Kadına yönelik erkek şiddeti dendiğinde çoğunlukla kadınlarla konuşuyoruz, şiddeti yaşayanların deneyimini dinliyoruz ama şiddeti üreten erkeklerin nasıl dönüşeceği konusunda hâlâ çok az şey biliyoruz. Oysa erkeklerin dönüşümü olmadan, şiddetsiz ve eşitlikçi bir hayat da mümkün değil.
“AÇEV Kurumsal İşbirlikleri ve Savunu Direktörü Hasan Deniz, tam da bu noktada çok net konuşuyor. Ona göre:
“İlgili babalığın önündeki en büyük engel de erkeklik. Erkekliği aşındırmadan, erkeklikle hemhal olmadan babalığı tamamen değiştiremiyorsunuz.”
Ve aynı zamanda:
"Erkekler, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin lideri değil, ama kendi dönüşümlerinin öznesi olmak zorundalar."
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü vesilesiyle bir araya geldik. Deniz’le AÇEV’in çalışmalarını, “ilgili babalık” kavramını, erkeklik halleriyle babalık arasındaki bağı ve erkek şiddetini konuştuk.
“AÇEV’in temel felsefesi çocuğun iyi olma halini desteklemek”
AÇEV’in kuruluş hikâyesini ve erken çocukluk dönemine odaklanma nedeninizi anlatır mısınız? 0–6 yaş sizin için neden bu kadar kritik?
Her şeyden önce, Anne Çocuk Eğitim Vakfı 1993 yılında kuruldu. AÇEV’in temel kuruluş felsefesi, çocuğun ve çocuğun yakın çevresinin güçlenmesini sağlayarak, çocuğun iyi olma halini, gelişimini ve eğitimini en iyi şekilde desteklemek.
Bu çerçevede özellikle erken çocukluk dönemine, yani genel tanımıyla 0–6 yaşa odaklanıyoruz. Çünkü bu dönem, insan gelişiminin en kritik ve en belirleyici dönemi. İleriki yıllardaki fiziksel, zihinsel ve duygusal iyi olma halinin temeli büyük ölçüde bu yıllarda atılıyor.
Dolayısıyla biz erken çocukluk dönemine yapılan yatırımın sadece tek tek bireylerin değil, aynı zamanda toplumların gelişiminin de temel kaynağı olduğuna inanıyoruz. Yani bu döneme gösterilen emek, özen ve kaynak, uzun vadede hem çocuk hem toplum için geri dönüşü en yüksek yatırım.
Bunun yani tek tek biriyelerin gelişim hikayesi olduğu kadar aynı zamanda toplumların gelişiminin de temel kaynağının bu döneme yapılan yatırım, emek ve özenle mümkün olduğuna inanıyorum.
“Babalığı yalnızca iş bölümü değil, gelişimsel bir mesele olarak görüyoruz”
Buradan hareketle sorayım: Babalıkla bunun ne ilgisi var? AÇEV olarak “ilgili babalık” kavramını nasıl tanımlıyorsunuz?
İnsan yavrusu dünyaya belirli bir kapasiteyle geliyor; bu kapasitenin açığa çıkması ise çocuğun yakın çevresinden gördüğü ilgiye, desteğe ve uyarana bağlı. Bu desteği sağlayabilecek iki temel kişi var: anne ve baba. Çünkü çocuk büyüdükçe, okul, akrabalar, iletişim araçları, toplum bir çok şey de etkiliyor.
Tarihsel ve toplumsal olarak bu iki kişiden biri –çoğunlukla baba– bunu kendi rolü olarak görmediğinde, mesele sadece ev içi iş bölümü olmaktan çıkıyor; çocuğun gelişimi açısından da ciddi bir kayba dönüşüyor.
Son 50–60 yılda Türkiye’de ve dünyada aile yapıları değişti. Geniş ailelerden kentlerdeki çekirdek ailelere geçildi. Geleneksel birleşik aileyi idealize etmiyorum ama orada çocuğa uyaran ve deneyim sunan daha fazla yetişkin vardı.
Bugün çekirdek ailede çocuğa bu desteği verebilecek sadece iki aktör var: anne ve baba. Biri “bu benim işim değil” dediğinde, diğeri de toplumsal cinsiyet rolleriyle ve kendi yüküyle ezildiğinde, çocuk erken dönemde ihtiyaç duyduğu ilgi, uyaran, yakınlık ve desteğin önemli bir bölümünden mahrum kalıyor.
