Çığlıkların, fikirlerin hatta Filistin'li çocukların taşlarının bile değemediği adeta yersiz-yurtsuz bir öcü hayatlarımızı karartıyor. Bütün bu düzenin böyle sürüp gitmesinin en çok da bu çaresizlik ve inançsızlık üzerine inşa edilen "küreselleşmenin insanı" nın kollektif onayı sayesinde mümkün olabildiğini düşünüyorum.
Modernizm, bize, -bütün insanlığa- ne yapmamız gerektiğini ya da doğru olanın ne olduğunu söyleyen adeta siyasi bir ödev üzerine kuruluydu, eşitlik ve adalet açısından şu ya da bu yanda olmanızın, birey ya da gruplar düzeyinde aidiyetlerinizin değiştirme gücü kutsal'dı bir bakıma. Muktedirlerin güçleri, kompozisyonları, neyi ve nasıl yönetmek istedikleri, savaşları, silahları, zulümleri aslında hiç değişmedi, yapısal gibi görünen aslında biçimsel değişiklikler var. Olup bitenler şimdi daha hijyenik koşullarda gerçekleşiyor, daha ince, uygar, daha görünmez; kurban kesim alanlarının icadı gibi bir şey...
Akan kanların şehirlilerin nazik ruhlarını incitmesini engellemek kurbanları ne kadar kurtardıysa, Afrika, Filistin, Afganistan ve her yerde de yeni iletişim biçimleri, medyanın duvarları o kadar kurtarıyor dünyanın bütün "kurban"larını, biz görmüyoruz, bilmiyoruz, bildiklerimizi unutuyoruz, arada çığlıklarını duyduğumuzda onların başımızı çeviriveriyoruz, her yanda bin bir haz.. daha çok haz.. daha çok.. Hayatlarımıza devam ediyoruz.
Çünkü küreselleşme, neyi yapmamız gerektiğine ya da ne yapmak istediğimize değil, bize ne olduğuna ve olabilecek "başka bir şey olmadığına" işaret ediyor; bu bir gerçeklik, adeta rasyonel bir olgu ve başka bir dünya mümkün değil fikrinin evrenselliği; bir anlamda başka bir tercihi neredeyse siyasi olarak "irrasyonel" kılan bir inancı tanımlıyor ve dolayısıyla kurgulanabilecek her türlü "muhalif" siyaseti, bu rasyonelin içine yerleştirmeyi tek "makul" durum haline getiriyor.
Makullerden makul beğenmek size kalmış, liberalizmin bin bir biçiminden "sol"un en yumuşacık hallerine kadar. Irak'ta savaşa karşı olup aynı anda Kıbrıs'ta statükoyu savunup, hatta Iraklılara içiniz sızlayıp, Kuzey Irak'taki Kürtlere ne olacağını hiç önemsemeyebilirsiniz, yeter ki makul olun! Savaşlar tabii ki istemediğimiz kötü şeyler, hepimiz barıştan yanayız ama ne yapabiliriz ki ?
Bizim gücümüz hiç bir şeye yetmiyor, ne yapsak aptalca.. boş.. en çok, vicdanlarımız rahatlar.. en iyisi kanalı değiştirelim.. hadi. Değişmez bu dünya, küçük dünyalarımızda rasyonel ve pragmatik olmalı ve kurtarabileceğimiz tek şeyi kurtarmaya çalışmalıyız; kendimizi.
* * *
Sosyal psikologlar, bu yeni insanı, günlük hayat içinde sürekli değişen davranışsal talepler karşısında şaşkın, içe dönük, esneklikten uzak ve dar görüşlü olarak nitelendiriyorlar; bu yeni çağda insan, yaşamak için sürekli hareket halinde olmalı, zaman hızla akmakta ve o, en değerli metalardan biridir, sonsuz fırsatlarla karşı karşıya hayatımız her an değişebilir, bütün mesele rasyonel olmaktır. İnsan giderek "değer"den bağımsız, sahicilik ideali olmayan, elinin altındaki kaynaklardan sürekli kimlikler üreten, bölünmüş, parçalanmış kimlikli, bu parçalardan sürekli yeni insanlar üreten bir bukalemun gibidir. Modern insan böylece giderek politikadan uzaklaşıyor.
Bu "öğrenilmiş çaresizlik" dediğimiz, genelde insanların bireysel hayatları üzerindeki kontrollerini kaybettikleri duygusu yaşadıkları zaman yaşadıkları ve depresyonda görülen durumun bir benzerini, siyasetten uzaklaşma olarak gösteriyor. İnsan ya da hayvan, kendi tepkilerinden bağımsız bir sonuçla karşı karşıya kaldığında , sonucun kendi tepkisinden bağımsız olduğunu öğreniyor.
Hiçbir politik eylemimiz hayatımızda hiçbir şeyi değiştirmiyor, eylemlerimizin sonuçlarından öğrenmemiz, sınayıp yanılıp yeni politikalar üretmemiz imkanı giderek ortadan kalkıyor ve bu "öğrenilmiş çaresizlik" hayatımızı kontrol edebileceğimize ilişkin inancımızı köreltiyor, hareket etmiyoruz, politikadan uzaklaşıyoruz ya da yan yollar, gettolar kuruyoruz, onların içinde, hayata hiç değmeyen bir siyaset sahnesinde, benlik saygımızı korumaya çalışıyoruz. Öğrenilmiş çaresizlik kuramı üzerine çalışan psikologlar, algılanan bu kendi hayatı ve dünya üzerindeki kontrol eksikliğinin bazen klinik depresyonla sonuçlandığını iddia ediyorlar .
