Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) İzmir Milletvekili Serpil Yıldız'ın verdiği bir önergeden sonra, tasarıda yapılan değişiklikle büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 bini geçen belediyelere "kadınlar ve çocuklar için koruma evi" açma yükümlülüğü getirildi.
Böylece, Türkiye çapında şiddetle mücadelede gecikmiş, ama son derece önemli bir adım atılmış oldu. Ancak, önergeyle birlikte sığınak konusundaki tartışmalar da yeni bir boyut kazandı.
7 bin 500 kişiye bir sığınak
İlk rahatsız edici nokta, bu yükümlülüğün, nüfusu 50 bini geçen belediyelere getirilmesinde. Nüfusu bu sayının altında olan belediyelerde yaşayan kadınlar için hiçbir öneri yok. Oysaki, Avrupa Birliği (AB) kriteri, 7 bin 500 kişi için bir sığınak.
Hiç olmazsa, nüfusu 50 binin altında olan belediyelerin ortaklaşa sığınak açmalarını sağlayacak bir düzenleme yapılması gerekirdi.
Yasada, "danışma merkezleri" yok
İkinci önemli nokta, yasada kadın danışma merkezlerine yer verilmemesi.
Sığınakların adresleri gizlidir. Kadınların, sığınaktan önce başvurabilecekleri, adresleri, telefonları bilinen danışma merkezleri olmadan, sığınakların işlev kazanması da mümkün olamaz.
Kaldı ki, birçok kadın, sığınak talebinde bulunmadan, sadece yaşadığı şiddeti durdurabilmek için psikolojik ya da hukuki destek talebiyle bu merkezlere başvuruyor.
"Koruma evi" değil, "sığınak"
Bir başka sorun, sığınak sözcüğü yerine "koruma evi" tanımının kullanılması. Bugün bütün dünyada, kadına yönelik şiddetle mücadelenin en önemli kurumlarından birisi, "sığınak"tır ve bunun başka bir adı yoktur.
"Kadın misafirhanesi", "kadın konukevi", "kadın koruma evi", "şefkat evi" gibi tanımlar, aile içi şiddet konusunda geri bir bakış açısını yansıtan kavramlar.
Bu kavramlarla konuya bakıyorsanız, aile içi şiddeti geçici bir sorun olarak görüyor; sadece öfkeli, alkolik, ruh hastası, sapık erkeklerin, az sayıda zavallı, kurban, hasta, mağdur kadına şiddet uyguladığını sanıyor; bu mağdur kadınları bir süre konuk edip dinlenmelerini sağladıktan sonra aynı toplumsal ortama geri göndererek sorunun çözülebileceğine inanıyorsunuzdur.
Bakış açısı bu olduğunda, bu tür mekanlar açılarak kadınların hayatları değiştirilemez. Bugüne dek, devlete bağlı birçok kadın konukevinde görüldüğü gibi, konuya "basit bir hayırseverlik" ya da "oyları artırmak için kullanılan göstermelik bir sosyal hizmet" olarak bakılır.
Buraya başvuran kadınların verdikleri bilgilere güvenilmez, kadınlar sorgulanır/yargılanır, hatta zührevi hastalıklar hastanesine gönderilip muayene ettirilir, kocası çağrılıp barıştırılmaya çalışılır, kadın kararlıysa ve boşandıysa, bir an önce başka birisiyle evlendirmek için koca ayarlanmaya çalışılır, vb...
Sonuçta kadın, bir de burada şiddete maruz kalmış olur. Sonuçta, aile içi şiddet ne bireysel ne de toplumsal temelde sorgulanarak sürer gider...
Kadının şiddete karşı direnişi için
Aile içinde kadına uygulanan şiddet, erkeğin kadın üstünde egemenlik kurma politikasının en önemli araçlarındandır. Ve bu, erkeklerin dünya çapında uyguladıkları bir politikadır.
Tek tek kadınların öldürülmesinin, sakat bırakılmalarının, canlarının yakılmasının, tehdit edilmelerinin, korkutulmalarının, aşağılanmalarının ve sindirilmelerinin ortak bir amacı vardır: İtaat ettirmek... Böylece erkeğin elde ettiği gücü korumak ve egemenlik ilişkilerini sürdürmek...
Ama Michel Foucault'nun deyişiyle: "Gücün olduğu her yerde direniş vardır" ve sığınaklar kadınların şiddete karşı direnişlerinin en önemli araçlarından biridir.
Sığınaklar öncelikle, kadınlara can güvenliği ve şiddetsiz bir ortamda yaşama fırsatı tanır. Kadın sığınakta, birlikte kaldığı kadınların benzer deneyimlerini, duygu ve düşüncelerini keşfeder. Bireysel ya da grup halinde aldığı psikolojik danışmanlık ile şiddetin fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik biçimlerini kavrar; bunları durdurma mekanizmalarını içselleştirmeye başlar.
Bir erkeğe bağımlı olmadan yaşayabileceğini gören kadın, alternatif yaşam olanaklarıyla ve kadın dayanışması kavramıyla tanışır. Sığınakta kaldığı süre boyunca kadın, kendi hayatının denetimini kendi ellerine almaya hazırlanır.
Mor Çatı'nın sığınağında kalan kadınlarla ilgili veriler, bu değişimi çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor: Kadınların yüzde 16'sı şiddet ortamına geri dönmüş, ancak artık şiddete maruz kalmıyor; yüzde 60'ı ise şiddet ortamını terk etmiş. Yani, kadınların yüzde 76'sı sığınakta kaldıktan sonra şiddetsiz bir hayat kurmayı başarmış. Bu rakamın yüksekliği, sığınakların önemini açıkça gösteriyor. (HG/BB)