Bu yüzden biz babalığı, yalnızca ev içi iş yükünün paylaşımı açısından değil, çocuğun gelişimi ve iyi olma hali açısından da kritik bir mesele olarak görüyoruz.
Dolayısıyla babalığı, aynı zamanda ev içi iş yükünün eşit bir şekilde paylaşılması ilgili babalığı, aynı zamanda çocuğun gelişimi ve iyi olma hali için de bir kritik önemde görüyoruz.
“İlgili babalığı” nasıl tanımlıyoruz peki ?
AÇEV 1993’te kuruldu, hemen ardından 1996’dan itibaren babalara yönelik Baba Destek Programını geliştirdik. 3–6 ve 7–11 yaş arasında çocuğu olan babalara dönük bir ebeveynlik programı bu. Ama yalnızca program yürütmüyoruz; aynı zamanda savunuculuk yapıyor, politikalara ve ilgili aktörlere etki etmeye çalışıyoruz.
Bizim “ilgili babalık”tan anladığımız şey şu:
- Çocukla yakın bir ilişki kuran,
- Onunla zaman geçiren,
- Çocuğun fiziksel bakımında sorumluluk üstlenen,
- Çocuğun bedensel, zihinsel ve duygusal gelişimi için uyaranlar, deneyimler ve fırsatlar sunan
ve şiddetin hiçbir türüne başvurmayan baba.
Nasıl yani?
Bunu somutlarsak: Örneğin çocuğun el-göz koordinasyonunun, motor becerilerinin gelişebilmesi için tutması, çekmesi, katlaması, sıkması, yuvarlaması gerekir.
Bunun için de yetişkinin ona güvenli bir ortam sunması, önüne karton, kalem, makas koyması gerekir. Aynı şekilde, çocukla konuşmak, farklı kelimeler kullanmak, duygularını adlandırmak, duygusal tepkilerini görmek ve yansıtmak da gelişimi destekler.
Tam da bu noktada babanın rolü son derece kritik. Bunu babalardan biri yapmadığında, yani yetişkinlerden biri bu sorumluluğu üstlenmediğinde, çocuk bu deneyimlerin önemli bir kısmından mahrum kalıyor.
Bir de şunu çok önemsiyoruz: Her evin bir iklimi ve atmosferi var. Bu iklim sadece yetişkinlerin çocuğa davranışlarıyla değil, yetişkinlerin birbirleriyle ilişkileriyle de şekilleniyor.
“Türkiye’de babalık rolleri kesinlikle değişiyor”
Türkiye’de babalık rolü sizce son yıllarda değişiyor mu? Bu değişimi nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de babalık rolleri kesinlikle değişiyor. Tarihte bazı dönemlerde değişim çok yavaş, bazı dönemlerde çok hızlı olur. 1500’lerden 1930’lara kadar tarım yöntemlerinde neredeyse hiçbir değişim olmaması buna örnek. Ama bugün aile yapıları, çocuk algısı, evlilik ve toplumsal cinsiyet rolleri açısından hızlı bir dönüşüm yaşanıyor.
Son 50–60 yılda hem dünyada hem Türkiye’de, aile yapıları değişti, çocuğun değeri ve anlamı değişti. Feminist hareketin son 80 yıldaki mücadelesi toplumsal cinsiyet eşitliği açısından ciddi bir dönüşüm yarattı. Eskiden babayı “eve ekmek getiren, korkulan, çekinilen figür” olarak tarif ediyorduk; bugün bu modelin karşılığı giderek azalıyor.
Biz 2015–2017 yılları arasında bir Türkiye Babalık Durum Araştırması yaptık. Eski bir araştırma olsa da önemli bir şey gösterdi: Babalar gerçekten değişiyorlar ve klasik kalıplar artık açıklayıcı olmuyor.
Bu, Türkiye’de her şeyin çok eşitlikçi olduğu anlamına gelmiyor ama değişim var ve bu değişim de büyük ölçüde hayatın zorunluluklarıyla tetikleniyor: Yoksulluk, kentleşme, çekirdek aileye geçiş, kadınların işgücüne katılımı, feminist hareketin kazanımları, iş hayatının koşulları…
Araştırmada babalara şunu sorduk:
“Niçin çocuk sahibi oldunuz?”
