Kocaman, lüks bir araba duruyor; arkasındakiler hemen kornalara basmaya başlıyor.
Arabadan yaşlı bir kadın iniyor. Kıyafeti, o arabaya ancak otostop yaparak binmiştir, diye düşündürüyor beni.
Kadın çok yavaş iniyor ve çok yavaş adımlarla yürümeye başlıyor. Araba hareket edene kadar kornalar susmuyor.
Bu ne şiddet bu ne celal!
Kadın kaldırıma çıkıyor, çok ama çok yavaş. Çok ama çok yaşlı ve çok yorgun olmalı. Belki de hasta.
Kaldırımda yürüyor mu duruyor mu anlamaya çalışıyorum.
Yürüyor olmalı ki, biraz sonra gözden kayboluyor.
Ne kadar yavaş yürürse yürüsün gidiyor işte...
Öğleden sonra, evden çıkıyorum.
"Baharın eli kulağında!" derdi anneannem olsaydı diye düşünüyorum. Yürümeye başlıyorum. Yanımdan geçenlerin bazıları çarpıyor. Sonra da kötü kötü bakıyorlar. Sabah, öğlen fark etmiyor artık, herkes sürekli telaşlı. Sanki herkes geç kalmış. Neye? Nereye? Belli değil!
Önüne çıkanları ezip geçiyorlar adeta. Duvar dibinden yürümeme rağmen kurtulamıyorum hışımlarından.
Galatasaray'da Ali'ye rastladım. Zaten dinlenme zamanım geldiği için, oturduk çay içmeye. Bacaklarımı koltuk değneklerinin üzerine uzattım, diye kızdı.
Koltuk değnekleri ve tekerlekli sandalyenin, onları kullananların bedenlerinin bir parçası olduğunu hep söylememe rağmen unuttuğum için, kendime vereceğim cezayı düşünmeme ve özür dilememe fırsat vermeden konuşmaya başladı.
"Araba aldım erkek oldum" diye bir kitap yazabilmek için araba aldığını söyledi. Çok güldük.
Araba alma macerasını anlattı. Büyünce yönetmen olursam, bunu kısa film yapabilirim!
"Aylardır her yeri gezdim, her marka arabayı inceledim. Sonunda Aksaray'da bir galeride 2. el bir araba buldum. Girdim içeriye.
Biri araba almak isteyen bir müşteri ile ilgileniyordu. Bir kişi de bir masanın arkasında telefonla konuşuyordu. İkisinden birinin işi bitene kadar beklemek için masaya doğru yöneldim. Müşteriler için olduğu belli koltuklardan birine oturmak için.
Ben masaya yaklaşınca, telefonda konuşan adam daha oturmama fırsat vermeden, cebinden çıkardığı parayı uzattı. Aldım.
Elimdeki 1 milyona bakarak, adamın bana neden verdiğini anlamaya çalıştım. Bir elimdeki paraya bir adama bakıyordum; adam eliyle gitmemi işaret etti. Yerimden kıpırdayamadım. Oturamadım da.
Uzun telefon görüşmesi bittiğinde, 'Ne o az mı geldi?' diye sordu".
Ben bu arada neden çıkıp gitmediği için ona kızıyordum, ama öte yandan da anlamamasının doğal olduğunu biliyordum.
Benzeri bir olay benim de başıma geldiğinde ben de anlayamamıştım elime neden para tutuşturulduğunu. Her an sakat olduğumuzu düşünerek yaşamıyoruz ne yazık ki!
Ali devam etti.
"Adama, 'Araba almaya gelenlere yaptığınız bir şaka mı bu diye?' sorunca yüz ifadesini görmeliydin ama," dedi.
"Tahmin ediyorum," dedim.
Gülüştük.
"O yüz ifadeleri merhem zaten," dedim.
Sonrasını tahmin etmek kolay.
İki olasılık vardır her zaman yaşadıklarıma dayanarak:
Bir: Bir kamyon özür. Çaylar kahveler.
İki: Size göre araba yok bizde!
Ali mutlu son yaşamış!
Akşam haberleri başlamıştı eve gelip televizyonu açtığımda.
Trabzon'da yaşananları korkuyla izledim.
"Şiddeti tartışmamız lazım!" diye düşündüm.
"Neden Yunus Emre, Mevlana gibi insanların yaşadığı bu topraklardan Gandi gibi liderler çıkmıyor?" diye düşündüm.
Şiddetsiz bir dünyayı hayal ettim. Mümkün gibi geliyor düşünüce.
Başka, bambaşka bir dünya mümkün olmalı!
Vakit ilerlerken, "Bu şiddete karşı ne yapabiliriz?"
"Bu şiddeti durdurmanın yollarını ararken, içimizdeki şiddeti de sorgulasak!" diye düşünürken bir yandan da kanalları gezerken durdum.
Gece yarısı Show TV'de Haber Özel'de tekerlekli sandalyeli genç bir kadına gizli kamera takılmış gibi görüntülerle, "Çok meşakkatli iş!" dediği tekerlekli sandalyeyi arabanın bagajına koymak zor geldiği için, kadını taksiden indiriyordu sürücüsü.
Kadın daha sonra tekerlekli sandalye ile, karşıdan karşıya geçemedi. Kütüphaneye giremedi. Otobüse binemedi.
Ben de tekerlekli sandalye ile durmayan taksilerin, durmalarını beklemelerimi hatırladım.
Bir günde bu kadarı fazla geldi.
Neyse ki martılar var; çığlık atıyorlar.
Erguvanlar da açmaya başlar yakında... (NG/EÜ)