Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, TV ve Sinema Bölümü'nden emekli siyaset bilimci Prof. Dr. Simten Coşar'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 25. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
(Coşar mahkemenin 30 Eylül tarihli celse arası kararıyla beraat etti.)
11 Ocak 2016’dan itibaren yeri geldikçe tekrarladığım bir cümleyle başlamak isterim; "Siyaset Bilimine Giriş derslerinde, siyasal katılım başlıklı konunun ele alındığı haftaların ilkinde dillendirdiğimiz standart tespittir: ‘Ortak alanları, yaşamı, birlikte yaşayabilmenin asgari müştereğini öne çıkaran konularda belirli sorunlara ve/ya da ilgili çözüm yollarına, çözüm önerilerine dikkat çekmek için kurumsal iktidara ve/ya da toplumun geneline yönelik dilekçe, bildiri, çağrı yazmak, imzalamak, bu yönde duyuru yapmak, bu vesileyle kamuoyu oluşturmaya çalışmak en pasif katılım biçimlerindendir.’"
Bu cümleyi telaffuz ettiğimde, birbirinden çok farklı, birbirine taban tabana zıt muhataplarda, bugünün kurumsal iktidarını destekleyenler ve karşısındakilerin bir kısmında benzer tepkiyle karşılaşmış olsam da, çok basit bir tarihsel gerekçeye dayanıyorum.
Ya yönetimin işleyişi öylesine oturmuştur ki, olageleni değiştirme ihtimalinin olmadığını düşünürsünüz; halinizden de hoşnutsunuzdur; sadece birtakım aksaklıklara dikkat çekmek istiyorsunuzdur. Ama işiniz de çoktur; bir metin hazırlarsınız ya da hazırlanmış bir metni imzalarsınız; kamuoyuyla paylaşılır. Orada bırakırsınız.
Ya da şiddet öylesine bir formda ve derinlikte işliyordur ki, aklınız hırpalanır, nutkunuz tutulur, çaresiz hissedersiniz, çareyi barış çağrısı için yapabileceklerinizi aramakta bulursunuz.
Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini bu haldeyken, aklımla hırpalanırken, nutkum tutulmuşken, cümleler anlamsızlaşırken, çaresiz hissederken, ama barış umudundan vazgeçmeme inadındayken imzaladım.
Bildiriyi, barış amacıyla, hak-temelli siyaset öncelikleriyle ses veren gencecik insanlar bir çırpıda öldürülürken, toplumsal alanda kollanmaya en fazla ihtiyaç duyanların, küçücük çocukların ve yaşça büyük kadınların göz göre göre öldürüldükleri, sokak ortasındaki cansız bedenleri kaldıramayan aile yakınlarının çaresizliğinin buram buram yayıldığı, insanların araçların arkasına bağlanıp sürüklendikleri, bütün bu şiddetin rant gözetimiyle birlikte evrildiği bir ortamda iliklerime işleyen çaresizlikle imzaladım.
Siyaset Bilimci olmanın meslekî deformasyonuyla imzamın etkisizliğini düşünerek imzaladım. Yine siyaset bilimiyle feminist duruş üzerinden hemhal olmuşluğun tecrübesiyle gelen, bir şekilde ses vermenin zulme uğrayana kesik, yetersiz olsa da nefes saldığı umuduyla imzaladım. Muktedirdeki etkisini kestirmenin kolay olmadığı zamanlarda yaşadığımız bilgisiyle imzaladım.
Bildiriyi, doğduğum, büyüdüğüm, sevdiğim, sevildiğim, üzüldüğüm, sevindiğim, dışlandığım, dahil edildiğim, yaşamımın 50 yılını geçirdiğim, sahiplenmediğim ama alternatif bir yaşam toprağı düşünmeyecek kadar alışık hissettiğim sokaklarda, alanlarda ve topraklarda barış istediğim için imzaladım.
Feminist olduğum için, şiddet karşıtı duruşu sahiplendiğim için, bunda inat ettiğim için imzaladım. Feminist siyasal duruşu, hayvan hakları savunuculuğunu, vegan yaşam biçimini inatla savunduğum için imzaladım.
Bu Suça Ortak Olmayacağız metnini imzalamakla ülkemde barışa yönelik bir adım atılmasında bir parça ses verebildiysem ne iyi. Barış çağrısının yerel, ulusal, bölgesel ve ulus-aşırı düzeylerde duyurulmasında bir nebze katkım olduysa ne iyi. Barış talebinin cezai mesele yapılması ise ne vahim. Barış talebinin suça dönüştürülmesi ne vahim.
Umarım bu vahamet uzun sürmez. Umarım tesadüfen biraraya geldiğimiz bu topraklarda birlikte yaşamaya devam edebilmenin ilk, asli, vazgeçilmez, çok basit ilkesinin birlikte yaşamak olduğunu hep birlikte görmekte, bilmekte, sahiplenmekte daha fazla geç kalmayız. (SC/TP)