Babaların yaklaşık %95’i “sevdiğim için” dedi. Bu aslında çok olumlu bir dönüşümü gösteriyor: Çocuktan beklenti “bize baksın, soyumuzu sürdürsün”den çok “sevgi”ye doğru kaymış durumda.
Ama ikinci soruda şunu sorduk:
“Çocuklara bakmak birinci olarak kimin görevi?”
Babaların %91’i “öncelikle annelerin görevi” dedi.
Sonra “Peki bugün ne yaptınız?” diye sorunca cevaplar şöyleydi:
“Çocuğu okuldan aldım, eve getirdim, yemek yedirdim, çamaşırlarını astım…”
Yani akıllarındaki kalıp hâlâ “çocuk bakımı annelerin görevi” diyor, ama pratikte babalar giderek daha fazla bakımın içine giriyor. Çünkü kent yoksulluğu var, anne de çalışıyor, hayat öyle işlemiyor, kadınlar da eski rolleri sorguluyor.
Dolayısıyla babalıkta yaşanan şeyi bir çözülme ve dönüşüm olarak görüyorum. Artık tek tip “eve ekmek getiren baba” yok; çok farklı babalık pratikleri var. Bu dönüşümün otomatik olarak “çok iyi ve çok eşitlikçi bir yere” gittiğini iddia etmiyorum ama aile tipleri değiştikçe babalık da değişmek zorunda kalıyor.
Babaların bakımda aktif rol almasının önündeki üç büyük engel
Babaların çocuk bakımında aktif rol almasını engelleyen en temel toplumsal faktörler neler sizce?
Bence üç temel başlıkta toplayabiliriz. Öncelikle, istihdam ve çalışma koşulları. Türkiye, OECD ülkeleri arasında kadın istihdamının en düşük olduğu ülkelerden biri. Erkeklerin çalışması toplumsal olarak teşvik ediliyor, hayat buna göre düzenlenmiş. Sonuçta kadın–erkek istihdam oranları eşitsizleşiyor. Bu eşitsizlik hem neden hem sonuç: Kadın işgücüne daha az katıldığı için çocuk bakımının asli sorumluluğu da ona yükleniyor.
Ayrıca Türkiye’de çalışma saatleri Avrupa Birliği ve diğer OECD ülkeleriyle kıyaslandığında oldukça uzun. Güvenceli işlerde de böyle, güvencesiz işlerde –garsonluk, şoförlük, boya, bulaşık gibi– ise 14–15 saate kadar çıkabiliyor. Buna büyük şehirlerdeki yol süresini de ekleyince, babanın fiziksel olarak evde olmadığı uzun zaman dilimleri ortaya çıkıyor. Bu da bakım sorumluluğunu paylaşmanın önünde ciddi bir bariyer.
İkincisi de kadına ve erkeğe biçilen toplumsal roller ve erkeklik kalıpları Literatürde erkekliği tanımlayan üç temel unsurdan bahsedilir: Kadınsılıktan kaçınma, Statü, Kontrol (hayatı, kadını, çocuğu, aileyi kontrol etme) gibi.
Kadınsılıktan kaçınma ne demek? Duygularını göstermek, şefkat göstermek, çocuğun altını değiştirmek, çamaşır asmak… Bunların hepsi “kadına ait” görülüyor ve bunları yapan erkek “daha az makbul erkek” gibi algılanıyor. Erkeklik böyle kurulduğu için, baba süt ısıtmayı, çocuk belemeyi, duygusal yakınlığı kendi rolünün parçası olarak görmeyebiliyor.
Yani erkeklik kalıpları, ilgili babalığın önündeki en güçlü zihinsel engellerden biri.
Üçüncüsü de İş hayatı, kurumlar ve kültürel temsil. Ne demek istiyorum?
Özel sektördeki işleyişten okullara, reklamlardan dizilere kadar pek çok alanda çocukla ilgili bir durumda ilk akla gelen hâlâ “anne”. Çocuk okulda bir sorun yaşadığında çoğu müdür “Anneni çağır” diyor. Sağlık sisteminde randevu ve aşı çağrılarında çoğunlukla anne aranıyor.
