Sanat dünyayı değiştirebilir mi? Bu değişimin en önemli dayanağı edebiyat olabilir mi?
Şiir, yaşamı en derin ve en ince yerinden sarar. Hiçliğin, yokluğun, aşkın, sevdanın ve devrimin dilidir... Edebiyatın anası şiirdir denir; sanata neden şiirle başlanırda iyi bir şair olmak çok zordur?
Türkiye'nin içinden geçtiği bu tarihsel süreçte daha çok umuda, sevgiye ve barışa ihtiyaç duyuyoruz ve sanatın tüm kötülüklerin, kinin, nefretin panzehiri olsun istiyoruz.
Ömürlerini şiire adayan gerçek sanat emekçilerinden şair: Hüseyin Ferhad, Şükrü Erbaş ve Şeyhmus Dağtekin ile söyleştik. Bu haftaki konuğumuz Hüseyin Ferhad.
"Garip ya da Can Yücel'in kaldığı yerden"
İlk şiiriniz "Kürt Çiçekleri" 1978'de yayımlandı. Bunu yeni şiirleriniz, şiir üzerine yazılarınız izledi, sonra kitaplarınız. Günümüz şiirini nasıl görüyor ve siz hangi damardan beslenip, hangi yelpazede yer alıyorsunuz?
Her menzil ilk menzildir. Şiire İkinci Yeni'nin kaldığı yerden başlanabilir. Garip ya da Can Yücel'in kaldığı yerden de.
Ahmet Haşim ya da Şeyh Galip, Nedim, Bâkî kerteriz alınabilir. Behçet Necatigil'in demesiyle "Şiir, geçmişe atıflarla ilerler". Bu, bizim kuşak (tertip, akran) için de geçerlidir.
Daha önceki kuşaklar için de. "Tekâmül"ü, "tekâmül zinciri"ni bir sonuç değil, sonsuz bir silsile, bir süreç olarak görmek gerekir.
Parkta oturan iki kişiden biri Yunus Emre okumaktadır bugün, diğeri Ehmedê Xanî. Gordon Childe'ın Doğu'nun Prehistoryası adlı eseri de benim ilk okuduğum kitaplardandır. Nâzım Hikmet'in Son Şiirler'i, Ahmed Arif'in Hasretinden Prangalar Eskittim'i, Ece Ayhan'ın Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler'i...
Günümüz şiiri böylesine girift, anakronik, bir o kadar gümrah zemin üzerinde seyretmektedir.
1978'den 2018'e; kırk yıl, dile kolay...
Hayır, kırk yıl, içine doğduğumuz coğrafyayı kavramak, içine doğduğumuz kültürel dağdağayı, politik/poetik birikimi soğurmak, temellük etmek için kısa bir süre. Doğrusu ya; şu ya da bu yelpazede değil, daha ilk menzilde görüyorum kendimi.
"Şiirin sınır ihlalleri hep tartışılır"
Şiir kadar baskın olmasa da düzyazı "öykü, deneme, anlatı..." alanında da çalışmalarınız mevcut. Edebiyat dünyasında, birçok alan birbirinden beslenmektedir, hatta çoğu yerde iç içe geçişler bulunmaktadır. Bu sanatlar arasında, şiir ve diğer çalışmalarınız arasında nasıl bir bağ var sizce?
Asl'olan yazıdır, metindir. Şiirin ne'liği, sınır ihlalleri hep tartışılır. Tartışılır! Ama türler, disiplinler arası geçişkenlik kaçınılmazdır.
Charles Baudelaire'e göre çağımızın şiiri "düzşiir"dir, Paris Sıkıntısı'dır. İstisnalar kaideyi bozar, hiç değilse sanat/şiir bahsinde. Varsa bir sorun, ki var, merak eksikliğidir, farklı türde ürün veren kalemşorların birbirlerine bakmamasıdır.
Senin kadar iyimser değilim ben, hayır! Bir Sait Faik'in, Demir Özlü'nün, Adalet Ağaoğlu'nun, bir Fürüzan'ın, bir İhsan Oktay Anar'ın, Hasan Ali Toptaş'ın şiir bilgisi, merakı yok bugünkü öykücülerde, romancılarda. Aynı şey şairler, genç şairler için de geçerli.
Şiir için edebiyatın anası, denir. Hemen her kalemşorun, şair/yazar adayının işe, yazmaya şiirden başlaması bu yüzden olsa gerek. Ve neredeyse "şiir enflasyonu" var bugün. Peki, iyi bir şair olmanın kriterleri nelerdir?
