılından beri var olan Altyazı, ilk yıllarındaki farklı finans modelleri denediği bir sürecin ardından, uzun yıllar boyunca Boğaziçi Üniversitesi, Mithat Alam Film Merkezi bünyesinde faaliyet gösterdi ve bağımsız bir yayın olarak ayakta kalabilmesi de bu özgün model sayesinde oldu. 2018 sonunda, ilk kayyım döneminde, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki yetkililer bize artık matbu bir yayını desteklemeyeceklerini bildirdi. İki seçeneğimiz vardı; ya kayyım kararıyla kapatılmayı kabul edecektik ya da sıfır sermaye ile kendi ayaklarımızın üzerinde durmak için yeni bir çözüm arayacaktık. İkincisini seçtik ve 2019’un Mart ayında hızla derneğimizi kurduk.
Tüm zorluklarına rağmen, bizim için de her şeyi yeniden öğrendiğimiz, ne olduğumuzu, ne yaptığımızı ve yapmak istediğimizi yeniden tanımladığımız öğretici bir süreç oldu. Bir sinema yayını olmanın ötesinde, otonom bir yapı olarak, Türkiye’deki film kültüründe, siyasetinde bunca yıllık bir aktör olarak, bu yönde güçlenmeye çalışarak devam etmemiz gerektiğini düşünüyorduk. Sanatsal ifade özgürlüğü alanının giderek daraldığı bir ortamda, en azından kendimize ve umuyoruz ki değebildiğimiz herkese bir nefes alanı açmak istedik. Halen de dayanışmacı bir yapıda, kolektif bir üretime devam etmeye çalışıyoruz. Dernekleşme süreci bize yapageldiğimiz şeyleri devam ettirebilmenin yanı sıra -yayıncılık ve seminerler gibi- Altyazı Fasikül gibi yepyeni bir soluk da kazandırmış oldu.
Türkiye’de yayıncılık faaliyetleri hayli zor bir yola girmişken siz bir de sinema yayıncılığını sürdürmeye çalışıyorsunuz. Karşılaştığınız zorluklar neler?
Yetkin: Türkiye bağımsız kültür-sanat yayıncılığı için hiçbir zaman kolay imkanlar sunmadı. Ancak geride bıraktığımız 22 yıla dönüp baktığımızda koşulların giderek imkansızlaştığını görüyoruz ve deneyimliyoruz.
Bu zorluklardan bir kısmı yayıncılık kavramının hızlı dönüşümüne ayak uydurmaya çalışırken karşımıza çıkıyor. Dijitalleşmenin getirdiği olanaklar ve trendler giderek daha kolay ve hızlı tüketilen “yayıncılık” formatlarının tercih edilmesine yol açıyor. İnsanların herhangi bir konuda merakını ve bilgi ihtiyacını karşılamak için o konuda bir sosyal medya taramasına veya kısa bir YouTube videosuna yönlendiği bir çağdayız. Sosyal medya platformları üzerinden algoritma stratejileri ile işletilen, çok takipçili hesapların erişimleri -ve kazançları- bağımsız bir yayının hayal bile edemeyeceği rakamlara ulaşabiliyor. Yayıncılık faaliyetlerinin sürdürülebilirliğini sağlayan temel gelir kaynağı reklam piyasası da tercihlerini bu dönüşüme göre şekillendiriyor. Bu tip nedenlerden dolayı büyük-küçük pek çok bağımsız yayıncı faaliyetlerine devam edebilmek için okuyucu desteğine giderek daha fazla ihtiyaç duyuyor ve bu yönde düzenlemeler gerçekleştiriyor.
“Sistematik bir çölleşme”
Dijital dönüşüme hem okuyucu düzleminde hem de ticari eksende ayak uydurmaya çalışmanın yanı sıra, Türkiye’nin sosyo-politik ve ekonomik koşulları -her alanda olduğu gibi- yayıncılık alanında da oldukça zorlayıcı. Özellikle kültür-sanat sektörü, büyük ölçekli ana akım üretimleri ve faaliyetleri saymazsak, son 20 yıldır sistematik bir çölleşme yaşıyor. Sinema özelinde; yasaklanan veya iptal edilen festivallere, kapanan yayınlara, vizyonda daralan çeşitliliğe ve tekelleşmeye, giderek ufalan kültür-sanat bütçelerindeki ayrımcı yönetimlerine ve ardı arkası kesilmeyen sansür uygulamalarına baktığımızda bu sürecin sonuçlarını çok net gözlemleyebiliyoruz.
