Bu röportaj, IPS İletişim Vakfı/bianet'in paydaşlarından olduğu Bizim Medyamız (Our Media) projesinin bir parçası olarak, Güney Doğu Avrupa Medya Profesyonelleştirme Ağı (SEENPM) web sitesinde yayınlandı.
Sinem Aydınlı, IPS İletişim Vakfı/bianet'te araştırma koordinatörü ve İstanbul Kadir Has Üniversitesi'nde misafir öğretim görevlisi. 2018 yılında Londra Loughborough Üniversitesi Medya ve Yaratıcı Endüstriler programında, Türkiye basınına yansıyan “siyasi ötekiler”in söylemsel inşası üzerine yazdığı teziyle doktora derecesini aldı. Doktora araştırmasında medya söylemine, özellikle medyadaki “terör” söylemine ve medyanın duyguların kültürel politikasını nasıl şekillendirdiğine odaklandı.
Sinem, IPS İletişim Vakfı/bianet'te Medya İzleme Veritabanı'nın editörlüğünü yaptı. Bu veritabanı, gazetecilere ve medya çalışanlarına yönelik ihlalleri, üçüncü taraf müdahalelerini ve basın özgürlüğüyle ilgili yasal işlemleri sistematik olarak belgeleyen ve düzenli olarak güncellenen bir veritabanı. SEENPM tarafından yayınlanan, Türkiye'de medyanın geleceği üzerine “Demokratik gerileme, ekonomik ve siyasi baskılar, reformların aciliyeti” (2025) ve Türkiye'de özdenetim üzerine “Bastırılmış medya ortamında zor görev” (2023) başlıklı araştırma çalışmalarının yazarı. Bu çalışmalar, AB tarafından finanse edilen Our Media girişiminin bir parçası olarak yayınlandı.
Röportaj: Anida Sokol

Medya araştırmacısı olmak ne anlama gelir?
Medya araştırmacısı olmak, toplumun bilgiye nasıl ulaştığını ve bu bilginin nasıl aktarıldığını anlamaya çalışmaktır öncelikle. Medya araştırmacısı yaptığı çalışmalar, araştırmalar ve raporlamalarla bireylerin fikir oluşturma süreçlerine dolaylı yoldan etki eder. Medya araştırmacıları bir bakıma arkeologlar gibi kazılar yapar; kartograflar gibi haritalama yapar ya da medya üzerine düşünüp veriye dayalı bilgi oluşturanlardır bence.
Medya, bireyin doğrudan deneyimlemediği olayların bilgisini de aktardığı için, bu aktarımın nasıl gerçekleştiği çok önemlidir. İşte medya araştırmacısı bu aktarımın niteliğini de analiz eder. Örneğin medya araştırmacıları, medya sahipliği yapısını ortaya çıkarabilir; medya söylemlerinin nasıl ırkçılığı ya da toplumsal kutuplaşmayı beslediğini gösterebilir. Medyadaki nefret söylemine işaret ederek, bu söylemlerin hedef aldığı kişilerin yaşadığı hak ihlallerini de görünür kılabilir.
Medya araştırmacıları sadece ihlallerin tespitine katkı sunmaz; aynı zamanda etik ve politik bir pozisyon alarak, medya üzerine düşünen, medyanın nasıl olması gerektiğine dair yol gösterici bir rol de üstlenir bence. Örneğin, medyanın kutuplaşma üzerindeki etkilerini araştırabilir, bu etkileri görünür kılabilirler.
Medya araştırmacıları, demokratik sistemlerin güvencesi olabilecek aktörlerdir. Çünkü demokratik toplumlarda bireylerin çok çeşitli bilgi kaynaklarına erişimi gerekir. Bu kaynaklar ve bu kaynakların dayandığı haberler, içerikler vb sorgulanabilir olmalıdır. Medya araştırmacıları da işte bu sorgulamayı mümkün kılan çalışmalarıyla ve medyanın durumuna dair yaptıkları tespitlerle önemli bir rol oynarlar.