Bu deneyimin giderek bir yaşama biçimine dönüşmesi, bireylerin ya da grupların olup bitenlere ilişkin nedensel atıflarıyla da ilgilidir. Eğer insan, kendi başına gelen ya da dünyada olup biten kötü bir olayı , değişebilir nedenlerden daha çok değişmez nedenlerle açıklıyorsa, gelecekte bu olayların tekrarlanacağını düşünür; bu durumda çaresizlik duygusu kronik bir hale gelecektir. Bu giderek, tüm insanlığın, sonuçlarını kontrol etme yönünde başarısız olduğu olaylara genellenir ve çaresizlik "evrensel" bir nitelik kazanır. Savaş'lar, insanlık var oldukça olmuştur ve olacaktır, neredeyse depremler kadar doğal olarak... elimizden, etkilerini azaltmaya çalışmak dışında hiç bir şey gelmez.
Nesli tüketilemeyen bir tür: müzmin muhalifler... dünyayı değiştirmeye gönül koyanlar
Ben, Barış Girişimi'nin gerçekleştirdiği, Lütfü Kırdar'daki 100'ler Meclisi sırasında, farklı dilleri konuşan, belki farklı ideolojileri benimseyen, belki "geçmiş"i birbirinden farklı anlayan ve başka başka gelecek düşleri kuran insanlarla "her yere" gidebileceğimi düşündüm, sadece "bu dünya değişebilir, bu savaşı BİZ engelleyebiliriz" diyebilsek bile hep beraber. Şu anda, dünyaya yeni ve sonu gelmeyecek bir saldırganlığın dayatıldığı bugün, dünyayı değiştirebilecek en önemli şeyin bu olduğunu hissettiğim için; dünyanın değişebilir olduğuna ilişkin inanç ve buna yönelik yeni bir siyasi sorumluluk anlayışı, işçileri, öğrencileri, dindarları, dinsizleri bir araya getiren en önemli ortak yanlarıydı. Orada olmak, sevinçli bir gurur duymama neden oldu ki ben gurur duymayı pek bilmem, ama bu yaşadığımız dünyada bu insanlardan başka gurur duyulabilecek ne var ki...
Bugünlerde tüm dünyada, muktedirlerin, savaşın kaçınılmaz olduğuna yönelik söylemine karşı başka ve savaşsız bir dünya olduğunu düşünen ve bu yönde hareket eden insanlar belki dünyayı başka başka biçimlerde açıklıyorlar, belki bir başka dünyadan anladıkları gerçekten çok başka başka dünyalar. Ama ortak bir özellikleri var: Değişmez olduğu dikte edilen bir dünya fikrine çaresizlikle boyun eğmeyi değil, meydan okumayı seçiyorlar; hem de taktik bir mesele olarak, ulvi bir geleceği bugünden hazırlama yolunda bir adım falan gibi değil, "stratejik bir varolma biçimi" olarak.
Bu dünyada olup biten her şey insan eliyle gerçekleştirilmiş bir nedenin sonucudur ve rastlantısal bir yazgıya, coğrafyaların kaderine, herhangi bir ilksel nedene bağlanabilecek olgular, açıklanamaz, değiştirilemez bir nedenin sonucu değildirler. Dünya değiştirilebilir ve değiştirmek için gereken meydan okuma özelliği küreselleşmenin insanında da bulunuyor; evrensel çaresizliğin neredeyse tam karşıtı olan bu özelliğe "öğrenilmiş güçlülük" diyor araştırmacılar.
Farklı uluslardan, ideolojilerden, farklı cinsiyetlerden gönüllüler, savaş mağdurlarına yardım edenler, savaş karşıtları vb. gruplarla yapılan araştırmalar, nesli tüketilememiş bu türün ortak özelliklerini şöyle tanımlıyor: Kararlılık, kontrol inancı ve meydan okuma.
* Kararlılık, kim olduğuna, eylemlerinin doğruluğuna ve önemine inanma yeteneğidir. Kararlılık, bu dünyada bir iş'inin olduğuna ilişkin bir inancın gelişmesine ve insanın kendisi ve dünyayla ilgili olaylara tam katılımına neden olmaktadır.
* Kontrol, insanın hayatın kontrol edilebileceğine dair inancıdır. Kontrol inancı, olayların nedenlerini açıklama sürecinde insanın kendi sorumluluğunun payını ayırdetmesine de yol açmaktadır.
* Meydan okuma özelliği, durağanlıktan çok değişime olan inanç üzerine kuruludur ve bu insanlar durumlarına, güçlerine değer biçebilme yeteneğinde daha iyidirler.
Şimdi güçlü olmanın, eylemlerimizin hiç birinin "boşa" olmadığına, bu dünyada ne değişecekse bunu sadece "bizim" değiştirebileceğimize inanmanın zamanı...(MG/EK)