“İlgili babalığın dört temel davranışı”
İlgili babalığı somutlaştırmak için, dört–beş davranış sayın desem neleri öne çıkarırsınız?
Birincisi: Çocuğun fiziksel bakımında sorumluluk almak
Yıkama, uyutma, giydirme, çamaşırlarını asma gibi gündelik bakım işlerine, aile koşullarına göre mümkün olduğunca aktif katılmak. Anne çalışmıyorsa ve baba tek çalışansa “tam yarı yarıya paylaşsınlar” demek gerçekçi olmayabilir, ama hangi koşulda olursa olsun babanın bu alanda da sorumluluk üstlenmesi gerekiyor.
İkincisi: Birlikte nitelikli zaman geçirmek
Sadece aynı evde bulunmak değil; birlikte oyun oynamak, konuşmak, gezmek, sohbet etmek, bir şey üretmek… Yani çocuğun babayla gerçekten temas ettiği, ilişki kurduğu zamanlar. Bu, çocuğun duygusal güveni ve bağlanması kadar, dil gelişimi ve sosyal becerileri için de çok önemli.
Üçüncüsü: Şiddetsiz ve saygılı bir sınır koyma biçimi
İlgili baba, kesinlikle ama kesinlikle şiddet içeren tutumlar göstermeyen babadır. Burada sadece fiziksel şiddetten bahsetmiyorum. Kuralları ve sınırları koyarken baskıcı olmamak, çocuğun kişiliğini incitmemek, aşağılamamak, zorbalık yapmamak da bunun parçası. Aynı şekilde diğer aile bireylerine şiddet uygulamamak da çocuğun gördüğü model açısından kritik.
Dördüncüsü: Çocuğun gelişim alanlarını bilinçli şekilde desteklemek
Kullandığım kelimeleri çeşitlendirirsem çocuğun zihinsel gelişimini, yaşadığı duyguları adlandırırsam duygusal gelişimini, hamur yoğurmak, makasla kesmek, tırmanmak gibi deneyimler için ortam sağlarsam bedensel ve motor gelişimini desteklemiş olurum.
Çocuğun aslında içten içe sorduğu soru şu:
“Gelişebilmem için bu kağıdı kesmem lazım. Tamam, perdenizi kesmeyeyim ama peki neyi keseyim?”
Biz çoğu zaman “yapma, koşma, tırmanma” diyerek bu deneyimleri kısıtlıyoruz. Oysa güvenli ortamda bu deneyimlere izin vermek çocuğun gelişimi için hayati.
“Babalık izni çok kritik bir yerde duruyor”

Babaları duygusal emek ve bakım konusunda güçlendirmek için hangi politik ve kurumsal adımlar gerekli sizce?
Babaları güçlendirmek için sadece bireysel iyi niyete değil, politikalara ve kurumsal düzenlemelere de ihtiyaç var.
Bunların başında babalık izni geliyor. Türkiye’de kamu sektöründe 10 gün, özel sektörde 5 gün babalık izni var. Bence bu izin, niceliğinden de bağımsız olarak çok kritik bir yerde duruyor. Çünkü bakımla yakınlık arasında çok güçlü bir bağ var.
Baba ne kadar erken dönemde çocuğun bakımına katılırsa, aralarındaki duygusal bağ da o kadar güçleniyor. Bu erken bağlanma, ileriki yıllarda babanın kendisini çocukla ilgili daha sorumlu hissetmesinin de temelini atıyor. Babalık izni de tam bu yüzden önemli:
- Sadece “resmi işlerimi halledeyim” izni değil,
- Gerçekten bebeğin bakımıyla ilgilendiği, anneye destek olduğu, çocukla vakit geçirdiği bir süre olmalı.
İkinci olarak, kamu hizmetleri ve okulların işleyişinde de babayı eşit sorumlu ebeveyn olarak tanımlayan uygulamalara ihtiyaç var. Örneğin, hamilelikten itibaren Sağlık Bakanlığı’nın aşı takip sistemi çok kıymetli; ama telefonlar çoğunlukla anneye gidiyor. Okulda bir sorun olduğunda ilk çağrılan kişi de genellikle anne.