Bu elbette hem karmaşık ve katmanlı dijital dönüşümün hem de Türkiye'deki politik baskı ve ekonomik krizle beraber yaşadığımız sistematik kültürel daralmanın basit ve indirgemeci bir değerlendirmesi… Ancak bu koşullarda sinema yayıncılığını sürdürmenin, finansal imkansızlıkların yanı sıra çağın ihtiyaç duyduğu dinamiklere yabancılaşmaktan üretimimizin karşılığına yönelik iç sorgulamalara varan manevi zorlukları da var. Fırat’ın 90’lardan bugüne yayıncılık sektöründe yaşananlara dair cevabı, bu koşulların yayıncılık eksenindeki süregelen sonuçlarını da Altyazı olarak bizim dönüşüm çabalarımızı da detaylandırıyor aslında.
Boğaziçi Üniversitesi’nde doğdunuz. Geldiğimiz noktada Mithat Alam Film Merkezi tepeden inme bir kararla kurulan ve tek öğretim üyesi bulunan İletişim Fakültesi'ne tahsis edilerek işlevsizleştirildi ve yöneticileri işten çıkarıldı. Bu gelişmeleri nasıl izliyorsunuz?
Fırat: Altyazı’nın geniş ekibinin içinde Mithat Alam Film Merkezi’ne, kuruluşundan hatta kuruluşunun öncesinden başlayarak emek vermiş birçok kişi var, ben de onlardan biriyim. Altyazı Sinema Dergisi’nin temelleri Mithat Alam Film Merkezi’nin ilk program kitapçıklarına dayanıyor. Dergiyi o program kitapçığına yazan arkadaşlarla birlikte kurduk. Dolayısıyla bizim için bugünkü kayyım yönetiminin Mithat Alam Film Merkezi’ne el koyması, geçmişimizin yok edilmesi gibi bir şey. Orası artık Mithat Alam Film Merkezi değil.
Fırat Yücel
Mithat Alam Film Merkezi, Mithat Alam hocamızın olağanüstü çabaları ve desteğiyle Boğaziçi Üniversitesi içinde özerk bir yapı olarak kuruldu. Mithat Alam, tüm enerjisi ve birikimini, merkezin gelecekte de özerkliğini koruması için sarf etti; bu yapıyı sağlama almak için ömrünü verdi diyebiliriz rahatlıkla. Bunların hepsi, Umut Barış Dönmez’in Mithat Alam’la yaptığı söyleşilerden derlediği “Sinemayı Seven Adam” kitabında okunabilir. Mithat Alam Film Merkezi temelde öğrencilerin emeğiyle, öğrencilerin özgür düşünceleri doğrultusunda sürdürülecek bir merkez olarak tahayyül edildi ve yıllarca, kayyımlar gelene kadar bu ilkeyle hayatına devam etti. Mithat Alam merkezin bir akademik yapı bünyesi alınmasına da hiç sıcak bakmıyordu, özerklikte ve öğrenci-merkezli yönetim modelinde ısrarcıydı.
Orada görev alan herkes de, merkeze yıllarca büyük emek vermiş Zeynep Ünal ve Elif Ergezen dahil, temelde bu modeli sürdürmek için oradaydı. Onların işten çıkartılmasıyla zaten merkeze el konulmuş oldu aslında. Yaşayan bir mekân ölü bir mekâna dönüştürüldü, kapılar kapandı, tepeden inme bir yönetim modeli getirildi. Tekrarlayalım, artık orası Mithat Alam Film Merkezi değil. Merkez geri alınmadığı sürece durum bu.
Altyazı Fasikül
Sinemada ifade özgürlüğü alanının genişlemesi için kurduğunuz “Altyazı Fasikül: Özgür Sinema” hem sinema sektörü hem de ifade özgürlüğü için önemli bir alan oldu. Haberciliğin ve habercilerin de yararlandığı bir yer burası. Bu mecranın işleyişine dair bilgi verebilir misiniz? Örneğin sinemacıların davalarını nasıl takip ediyorsunuz?
Fırat: Altyazı Fasikül, insan hakları, ifade özgürlüğü, hafıza çalışmaları ve genel anlamda sivil toplumu kuvvetlendirmeye çalışan kurumlardan aldığımız desteklerle ayakta tutmaya çalıştığımız bir yapı. Pandemi ile birlikte video üretim alanını genişletmek, özellikle video-deneme formuna yakın duran, baskı ortamında konuşulmayanları yansıtan, siyasi sözü olan görsel-işitsel işlere destek olmak da Fasikül’ün temel hedeflerinden biri haline geldi. EED’den (European Endowment for Democracy) desteğiyle İçeriden Dışarıya ve Culture Civic desteğiyle Aşağıdan Yukarıya video serilerini hayata geçirdik, şimdi de Haklara Destek desteğiyle otosansür konulu bir video serisinin çalışmalarını sürdürüyoruz. Fakat bu destekler dönemsel, yani geçici destekler; derneğe yapısal anlamda, örgütsel anlamda bir devamlılık kazandırmıyorlar tam olarak, bunu yapmak önünde sonunda derneğe emek verenlerin elinde.
