"Neden bu kadar küçüksün?"
Gayet iyi hatırlıyorum. O zaman bu sorunun cevabıyla hiç ilgilenmemiş, üzerinde düşünmemiştim.
Çünkü orada olmaktan son derece rahatsızdım ve kurtulma planları yapıyordum. Böylece mumyalaşmış sıskalıktaki bedenimi, "normal" ölçülere getirmek isteyenlerden korumuş olacak, mutlak yalnızlığıma tekrar dönmüş olacaktım.
Oysa kelimenin tam anlamıyla yanıldığımı anlamam uzun sürmeyecekti ve var gücümle sorunun cevabını arayıp bulmaya çalışacaktım.
Bulduklarım kişisel hikayemle bire bir örtüşüyordu. Ne var ki, bugün "sıfır beden" olarak adlandırılan kadınların küçücük olmalarına, bedenlerini korkutucu bir biçimde değiştirmelerine sebep olan tüm politikalar daha zalim işliyor.
Ünlü isimlerin modern zaman sıfatı haline gelen bu dönüşümün birdenbire olmadığını bilmek gerekiyor. Çocuklaşmış, zayıflayarak içine dönmüş bedenler, 'et'i tanımayan, reddeden toplu bir bellek yaratıyor.
Son zamanlarda özellikle moda dünyasında hastalıklı bir görüntüye sahip olan mankenlerin podyuma çıkmasının yasaklandığı haberlerini okuyoruz. Art arda yayınlanan fotoğraflar sıska-tombul skorlarını vererek kıyaslamaya yönelik tehlikeli bir oyuna davetiye çıkarıyor.
Anormal olmanın, fırlak kemiklerin, solgun yüzlerin, hayalet bedenlerin doğal kabul edildiği, sınırların gittikçe içeri çekildiği, sıska mankenlerin arsız bir şefkatle okşandığı, bunun da ezici bir merak ve öykünmeyi beraberinde getirdiği unutulmuş gibi görünüyor.
Gerçekten öyle mi?
Gayri meşru bir çocuk gibi
Kadın bedeninin kimlikten sıyrılarak tek başına tanımlayan ve belirleyen olduğunu, yalnızca dişiliğin güzel, zayıf ve yapay bir kabuğa dönüştüğünü kim inkar edebilir?
Şimdilerde Ali Bulaç'ın tartışma yaratan "modern kadın" tanımlaması tam da bunu demek istiyor aslında.
Bir bütün olarak kadınlığın görmezden gelinerek yok sayılması, bedenin ruhsuz bir meta olarak kullanılması, popüler güzellik kriterleriyle kalıplanması, kolaylıkla ulaşılabilir olmasına yol açıyor.
Böylelikle beden, kof ama cilalı bir zırh, boyun eğmiş kimliğin temelsiz bir ifade aracı haline geliyor. Zayıflığın, güzel (subjektif bir kavram olarak) olmanın biricik koşulu haline gelmesi de müdahale yollarından yalnızca birisi.
Yeme bozuklukları ise ölümüne zayıf olmanın korkutucu tezahürleri. Gayri meşru bir çocuk gibi.
Çok değil yakın bir geçmişte güzellik kavramının kucağında hoplatılıp zıplatılan sıska -çocuk kadınlar artık kovuluyor!
Ünlü isimlerin fotoğraflarının üzerine "sıfır beden(ler) tepki topluyor," yazılıyor. Fakat belki de bir süre sonra her şey değişebilir, tam tersi bir "moda!" akımı başlayabilir.
Medyanın bize ulaştırdığı bu yeni haberler eskiyip değişebilir ve herkes geri çağrılabilir. "Fikrimizi değiştirdik, şimdi de aldığınız kiloları geri verin bakalım," denebilir.
Demek istediğim moda dünyasında çalışanların ya da globalleşen dünyada sıradan kadınların bedenlerine her tür araçla işlenen güzellik kriterlerinin bu dehşetli oyunu istediği yerde saf tutabilir.
Türkiye'de henüz çok yaygın olmadığı söylense de bu batılı güzel kadın imgesi, beynimize kazınan bu ideal beden safsatası sanıldığından daha fazla kabul görüyor.
Toplumsal yapının pek çok şeyi korkular üzerine inşa edebildiğini göz önünde bulundurduğumuzda beden algıları şiddetle bozulan kadınların sayılarında (gizli ya da açık) özellikle kentlerde kaçınılmaz bir artış görebiliriz.
Zayıflık onaylanırken getirdiği hastalık reddediliyor
Geçenlerde Anoreksiya nevroza'ya yakalanmış genç bir kızın haberi epeyce yer bulmuştu kendine. Ancak onunla röportaj yapan bir kadın gazeteci, kilolarını karşılaştırırken, kendininki de normalleştirme çabası içine girmişti ki yalnızca 48 kiloydu.
Özel durumlar haricinde( yeterli besin alan bir kadının kilo alamaması gibi) zayıflığın sıradanlaştırılması sık rastlanan bir durum.
Ancak anoreksik genç bir kız aynı hoşgörülü tavırla karşılaşamıyor yazık ki. Yani görsel olarak zayıflık onaylanırken, ardından taşıdığı muhtelif hastalık olasılıkları kabul edilmek istenmiyor.
Aradaki bu boşlukta kalanlar da işte bu normalleşme hallerinin izlerini bedenlerinde ve yaşamlarında taşıyanlar.
Son söz olarak 'yeme bozukluklarının tek ve temel sebebi bu tek tip güzellik anlayışıdır ya da kabaca mankenlere özenerek bu hastalıklara yakalanan kızların cirit attığı bir ülkede yaşıyoruz' demiyorum.
Ama bu tüm bunları yaşamış biri olarak 'gösterilen kadın imajlarını yırttığımızda ardında daha büyük sorunların kıvrandığını görebiliriz' diyorum.
Beden politikalarını, görsel iktidarın dilini, kadın kimlikleri üzerindeki baskıları vs. okumak ve öncelikle başlangıç için "neden?" diye sormak iyi bir yol.
Normal ve sıradan kalmak neden korkutucu olsun ki?
Yani aşırı zayıf ve minicik olmak zorunda değiliz, light yiyecekleri tüketmek, güzellik sırlarına uymak, nasıl davranmamız, neler okumamız gerektiğini ünleyenleri, içi boş popüler yaşam tavsiyeleri dinlemek zorunda değiliz.
Kadınlığımızı daimi bir kimlik bunalımı haline getirmelerine-en çok da bedenlerimizi kullanarak- izin verdiğimiz sürece her anlamda "küçük" kalmaya mahkumuz ne yazık ki. (TBÖ/EZÖ)