Yürüttüğünüz bazı araştırma faaliyetlerini tarif edebilir misiniz? Ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
Doktora çalışmamda medya söylemi, medyaya yansıyan “terör” söylemi ve bunlarla ilişkili olarak medyanın duyguların kültürel politikalarını nasıl şekillendirdiği üzerine odaklandım. Bu çalışma sırasında medya sahiplik yapısının medya söyleminin oluşumunda ne kadar belirleyici olduğunu fark ettim. Bu nedenle akademik çalışmalarımın yanı sıra sivil toplum alanında yürüttüğüm ilk araştırma Türkiye’de medya sahipliği üzerine oldu. Bu çalışmada, Türkiye’de medya sahipliğini haritalandırmaya çalıştık. “MOM TURKEY” isimli medya izleme çalışmaları kapsamında, özellikle 2018 sonrasında (Türkiye’nin ana akım medyası olan Doğan Medya Grubunun medya varlıklarını iktidar yanlısı duruşlarıyla bilinen Demirören Gruba satmasıyla) Türkiye’de derinleşen medya kutuplaşmasına dikkat çeken bir çalışmaya katkı sundum. En çok izleyiciye sahip ilk on televizyon kanalı, en çok dinlenen ilk on radyo kanalı, en çok okunan ilk on gazete ve en çok tıklanan ilk on haber sitesini inceledik. Bu kuruluşların neredeyse tamamı haber üreten medya organlarıydı. Çalışmanın son güncellemesini birkaç yıl önce yaptık ancak halen güncelliğini ve önemini koruyor.
Bu çalışmanın ardından, şu anda araştırma koordinatörlüğünü üstlendiğim IPS İletişim Vakfı / bianet’te medya gözlem veritabanı projesinin bir süre editörlüğünü yaptım. Bu açık erişimli ve sürekli güncellenen veri tabanı, ifade özgürlüğü alanında gazetecilere yönelik hak ihlallerini, üçüncü taraf müdahaleleri ve dava süreçlerini sistematik biçimde kayıt altına alıyor. Okurların ve araştırmacıların erişimine açık olan bu sistem, medya ve ifade özgürlüğü alanındaki çalışmalar için önemli bir kaynak oluşturuyor.
Ardından, 2020-2023 yılları arasında uygulanan, AB tarafından finanse edilen “DİRENÇ: Batı Balkanlar ve Türkiye’de nefret propagandası ve bilgi kirliliğinin önlenmesi, medya özgürlüğünün yeniden tesisi için sivil toplum hareketi” başlıklı üç yıllık projede araştırmacı olarak yer aldım. Bu proje, SEENPM (Güneydoğu Avrupa Medyanın Profesyonelleşmesi Ağı) koordinasyonunda, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Karadağ, Kuzey Makedonya, Slovenya ve Türkiye’den medya kuruluşlarının ortaklığıyla yürütüldü.
Bu projenin ardından, hâlen devam eden ve yine AB tarafından finanse edilen ve 2023–2025 yıllarını kapsayan ve partnerleri arasında Güney Doğu Avrupa Medya Profesyonelleşmesi Ağı (SEENPM), Arnavutluk Medya Enstitüsü (Tiran), Mediacentar Vakfı (Sarajevo), Kosova Basın Konseyi, Karadağ Medya Enstitüsü (Podgorica), Makedonya Medya Enstitüsü (Üsküp), Novi Sad Gazetecilik Okulu (Novi Sad), Barış Enstitüsü (Ljubljana) ve bianet (Türkiye)’nin yer aldığı “Our Media” projesinde hem araştırmacı hem de iletişim ve görünürlük sorumlusu olarak görev alıyorum. Bu proje, medya özgürlüğü ve medya okuryazarlığını desteklemeyi amaçlıyor. Medyanın sürdürülebilirliğine ilişkin eğilimleri ve iyi uygulamaları araştırıyor, gazeteciler, medya kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin kapasitelerini artırmaya yönelik savunuculuk faaliyetleri yürütüyor. Ayrıca, kırsal ve kentsel topluluklarda medya okuryazarlığı becerilerini geliştirmek ve dezenformasyonla mücadele etmek amacıyla genç liderler ve yerel STK’lar destekleniyor.
