İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi ve habervesaire.com sitesi editörü gazeteci Ahmet Şık, Uluslararası medya çalışanlarının oluşturduğu UNESCO Guillermo Cano Dünya Basın Özgürlüğü Ödülü’nü aldığı konuşmasında siyaset bilimci Lawrence Britt’in 14 ana başlıkta topladığı diktatörlüklerin ortak özelliklerinin Türkiye’de şu an aynen yaşandığını söyledi.
Şık, Britt’in Almanya'nın Hitler, İtalya'nın Mussolini, İspanya'nın Franco, Endonezya'nın Suharto ve Şili'nin Pinochet dönemlerini karşılaştırarak tespit ettiği 14 başlığı şöyle sıraladı:
* Güçlü ve sürekli milliyetçilik
* İnsan haklarının tanınmaması
* Milli birlik amacıyla bir düşmanın ya da günah keçisinin tanımlanması
* Ordu ve benzer militarist yapıların hâkimiyeti
* Cinsiyet ayrımcılığının yaygınlaşması
* Medyanın baskı ve denetim altında tutulması
* Milli güvenlik takıntısı
* Dinin ve hükümetin iç içe geçmesi
* Büyük sermaye sınıfının ya da iş dünyasının kollanması
* İşçi emekçi sınıfların ezilmesi
* Aydınlara entelektüellere ve sanata karşı nefret
* Suç ve ceza takıntısı
* Yolsuzluk ve adam kayırmacılığın yaygınlığı
* Seçimlerde usulsüzlük ve hile
Bu özelliklerin hepsinin şu an Türkiye’de yaşandığına dikkat çeken Şık, kötülüğün sıradanlaştığı dikta rejimlerinde özgürlüklerden bahsedilemeyeceğini ifade etti.
"Diktatör olma heveslisi bir Başbakan"
Şık konuşmasına şu sözlerle devam etti:
“Bir gazeteci olarak bugün burada bulunmama neden olan temel hak ve özgürlüklerin en önemlilerinden birisi olan basın ve ifade özgürlüğünün yok sayılmak istendiği bir ülkede mesleğimi yapmaya çalışıyor olmam. Türkiye'nin siyasal rejiminin her geçen gün daha faşizan özelliklere sahip bir niteliğe bürünüyor olması.
“Ülkemde basın özgürlüğüne yönelik en büyük tehdidi oluşturan kişi ise, rejimin sahibi olduğunu düşünen ve yakın geçmişte kitapları bombalara benzeten başbakanın kendisi.
“Şimdilerde savaşıyor olsalar da, yakın geçmişte suç ortaklığı yaptığı bir dini cemaatle birlikte haksızlık yapan, hukuksuzluklarını yalanlarla gizlemeye çalışan, şimdilerde ortaya çıkan ses kayıtlarıyla bir soyguncu ve hırsız olduğu da ortaya çıkan, Türkiye’nin diktatör olma heveslisi siyasi lideri ve iktidarından bahsediyorum.
“Baskı altına aldığı medya kurumlarına hükümet komiserleri atayan, telefon talimatlarıyla gazetelerde hangi haberin yayımlanacağını, televizyon kanallarında kimlerin siyasi görüş belirteceğini belirleyen, hoşuna gitmeyen yazılar kaleme alan gazetecileri işten attıran kişiden bahsediyorum.
"Saklanmaya çalışılan bu gerçeklerin dile getirilebildiği nadir alanlardan olan Twitter ve Youtube gibi sosyal medya araçlarına erişimi, 21. yüzyılda yasaklayarak sansürlemeye çalışan Türkiye'nin başbakanından bahsediyorum.
"Herkes sussun istiyorlar"
“Kendileri gibi düşünmeyen herkesi düşman belleyerekhukuksuz biçimde susturmaya çalışan iktidar sahipleri hoşlarına gitmeyen fikirlerin ifade edilmesini dahi istemiyorlar.
“Yaptıkları haksızlıklar karşısında herkes sussun istiyorlar. Bunun için baskıyla, yeri geldiğinde şiddet ve zulümle korku salarak varlığını sürdürmeye çalışan bir rejim inşa etmeye çalışıyorlar.
“Bu korku iklimine karşı çıkanları tıpkı Gezi isyanları sırasında olduğu gibi ya öldürüyorlar ya da kim varsa tutsak ediyorlar. Anlayacağınız, her diktatör heveslisi liderin yaptığından farklı bir şey yaşanmıyor.
Baskıyı meşrulaştıran gazeteciler
“Bu tanıdık hikâyenin bir gazeteci olarak beni ve Türkiye’deki meslektaşlarımı en çok ilgilendiren özneleri ise kuşkusuz ki gazeteci olup da bu baskı rejimini meşrulaştırma görevi üstlenenler.
“Türkiye’de yazılı, görsel, işitsel medyanın çok büyük bir bölümünde hâkim güç konumunda olan zulüm ortakları insanlıklarını, ahlaki ve mesleki tüm değerlerini, vicdanlarını çıkarları için satıp, zalimlerle iş birliği yapıyorlar. Hakiki gerçek ile medyatik gerçek arasındaki uçurumu derinleştiriyorlar.
“Her türlü baskı ve şiddeti, sansür ve oto-sansürü haklı göstermeye gayret ediyorlar. İktidara ve zulmüne muhalif herkesi kurdukları medya mahkemelerinde suçluyor, yargılıyor ve cellatlığını üstleniyorlar.
“Meslektaşları iktidar baskısıyla işsiz bırakıldığında karşı çıkmak yerine sesiz kalmayı ve hatta sevinmeyi görev biliyorlar.
“Tutuklanan her gazetecinin ardından, her diktatörlüğün klişesi olan ‘terörist’ gerekçesinin doğruluğunu kanıtlamak için çabalıyorlar. Her şeyi aklamanın, sözümona meşrulaştırmanın en kolay yolu olarak, katıksız bir imanla esiri oldukları zalime sığınıyorlar.
“Utanç verici ama onlara da bana da gazeteci deniliyor. Oysa ki onlar sadece zalim bir iktidarın propagandasını yapıyor.
"Zulümle nasıl mücadele edeceğiz?"
“Geride bıraktıkları her cansız bedenle, esir aldıkları her yeni tutsakla ve medyadaki işbirlikçileriyle birlikte korku cumhuriyetinin devam edeceğini sananları, bunu başardıklarını düşünenleri uyarmak gerek.
“Tıpkı kendilerinden önceki zalimler ve iş birlikçileri gibi yanılıyorlar. Çünkü dünya tarihi sayısız diktatörle ve yarattıkları korku rejimlerinin çöküş hikâyeleriyle dolu. Bu kaçınılmaz son elbette, ülkemi bir baskı ortamının karanlığına hapsetmeye çalışan lideri, iktidarı ve elbette işbirlikçileri için de gerçekleşecek.
“Çünkü sınırı olmayan kötülük, günü geldiğinde bu sınırsızlığın yarattığı gücü elinde tuttuğunu düşünen ve kendi kötülüğüyle de baş edemeyenleri de içine alacak. Ve herkesi hak ettiği sıfatla kaydeden tarih Türkiye’nin diktatör heveslisi liderinin de, zulmün ortağı olmayı tercih edenlerin de adını koyacak. Bu nedenle bizlerin bugünkü sorusu zulmü bize kimin dayattığı değil, onunla nasıl mücadele edeceğimiz ve nasıl yenebileceğimizdir.” (EKN)