Şiir ilkel bir türdür. Söz'ün ilkel gücüne sahip tek tür. Salt edebiyatın değil, müziğin, resmin de anası. Her kalemşorun, hatta sanatçının şiirle yola koyulması çok doğaldır. Şarttır hatta. Sorun, yazdıklarını 'yedi deryalar' geçmiş Söz ustalarınkiyle eşlemeleridir. Bilgiyi, görgüyü (ki yazılan her şiirin bilgisi çıkarılabilir, zihinsel arka planı açık edilebilir) kaale almamalarıdır. Nicelik de önemlidir ama artışın, varsa bir artış eğer, nitelikle koşut olması kaydıyla.
"Ahmet Arif imzalı ne varsa bir esriklik ürünüdür"
Örneğin Ahmed Arif tek kitabıyla Türk şiirinde ekol oldu, nedir bunun sırrı?
Hayır, iyi bir örnek değil Ahmed Arif. Şark Belleği'nde yazdımdı: "Ahmed Arif bir dengbêjdir, bir felaket tellalı. Onu modern Türk şiirinin herhangi bir evresine konuşlandırmak olanaksızdır.
Hece'yle, Garip'le ilişkilendirmek. İmge istifi, sözcük tasarrufu, mısra inşası; tümüyle rastlantısaldır. Hasretinden Prangalar Eskittim dâhil, Ahmed Arif imzalı ne vardıysa, düz ve mecaz anlamda bir esriklik ürünüdür. Sümer, Aram bilgelerine has bir rüyalar tabiri.
Belki de sadece budur, zira ona bakarak şiire soyunan hiçbir dilbaz Hasretinden Prangalar Eskittim ayarında bir yapıt ortaya koyamamıştır. Hoş, yaşlı-genç herkes hizasını ona göre yoklamıştır, o başka bir konu."
Türkiye'de kararlı bir okur kitlesinden söz edebilir miyiz? Bu denli şiire düşkün olmak ve yazmaya yeltenmek, öte yandan, şiir kitaplarının satılmaması bu çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?
Değil; çelişki, yazma edimiyle, yazma istenciyle ilgili değil. Okumakla, okuma alışkanlığıyla ilgili. Örgün/yaygın eğitimle ilgili. Önceliklerle, yaşam algısıyla ilgili. Yoksa çok okunan, eserleri 'çok satan' şairler şimdi de var.
O şairlerin 'tiryakileri' de. Belki şu söylenebilir: Eskiden –'eskiden' dediysem 70'lerde, 80'lerde– şiir rafları tüm şairlere aitti; devlerin örneğin Nâzım Hikmet'in, Can Yücel'in yanında gencecik şairleri de görebiliyordunuz: Erol Çankaya'yı, Erdal Alova'yı, Ahmet Erhan'ı...
"Türkiye gözyaşına tezhipli"
İyi edebiyatçıları, iyi şairleri bir avuç insanın okuması, sadece 'edebiyat atölyelerinde' işaret edilmeleri acı değil mi sizce; Türkiye toplumu neden vasat ve popüler olana koşuyor? Edebiyatta bir eleştiri mekanizması var mı? 70'li ve 80'li yılların edebiyat atmosferi ile şimdinin atmosferini değerlendirebilir misiniz?
Okur, bir avuçtur zaten. Nitelikli, yaratıcı okur! Bu, tüm zamanlar için geçerlidir. Bir fark varsa, o da şu: Türkiye'de nasıl bir şiir yazılıyor diye soranların, kitaplığını ona göre kuranların sayısı oldukça fazlaydı o yıllar. Edebiyat etkinliklerine, şiir dinletilerine ilgi de oldukça fazlaydı. Hiç unutmam; Ankara'da, Sanat Kurumu'nda, Ahmet Erhan'ın söyleşine gelenlerin yarısı dışarıda kalmıştı.
Hüseyin Ferhad, şimdilerde ne yapıyor, Türkiye'nin içinde bulunduğu bu günleri nasıl değerlendiriyor?
Türkiye nihayet bir Asya ülkesidir. Acıya, gözyaşına tezhiplidir. 12 Mart, 12 Eylül darbeleri "biz"e yapıldı. Irak, Suriye üzerimize yıkıldı.
"Tanıklık, ehven bir edimdir," dedimdi küçük İskender'i anlatırken (Varlık, Ekim 2018):
"Korkaklığın, konformizmin gam ve pasla çitilenmiş bir şekli. Lügatinde yoktur onun. 'Biz'dendir o: Çeteden, şüphelilerden. Sivil itaatsizlerden! Uzak durmak, uzakta durmak, seyirci kalmak; fıtratında yoktur." Hiçbirimizin fıtratında yoktur, evet! Şiir, yek başına bir eylemdir. Hayata, yerküreye dokunmanın biricik yolu. Yeni bir kitap: Nihayet Bir cümledir İnsan yayımlanmak üzere. (DM/PT)