Nasıl medya araştırmacısı oldunuz? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Medya araştırmacısı olmam, akademik çalışmalarımın bir devamı olarak şekillendi. Doktora tezimi medya alanında yazdım. “Framing Pain: Printed Articulations, Terror and Political Others in Turkey” başlıklı doktora tezimde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde inşa edilen “biz” ve “öteki” ayrımının medya söylemleri aracılığıyla nasıl sürdürüldüğünü inceledim. Çalışmamda, ötekilerin yaşadığı acıların medyada nasıl temsil edil(me)diğini ya da daha çok, bu acıların “terör” söylemi aracılığıyla nasıl başka bir söylem aracılığıyla aktarıldığını tartıştım. Özellikle katliamlar gibi toplumsal travmalar bağlamında, ötekilerin — özellikle Kürtlerin — yaşadığı acının medyada doğrudan görünür kılınmadığını; bunun yerine “terör” söylemi aracılığıyla korku duygusunun öne çıkarıldığını ve bu yolla acının üzerinin örtüldüğünü ortaya koydum. Bu durumun, baskın medya söylemi içinde Kürtlerin tarihsel olarak Türk kimliğinin “öteki”si olarak konumlandırılmasını pekiştirdiğini savundum.
Tezin ardından, daha önce bahsettiğim medya sahipliği üzerine yürüttüğüm çalışmalar ve ifade özgürlüğü alanındaki projeyle birlikte medya araştırmalarına yöneldim. Medya sahipliği, ifade özgürlüğü ihlalleri, nefret söylemi, medya çoğulculuğu gibi konularda çeşitli projelerde araştırmacı olarak görev aldım. Tüm bu birikimle da şu an IPS İletişim Vakfı / bianet’te araştırma koordinatörü olarak çalışıyorum.
Sizce medya araştırmaları ne kadar önemli ve neden?
Medya, toplumların bilgiye nasıl ulaştığını, bu bilginin nasıl aktarıldığını ve algılandığını belirleyen temel araçlardan biridir. Dolayısıyla bireylerin düşünce oluşturma süreçlerinde de önemli bir rol oynar. Medya sahipliği ise, bu süreç üzerinde güç ve kontrol sahibi olmak anlamına gelir. Bu nedenle medya araştırmaları büyük önem taşır.
Medya araştırmalarının, tüm güç odaklarından bağımsız, çoğulcu ve özgür bir medya ortamının oluşmasına katkı sağladığını düşünüyorum. Bu da doğrudan demokratik sistemlerin güvencesi anlamına gelir. Çünkü çoğulcu medya ortamına sahip demokratik toplumlarda yaşayan bireyler farklı kaynaklardan bilgi edinebilir, bu bilgileri sorgulayabilir ve iktidarı eleştirme cesareti bulabilirler. Medya araştırmaları da bu çoğulluğun görünür ve sürdürülebilir olması için kritik bir işleve sahiptir.
Türkiye’de medya araştırmalarına medya camiası, kamuoyu ve kurumlar tarafından yeterince değer veriliyor mu? Neden?
Evet, medya araştırmalarının medya camiası tarafından değer gördüğünü söyleyebilirim. Medya ve gazetecilik dernekleri, sendikalar ve hak örgütleri yapılan çalışmaları yakından takip ediyor. Bu durumu hem yüz yüze görüşmelerimizden biliyoruz hem de yayınladığımız raporların farklı kaynaklar tarafından alıntılandığını gördüğümüzde teyit etmiş oluyoruz. Akademik çalışmalarda da ürettiğimiz raporların referans verildiğini sıklıkla gözlemliyoruz.