Fasikül şu an, hem web sitesinde aylık yayınlanan Özgür Sinema Bülten’leriyle haber paylaşımı yapıyor hem de video üretimi alanında aktifliğini sürdürmeye çalışıyor. Bir muhabir kadromuz yok, esasında iki editörün çabalarıyla sürdürülen bir haber akışından bahsediyoruz. Dolayısıyla hakkıyla dava takibi yapabilecek bir kapasiteye sahip değiliz. Sinemacıların maruz kaldıkları hukuksuzlukları ve ifade özgürlüğü ihlallerini takip ederken prensibimiz, onların deneyimlerine ve sözlerine alan açmak, içeriğimizi onlarla birlikte şekillendirmek. Örneğin, cinsiyet eşitliği ve cinsel saldırı konularında gerek avukatlarla konuşarak, gerekse de “Susma Bitsin” gibi platformlarla iletişim halinde içerik üretmek, onların mücadelesine katkıda bulunmaya çalışmak...
Dayanışma
Ceza davalarındaysa “Çayan’la Dayanışma”, “Free Çiğdem Mater”, “Free Sibel Tekin” gibi oluşumlar ve bu konuda söz üreten emek bileşenleri ile, yeri geldiğinde birlikte hareket etmek, yeri geldiğinde de bu mücadelelere güç katacak ve aralarındaki rabıtaları da kuvvetlendirecek söyleşi ve yazılara yer vermek… Serbest Kürsü köşesiyle vakaları duyulmayan, gündem olmayan sinemacılara bir deneyim paylaşımı alanı açmak… Deprem bölgesiyle dayanışma konusunda sendikaların emek bileşenleri, Mavi Kuş Dayanışması, Karaçay Topluluk Merkezi gibi yapılarla birlikte hareket etmek, bölgede aktif sinemacıların, video-eylemcilerini haberlerini paylaşmak…
Dolayısıyla şunu diyebiliriz belki, imkânlarımız oldukça kısıtlı, özellikle hak savunuculuğu ve dava takibi alanında; ancak özellikle belgesel sinemacılarla yıllar içinde gelişen, video serileriyle birlikte üretime de açılan güçlü bağlar var aramızda ve bu bağlar habercilik ve içerik anlamında da belli bir ölçüde aktif kalmamızı sağlıyor. Diğer bir deyişle Fasikül sinemacılarla, video üreticileriyle ve dayanışma inisiyatifleriyle birlikte içerik üreten bir yapıya sahip. İçerik üretimine yönelik bir destek bulmamız ülkenin mevcut koşullarında mümkün olmadığı için de, Fasikül’ün içerik tarafının devam edebilmesini sağlayabilecek yegane şeyin bu birliktelik hali olduğunu söyleyebilirim.
GEZİ DAVASI TUTUKLULARI
Çiğdem Mater için özgürlük kampanyası başlatıldı
Berlinale ve boykot tartışmaları
Yayın politikanızla ilgili merak ettiğim konulardan biri, bu sene sinema sektöründeki çoğu grup/oluşum tarafından boykot edilen 74. Berlin Film Festivali’ni düzenli bir şekilde takip etmeniz. Burada gözlemlediğimiz bir habercilik refleksi miydi?
Senem: Festival öncesinde bu konuyu aramızda tartıştık. Türkiye’deki festivallerden malum bayağı bir boykot tecrübemiz var. Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde (IDFA) de benzer tartışmaların içerisinde yer aldık. Örneğin, ben orada FIPRESCI jürisindeydim ve kendi sosyal medya hesabımdan duyurarak festivalden çekilmek yerine, sahnede söz söylemenin daha etkili olacağına karar verdim kendi adıma. Orada, festivali boykot edip çekilenlerle platformlarını hem Filistin için hem de boykot edenlerin sesini duyurmak için kullanmayı seçenler arasındaki dayanışma ortamı da açıkçası bana çok daha güçlendirici geldi.