Reklamlardan popüler dizilere, yasal düzenlemelerden yönetmeliklere kadar her alanda anne ve babayı eşit sorumlu, eşit yetkili ve eşit muhatap olarak gören bir yaklaşımı anaakımlaştırmamız gerekiyor. Bu dönüşüm oldukça, babaların bakım sorumluluğunu üstlenmesini kolaylaştıran bir toplumsal zemin oluşur.
“Babalar ilkin baba değil, erkek oluyorlar”
Şimdi biraz da eleştirel erkeklikten söz edelim. Eleştirel erkeklik çalışmalarının amacı ne? AÇEV bu alana nasıl bakıyor?
Biz AÇEV’de hem anneleri hem babaları desteklemeye çalışıyoruz; ama şunu çok net görüyoruz: Babalar ilkin baba olmuyorlar, ilkin erkek oluyorlar.
Yani daha doğduğu anda, biyolojik cinsiyetine bakılarak çocuğa bir sürü toplumsal cinsiyet rolü atfediliyor. Erkek çocuk, toplumsal olarak belli bir “erkeklik kalıbı” içinde büyüyor ve ileride babalığını da o kalıbın içinden pratik ediyor.
Dolayısıyla sadece “ebeveynlik becerileri” öğretmek, tek başına ilgili babalığı getirmiyor. AÇEV’in kavradığı şey şu:
İlgili babalığın önündeki en büyük engellerden biri erkeklik.
Erkekliği sorgulamadan, dönüştürmeden babalığı da tam anlamıyla dönüştüremiyoruz. Erkek süt ısıtmadığı için, “kadın işi” saydığı için baba süt ısıtmıyor. Erkekliğin temel bileşenlerinden biri kadınsılıktan kaçınma olduğu için, baba çocuğu kucağına alıp altını değiştirmeyi kendi rolü olarak görmüyor.
Feminist hareketin 150 yıllık tarihine baktığımızda, başta “erkekler bu mücadelenin öznesi olamaz” tartışması çok haklıydı; patronun greve katılması gibi. Ama son 10–15 yılda şunu gördük: Erkekler, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin lideri değil; ama kendi dönüşümlerinin öznesi olmak zorundalar.
Özetle: Erkekliği dönüştürmeden ilgili babalığı da dönüştüremiyoruz. Bu yüzden eleştirel erkeklik çalışmaları, babalık meselesinin ayrılmaz bir parçası.
“Dili, gündelik pratikleri değiştirmeden erkekliği dönüştüremeyiz”
Siz bu direnci kırmak için dilde, gündelik hayatta nasıl bir yaklaşım benimsiyorsunuz?
Erkeklik meselesini konuşurken, insanların korkularını ve endişelerini anlamadan yol almak mümkün değil. “İlgili babalık batıya ait, bize yabancı bir şey” gibi sunulduğunda, bazı erkekler bunu kimliğine tehdit olarak görüyor ve doğal olarak direnç gösteriyor.
Ben tam tersini savunuyorum: İçeriden konuşuyorum. Yakınlıktan, sevgiden, iyi ilişkiden konuşuyorum. Evde birlikte yaşadığım insana “kirli çorabımı kaldırmakla yükümlü biri” gibi bakmanın, aslında erkeklik için de ne kadar değersiz bir konum olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Kısacası, ben “biz ve onlar” dili yerine, “hepimiz bu kültürün içinden geldik, birlikte dönüştürebiliriz” diyen bir dilden yanayım. Direncin önemli bir kısmı, kimlik kaybı korkusu; bunu küçümsemeden, ama normalleştirmeden konuşmak gerekiyor.
“Babalar en çok ne yapacaklarını bilmedikleri için zorlanıyorlar”
AÇEV’e başvuran babalar sizce en çok neye ihtiyaç duyuyor, hangi konularda destek istiyorlar?
Bizim çalıştığımız babalarda üç temel ihtiyaç görüyoruz. Çoğu baba bugüne kadar çocuk gelişimi ve çocuk bakımı konusunda hiç destek almamış. Yani nereden başlayacağını, neyin doğru olduğunu bilmiyor; bu da ciddi bir çaresizlik yaratıyor.