Kurumlar açısından ise durum daha iki kutuplu bir görünüm sergiliyor. Kısıtlayıcı hukuki çerçevenin yanı sıra, RTÜK, BİK ve BTK gibi iktidara yakın kurumlardan, medya alanındaki gelişmeleri çok yönlü takip etmeleri beklenmesine rağmen, iktidarı eleştiren ya da öneriler sunan raporları kendi mecralarında paylaşmadıkları açıkça görülüyor. Bu kurumlar, eleştirel araştırmaların üretimlerine yer vermemekle kalmıyor. Hatta bazı durumlarda bu raporlar yalnızca görmezden gelinmekle sınırlı kalmayıp, iktidara yönelik eleştiri ve öneriler içerdiği gerekçesiyle hedef haline de getirilebiliyor. Hatta raporların yayınlandığı web sitelerine erişim engelleri uygulanabiliyor.
Öte yandan, RTÜK’te iktidar partisine yakın olmayan üyelerin çalışmalarımızı okuduğunu biliyoruz. Medya ombudsmanının da raporlarımızı takip ettiğini biliyoruz. Ayrıca sendikalar ve medya ve gazetecilik örgütlerinden aldığımız geri bildirimler ve alıntılar da bizim için oldukça kıymetli. Tüm bunlar, medya araştırmalarının hem medya profesyonelleri hem de ilgili sivil aktörler tarafından değerli bulunduğunu gösteriyor.
Türkiye’de araştırma yürütürken karşılaştığınız zorluklar var mı? Varsa nelerdir?
Türkiye’de araştırma yürütürken en temel zorluklardan biri veri erişiminde yaşanan sıkıntılar. Örneğin CİMER (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) üzerinden yapılan bilgi talepleri sıklıkla “ticari gizlilik” gerekçesiyle reddediliyor. Oysa talep edilen verilerin çoğu, kamunun yararına olan ve şeffaflık ilkesine uygun şekilde paylaşılması gereken bilgiler.
Diğer yandan, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), özellikle işsizlik, enflasyon ve yoksulluk gibi temel göstergelere dair şeffaflık konusundaki eleştirilerin merkezinde yer alıyor. Son olarak, TÜİK’in enflasyon hesaplamasında kullandığı madde sepetini internet sitesinden kaldırması, verilerin güvenilirliğine dair kamuoyunda ciddi tartışmalara yol açtı.
Araştırmalarımız sırasında karşılaştığımız bir diğer zorluk ise eleştirel haberciliğe yönelik sansür ve şikâyetler. Bireyler veya kurumlar, kimi zaman eleştirel haberlerin yayından kaldırılması için başvuruda bulunabiliyor. Hatta bianet tarafından yayımlanan bazı hak ihlalleri izleme raporlarının erişimi mahkeme kararıyla engellendi. Bu durum, ifade ve basın özgürlüğü açısından ciddi bir gerilemeye işaret ediyor.
Ayrıca, Türkiye’de medya kurumlarında azınlıkların temsiline ilişkin veriye ulaşmak da oldukça zor. Lozan Antlaşması’nda yalnızca Rum, Ermeni ve Yahudi topluluklarının resmî olarak azınlık olarak tanınması, etnik çeşitliliğe dair veri toplamayı sınırlıyor. Bu nedenle farklı etnik grupların medyada temsiline dair detaylı ve resmi verilere ulaşmak neredeyse imkânsız hale geliyor. Bu eksiklik, hem medya çoğulculuğunun hem de eşit temsiliyetin değerlendirilmesini güçleştiriyor.
Türkiye’de medyanın geleceğine dair yapılan güncel araştırmalardan en önemli ya da ilginç bulduğunuz bulgular hangileri?
Belki “ilginç” değil ama son derece önemli bir bulgu olarak, yürüttüğümüz “Our Media” araştırmasında da açıkça ortaya çıkan ve medya çalışanları tarafından sıklıkla vurgulanan temel sorunlardan biri, hükümetin medya üzerindeki baskısı. Bu baskılar özellikle düzenleyici kurumlar aracılığıyla görünür hale geliyor. RTÜK ve TRT gibi kurumların uygulamalarıyla birlikte, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın basın kartı dağıtımındaki tutumu da bu baskının önemli bir parçası olarak öne çıkıyor.
