“Kadın cinayetleri gündelik hayatta sıkça karşılaşılan tacizlerden, kadınların maruz kaldığı diğer psikolojik, ekonomik, cinsel ve fiziksel şiddetten; ayrımcı pratiklerden uzak ya da bağımsız değildir. Bu nedenle de şiddeti uygulayan erkeklerin gözü dönmüş caniler, hasta ve sapıklar, cinnet geçirenler, yani 'öteki' erkekler olduğunu söylemek, ülkemizde kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin vardığı boyutu sadece azımsamaya ve yaşananları münferitleştirmeye hizmet etmekle kalmaz, faili yine erkekler olan diğer şiddet biçimlerini de görünmez kılar ve normalleştirir.”
Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği Kadın Komisyonu, Özgecan Aslan cinayetinden bu yana Türkiye’nin gündemine oturan erkek şiddeti sorununa ilişkin bir basın açıklaması yayınladı.
Sosyal bilimci ve ruh sağlığı çalışanı kadınlar, erkek şiddetinin nihai hedefinin kadını baskı altına almak, kadını ehlileştirmek, sokaktan uzaklaştırmak ve kontrol etmek olduğunu söyledi.
Kadınların susmakla şiddete karşı direnmek arasında zorlu bir tercih yapmaya mecbur bırakıldığını vurgulayan kadınlar, “Türkiye’de yaşayan kadınlar olarak kendimizi suçlamayı ve utancı bir tarafa bırakıyoruz. Bize suçluluk ve utanç hissettiren erkek egemen iktidarın baskı kodlarını ifşa ediyoruz. Çünkü şiddeti de failini de tanıyoruz” dedi.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Maruz kaldığımız ya da tanık olduğumuz eril şiddetle kendini gösteren acı ve ona eşlik eden öfke bizim için ne kadar gündelik bir gerçekliğe dönüşmüşse ve bizi anormal kadın yapmıyorsa, aynı şekilde bu şiddeti uygulayan erkek de hasta, cani, insanlıktan çıkmış değildir.
“Kadın cinayetlerinin failleri erkeklerdir. Yaşanan vahşetin güç ilişkileri, ataerki ve erkeklik kurgularıyla ilişkisi göz ardı edilerek, erkeklerde bulunan bir bozukluk ve sapkınlıkla açıklanmaya çalışılmasını ve bunların tedavisi ya da ortadan kaldırılmasıyla kadına yönelik şiddetin çözülebileceğine dair söylemleri reddediyoruz.
“Bununla birlikte, kadına yönelik şiddeti geri kalmış İslam ülkesi olmakla, cinselliğin bastırılmasıyla, gericilikle ya da diyelim ki ataerkiyle açıklayan; kendilerini “ilerici”, “dürtülerini kontrol edebilen” ve dahi “profeminist” olarak tarif eden; sol çevrelerden, akademiden, meslek içi eğitim çalışmalarından ya da terapi odalarından tanıdığımız erkeklerin, devlet tarafından üretilen erkek egemen iktidar aygıtına eklemlenerek onu yeniden ve yeniden ürettiklerini, kadına yönelik şiddeti meşrulaştırabildiklerini ve hatta uygulayıcısı olduklarını biliyor ve duyuyoruz.” (ÇT)