Çocuğunun zihinsel gelişimini ve akademik başarısını desteklemek istiyor ama bunu nasıl yapacağını bilmiyor. “Ne oynasam, nasıl konuşsam, neyi takip etsem?” sorularında zorlanıyorlar.
Çocuk “hayır” demeye, itiraz etmeye başladığında, yani sınırlarını göstermeye başladığında; kural ve sınır koymakonusunda sıkışıyorlar. İlişkiyi bozmadan, çocuğu incitmeden nasıl sınır koyacağını, istenmeyen davranışı nasıl durduracağını bilemiyorlar. En çok bu üç alanda destek istiyorlar.
“AÇEV’in alametifarikası marjinal değil, herkesle konuşabilmesi”
AÇEV’in bu alandaki yaklaşımının alametifarikası sizce nedir?
Ben AÇEV’in alametifarkikasını şöyle görüyorum:
Biz hem anne eğitimlerini, hem baba eğitimlerini, hem de genel olarak babalık meselesini toplumun gerçek ihtiyaçlarına, diline ve hassasiyetlerine göre ele alıyoruz.
Yani bu çalışmaları “marjinal bir fikir”, “uç bir iş” gibi sunmuyoruz. Her kesimden insanla, her tür aile yapısıyla, farklı dünya görüşleriyle konuşabilen ve çalışabilen bir yaklaşımımız var.
Bence AÇEV’i Türkiye bağlamında önemli kılan şeylerden biri, tam da bu: Toplumsal cinsiyet eşitliği ve babalık gibi konuları, insanları dışlamadan, “sen alternatifsin” demeden, hayatın içinden ve herkesin anlayabileceği bir dilletartışmaya açabilmesi.
“Her çocuk bir kapasiteyle gelir, bu kapasite desteklenmezse telafisi zor kayıplar olur”
Babalığını dönüştürmek isteyen erkeklere, “ilgili baba” olmak isteyenlere ne söylemek istersiniz?
Her çocuk dünyaya belli bir kapasiteyle gelir. Bu kapasitenin açığa çıkması, çocuğun yakın çevresinden gördüğü destekle mümkündür. Bu destek erken çocukluk döneminde yeterince verilmezse, ileride telafisi çok zor kayıplar ortaya çıkabilir.
Her baba şunu unutmamalı:
Çocuğunun sahip olduğu kapasitenin açığa çıkmasında kendisi aktif rol almazsa, o kapasitenin bir kısmı hiç ortaya çıkmayabilir.
İkinci olarak, baba çocuğunun hayatına ne kadar erken dönemde dahil olursa, aralarındaki duygusal yakınlık ve bağ o kadar güçlü olur. Bu bağın da ileride tam olarak telafi edilmesi mümkün değildir.
O yüzden babalara şunu söylemek isterim:
Çocuğunla gelecekte nasıl bir ilişkin olmasını istiyorsan, bugün ona göre davran. Çocuğunun geleceğini nasıl hayal ediyorsan, bugünden onun hayatına aktif, şefkatli ve eşit bir şekilde dahil ol.
“Şiddetin en önemli panzehri eşitliği güçlendirmektir”
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü vesilesiyle yaptığımız bu söyleşi için, erkek şiddetini önleme anlamında özellikle bir mesajınız olur mu? İlgili babalık ve eşitlik burada nasıl bir rol oynuyor?
Şiddeti önlemenin en temel yolu eşitliği güçlendirmektir. Eşitliği güçlendirmenin de en önemli yollarından biri, anne ve baba olarak çocuklara eşit davranmak, gelişimlerini desteklemek ayrımcı toplumsal cinsiyet rollerine örnek olmamaktır. Şiddeti asla bir “problem çözme” aracı olarak kullanmamak, çocukların gözünde model olmamak gerekir.
Özetle söyleyebilirim ki: Şiddetin en önemli panzehri eşitliği güçlendirmektir.
25 Kasım'a giderken: Kadınlar Birlikte Açıyor
Nur Betül Aras: Gürsel Tekin’i eleştirdiğim tweetlerim cumhurbaşkanına hakaret sayıldı
Güven: Halkı ile barışık bir ülke mümkün, bunu birlikte inşa edeceğiz
İrlanda Büyükelçisi Brosnan: Barış süreçlerinde kadınların varlığı her şeyi değiştirir
(EMK)