Ayrıca yasal düzenlemelerin medya üzerindeki etkisi giderek daha görünür hale geliyor. Bunlar arasında en dikkat çekici olanlardan biri, 2022 yılında yürürlüğe giren kamu tarafından “dezenformasyon yasası.” Bu yasa, hükümeti eleştiren ya da sorgulayan haber içeriklerinin hukuki yaptırımlarla karşı karşıya kalabileceğine dair ciddi endişelere yol açıyor. Pratikte bu durum, haber sitelerine erişim engelleri, BTK eliyle uygulanan sansürler ve artan adli süreçler olarak kendini gösteriyor.
Aynı rapor, medya özgürlüğünün geleceğini etkileyen bir diğer önemli faktörün yargı bağımsızlığına duyulan güvensizlik. Türkiye’deki siyasi tutuklamalar ve yargı mensuplarının iktidar baskısıyla hareket ettiği yönündeki yaygın kanaat, medyayı dolaylı yoldan sansürleyen bir başka mekanizma haline geliyor.
Son olarak, medya sahipliğindeki yoğunlaşma da medyanın geleceğini belirleyen en önemli yapısal sorunlardan biri. Medya üzerindeki ekonomik ve siyasi kontrolün tekelleşmesi, hem çoğulculuğun önünde bir engel hem de basın özgürlüğünün zeminini giderek daha fazla daraltan bir unsur olarak öne çıkıyor.
Bütün bu faktörlerin üstünde, Türkiye’de hâlâ çoğulcu olmayan, kutuplaşmış bir medya ortamının egemen olduğunu vurgulamak gerekir. En çok izlenen ilk on medya kuruluşuna baktığımızda, ya tamamen iktidar yanlısı ya da tamamen iktidar karşıtı yayın yapan medya organlarını görüyoruz. Bu da çoğulcu ve kapsayıcı bir medya ekosisteminden oldukça uzak olduğumuzu gösteriyor.
Bununla birlikte, tüm güç odaklarından bağımsız bir yayın politikası izlemeye çalışan medya kuruluşları da var. Örneğin bianet gibi. Türkiye’de “alternatif medya” genellikle iktidarı eleştiren ve merkez medyanın dışında kalan yayın organlarını kapsayan şemsiye bir kavram olarak kullanılsa da, örneğin bianet kendisini “her türlü güç odağından bağımsız bir medya” olarak tanımlamayı tercih ediyor.
Ayrıca Kürt medyası hem bir haber kaynağı olarak hem de Kürt haklarının ifade edilmesi ve savunulması ile Kürt vatandaşlara yönelik hak ihlallerinin görünür kılınması açısından da hayati bir araç.
Türkiye’de medyanın karşı karşıya olduğu en acil sorunlar nelerdir?
Türkiye’de medyanın karşı karşıya olduğu en acil sorunlar; basın ve ifade özgürlüğünü sınırlayan hukuki baskılar, yargılamalar ve medya üzerindeki politik-ekonomik kontrolün yarattığı yapısal bağımlılık olarak öne çıkıyor.
Our Media raporunda da altını çizdiğimiz gibi, Türkiye’de gazetecilik mesleğinin gelişiminin önündeki en temel engel, son on yılda Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında açılan davalarla çok sayıda gazeteci ve medya çalışanının yargılanması ve tutuklanması. Bu yargılamalar, hem ifade özgürlüğünü doğrudan tehdit etmekte hem de mesleğin kamusal işlevini yerine getirmesini zorlaştırıyor.
Bir diğer önemli sorun ise medya sektöründeki finansman modelleri. Türkiye’de medya sahipliğinin son derece yoğunlaşmış olması, yani birkaç büyük grubun medya pazarını kontrol etmesi, haberlerin doğruluğunu ve bağımsızlığını olumsuz etkiliyor. Medya sahiplerinin siyasi ve ticari çıkarları, haber içeriklerine doğrudan müdahale edilmesine yol açmakta. Bu durum da kamu yararına hizmet eden bir medyanın varlığını neredeyse imkânsız hâle getiriyor.