Berlinale, çok daha büyük bir makine elbette ve uluslararası boykot çağrısı Almanya’daki tüm kültürel etkinlikleri kapsıyor. Türkiye’den ve Türkçe yayın yapan bir mecra olarak, doğrudan etik bir prensip kararı ile hareket etmek yerine, stratejik bir karar almayı tercih ettik. Boykot çağrısı da maalesef oldukça sınırlı kaldı. Diğer yandan, ben dahil, festivali takip edenlerimizin çoğu Berlin’de yaşıyor ve burada politik bir özne olarak hareket alanımız çok daha dar, çok daha yalnızız. Biz de boykot yerine, orada bulunmanın, festivalde olanları haberleştirmenin, içeriden söz söylemeye çalışanlara ses olmanın, durduğumuz yerden, daha çok işe yarayabileceğini düşündük. Bu kararın doğruluğu yanlışlığı elbette tartışmaya açık. Fakat bu sene Berlinale’de yaşananların bir dökümünü yaparak tartışmayı etraflıca kapsamış olmanın sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum ve festivalin dışında kalarak bunu yapmak mümkün olmayacaktı.
Berlin Film Festivali’nin Instagram hesabı Filistin için hacklendi
Yekten karamsar bir tablo çizmek niyetinde değilim; fakat bu zor koşullarda, yayıncılık faaliyetlerinizi sürdürme konusunda sizi motive eden nedir?
Fırat: Benim açımdan en büyük motivasyon, Türkiye’de belgesel sinemacıların ve video üreticilerinin direngenliği. Açılan onca davaya, yasaklanan onca filme rağmen üretmeye devam eden birçok sinemacı ve video-eylemci var. Geri dönüp baktığınızda film festivallerindeki ‘sansür skandal’larının tümünün belgesel sinema etrafında şekillendiğini görebilirsiniz; demek ki -bunu bazen göremesek ya da etrafındaki risk ve tehlikelerden ötürü görmek istemesek de- belgesel sinemanın egemen düzeni tehdit edici bir gücü de var, demek ki tarih yazımı açısından da kilit bir yerde duruyor belgesel sinema. “Kanun Hükmü” sansürü sürecinde gördük ki bunun bir araya getirici bir tarafı da var, yani bundan 10 yıl önce olduğu gibi ‘belgeseller sansürlenir, kurmacalar yola devam eder’ deme lüksü de kalmadı sinemacıların; belgeseller etrafında şekilleniyor konumlar. Fasikül’e en büyük gücü veren şeyin, belgesel sinema ve politik video üretiminin bu kilit pozisyonu olduğunu söyleyebilirim.
Yetkin: Bizim faaliyetlerimizin arkasındaki itici güç bir çeşit motivasyon mu, inat mı, alışkanlık mı, açıkçası ben kendi adıma bazen çok emin olamıyorum. Fırat’ın aktardığı, Fasikül bünyesindeki faaliyetlerimiz üzerinden deneyimlediğimiz dayanışma hali bize hem amaç hem de güç veriyor, bu kesinlikle doğru. Seminerler, sohbetler, gösterimler veya bir paylaşımın altındaki yorumlar olsun, okuyucularla bir araya geldiğimiz her alan da yola devam etmek için güç depoladığımız etkilere sahip…
Günün sonunda Altyazı sinemaya dair yazmayı, konuşmayı, tartışmayı seven, yıllar geçtikçe de büyüyen bir ekibin bir araya gelerek yarattığı bir oluşum. Tüm zorluklara rağmen bu birlikteliği ve üretimi korumak, genişletmek ve sürdürmek; farklı alanlarda buluşmaya ve dayanışmaya devam etmek hafife alınacak bir motivasyon değil, her ne kadar bunu zaman zaman kendimize ve birbirimize hatırlatmak gerekse de.
Sizi tanıyan ve bir yandan da henüz tanışan okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Yetkin: 22 yıllık, 223 sayıdan oluşan arşivimizi dijital olarak erişime açmak, bizim için değerli bir emeğin aktarımı ve uzun bir uğraşın meyvesi. Umarız yeni ve eski tüm okuyucularımızın unuttukları kimi filmleri hatırlamasına, sevdikleri filmlere başka perspektiflerden bakmasına veya hiç duymadıkları yeni filmlerle tanışmasına vesile olur. Gönül isterdi ki bu arşivi ücretsiz şekilde erişime açalım, ama yola devam edebilmek için abonelerimizden gelen kaynağa ihtiyacımız var. Abonemiz olsun veya olmasın, bağımsız yayınları, oluşumları, üretimleri takip eden ve ilgilerini esirgemeyen herkese çok teşekkürler. (TY)