Ayrıca, Google’ın algoritmaları Türkiye’de hükümet yanlısı medyayı büyük ölçüde öne çıkararak, bağımsız medya kuruluşlarının ve iktidar söylemlerine karşı içerik yayımlayan platformların görünürlüğünü ciddi şekilde kısıtlıyor.
Türkiye’de medyanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de medya ve demokrasi alanı, ifade özgürlüğünü ve çoğulculuğu ciddi şekilde kısıtlayan yapısal sorunlarla karşı karşıya. Kısıtlayıcı yasal düzenlemeler, ekonomik istikrarsızlık ve medya sektöründeki çapraz sahiplik ilişkileri bu sorunların başında geliyor. Dijitalleşme, haber tüketim alışkanlıklarını dönüştürmüş olsa da, hükümetin çevrimiçi platformlar üzerindeki kontrolü sansür ve otosansür pratiklerini daha da güçlendiriyor. Öte yandan, medyaya olan kamusal güven de giderek azalıyor; bunun temelinde siyasî etki ve taraflı yayıncılık algısı yatıyor.
Ancak tüm bu tabloya rağmen, gazetecilerin, medya ve hak örgütlerinin yürüttüğü mücadelelerin zamanla olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyorum. Umutsuz değilim. Medya özgürlüğü ve demokratik bir gelecek inşa edebilmek için; yargı bağımsızlığını güvence altına alan, çoğulcu bir medya ortamını teşvik eden, şeffaflığı artıran ve etkili bir özdenetim mekanizması kuran reformların hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Yürüttüğünüz araştırmalarla ne elde etmeyi umuyorsunuz?
Yaptığımız araştırmalar ve hazırladığımız raporlarla, ilgili paydaşların dikkatini çekmeyi; mevcut durumun analizini sunarak yasa yapıcıları, düzenleyici kurumları ve hükümeti harekete geçmeye teşvik etmeyi amaçlıyoruz. Bu çalışmalar, bir anlamda uyarı niteliği taşıyor: ifade ve basın özgürlüğünü tehdit eden gelişmelere karşı toplumu, kurumları ve uluslararası kamuoyunu bilgilendirme ve yönlendirme işlevi görüyor.
Raporlarımızın, Türkiye’de daha demokratik bir medya ortamının oluşmasına katkı sağlayacağına inanıyorum. Her bir rapor, sadece bir öneri listesi değil; aynı zamanda güncel durumun veriye dayalı bir belgesi. Türkiye’deki ilgili kurumlara doğrudan ulaşmakta zorlandığımız koşullarda, bu çalışmaları İngilizce olarak da yayımlayarak Avrupa Birliği kurumları, uluslararası insan hakları ve medya örgütleri ile gazetecilik ağlarına ulaşmayı hedefliyoruz. Böylece hem Türkiye’deki durumu görünür kılmak hem de birlikte çözüm üretme çağrısında bulunmak istiyoruz.
Tüm bu üretimleri, aynı zamanda birer kayıt olarak görüyoruz. Özellikle veriye ulaşmanın zor, mevcut verilerin ise spekülasyona açık olduğu bu ortamda; masa başı araştırmalarımız, medya çalışanlarıyla, gazetecilerle, işsiz gazetecilerle ve bağımsız aktörlerle gerçekleştirdiğimiz görüşmeler, düzenleyici kurum temsilcileriyle yaptığımız temaslar ve son olarak Our Media projesi kapsamında yürüttüğümüz odak grup çalışmaları büyük önem taşıyor. Örneğin bu odak gruplarda; 18-65 yaş arası yurttaşlarla, medya profesyonelleriyle, farklı sosyal ve kültürel sermayeye sahip entelektüellerle birebir görüşmeler yaptık. Bu kişilerden doğrudan fikir almak ve bu görüşleri analiz ederek kamuoyunun bilgisine sunmak, bizim açımızdan çok değerli.
Kısacası, bu çalışmalar hem kendi başına bir başarıyı hem de demokratik, çoğulcu ve özgür bir medya ortamının inşasına yönelik önemli bir katkıyı temsil ediyor. (VK)

