Son bir haftada yaşanan çatışmalarda ve saldırılarda 12 asker, 1 korucu, 2 polis ve 3 PKK militanı öldü. Dün (16 Temmuz) olağanüstü toplanan Terörle Mücadele Yüksek Kurulu, yeniden toplandı. Kurulun öneriler listesinde Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasına dönüş de yer alıyordu.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'se, hak savunucularının yaşam hakkı ihlali ve işkence başta olmak üzere, bir dizi hak ihlaline zemin hazırlayacağını savunduğu Terörle Mücadele Yasası'nda (TMY) değişiklik tasarısını onayladı; ancak bazı maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.
Yalçındağ: Zaten fiilen OHAL'i yaşıyoruz
Reyhan Yalçındağ, Diyarbakır'ın ve Güneydoğu'nun zaten birkaç aydır fiilen OHAL koşullarında yaşadığını söylüyor.
"Diyarbakır olaylarındaki ölümlerin ardından hâlâ hiçbir idari soruşturma, hiçbir dava açılmış değil. Siyasi parti ve sendika temsilcileri basın açıklamaları nedeniyle hapisteler. Siviller yönetimi devretmiş görünüyor."
Yalçındağ, TMY'de değişikliğin yanı sıra Polis Vazife ve Selahiyetleri tasarısının ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri tasarısının da anımsattıktan sonra şöyle diyor:
"Türkiye'de hak ve özgürlükler siyasi mücadelelere ya da iktidar olma mücadelelerine kurban ediliyor. Bu tasarılar, hep birlikte, sokağa çıkanın rahatlıkla öldürülebileceği, Yaşam hakkının hiçbir şekilde koruma altına alınmayacağı bir gelecek öngörüyor. Siviller öldürüldüğünde hukuki anlamda hesabı sorulamayacak. Türkiye'yi son derece geriye götürecek, 90'lı yılları aratacak düzenlemeler bunlar."
"Cenazelerin hesabını kim verecek?"
Son dönemde çatışmaların ve ölümlerin artmasıyla ilgili de "Bu cenazelerin hesabını kim verecek? Gencecik çocuklar ölüyor" diyor.
"Bu kadar cenaze yönetenlerin ne kadar umurunda? Tek birinin kendi çocuğunun burnu kanamıyor. Oysa ölen herkesi kendi çocukları gibi hissetmeliler."
Yalçındağ, bu cenazelerin, baskı yasalarının Meclis'ten geçmesi ve Cumhurbaşkanı'nca onaylanması için de baskı aracı olarak kullanıldığını söylüyor.
"Ölümleri gerekçe göstererek daha fazla ölüm getirecek düzenlemeleri onaylatmaya çalışıyorlar. Kabul edilemez bir şey bu."
"OHAL'le kazanılacak hiçbir şey yok"
Yalçındağ, OHAL düzeniyle ve yeni yasalarla kazanılacak bir şeyin olmadığını vurguluyor.
"Bunu anlamak için OHAL'in insan hakları karnesine bakmak yeterli. Binlerce insan öldü. Aydınlar düşünceleri nedeniyle hapse atıldı. Köyler boşaltıldı. Sendikalar, dernekler kapatıldı. Basın para ve hapis cezalarıyla baskı altına alındı. Ekonomi çöktü. Sağlığa, eğitime ayrılması gereken paralar, askeriyeye ayrıldı. Üstelik insanlar haklarını da arayamadı. Çünkü OHAL kararları yargıya kapalıdır.
"Bütün bunlar bize hiçbir şey kazandırmadı. Artık bunu görmeleri gerekiyor."
"Hâlâ şans var"
Yalçındağ, demokrasiden uzaklaşan çizgiden bir an önce geri dönmenin mümkün olduğunu anımsatıyor.
"Hükümetin Türkiye'nin sivilleşmesi için cesur adımlar atması gerek. Bu cesareti gösterirlerse, güçlü bir sivil toplum arkalarında olacaktır. Ama bırakın cesareti, antidemokratik uygulamalara teslim oldular.
"Hâlâ şans var. Cumhurbaşkanlığı, erken seçim tartışmalarını bir kenara bırakıp Kürt sorununun çözümü için somut adımlar atmaya bakmaları gerek."
Tahmaz: AKP silahlı güçlerle uzlaşarak kendi geleceğini kurtarmaya çalışıyor
Hakan Tahmaz'sa, Erdoğan'ın geçen yıl Diyarbakır'da Kürt sorununu tanıdığını söylediği konuşmayı anımsatıyor, "Demokratik çözüm diyen Başbakan, daha önceki başbakanlar gibi yine şiddete, statükocu tutuma yöneldi. Başbakanlar Diyarbakır'da başka türlü konuşup Ankara'da başka şey yapıyor."
Tahmaz, bugün bir yandan şiddet tırmanırken, diğer yandan bu tırmanışın antidemokratik düzenlemelere gerekçe olmasının yaklaşık bir yıldır hazırlanan bir süreç olduğunu vurguluyor:
"Son bir senedir adresi, hedefi belirsiz bir dizi eylem oluyor. Bunun en açık örneği Hakkari bombalamaları, Şemdinli olayları. Aslında Türkiye, bir tür çatışma sürecine sokuldu. 2004 yılından bu yanaki gelişmeler, bu zemini hazırlamaya yönelik."
AKP hükümeti, gerek silahlı güçlerle ilişkisinde, gerekse ABD'nin Ortadoğu politikasında kendi geleceğini kurtarmaya çalışıyor Tahmaz'a göre:
"Şemdinli sonrasında, AKP, devletin esas sahibi olduğunu düşünen, böyle davranan silahlı güçlerle uzlaşarak kendi geleceğini kurtarmaya çalışıyor. Bu Türkiye'deki değişimin önünde bir engel.
"İki anahtar konu var: Birincisi, Kürt sorunu ve azınlıklar sorunu. İkincisi de ordunun siyasetteki yeri. AKP bu iki konuda da orduyla anlaşmış durumda.
"Problemin kaynağında çözümsüzlüğü kalıcılaştıran siyaset var. Kürt sorununu terörle mücadele sorununa indirgeyen bir zihniyet bu."
"PKK silahlı eylemlerini durdurmak zorunda"
Tahmaz, sorunun özünde çözümsüzlüğü kalıcılaştırma ve statükoyu korumaya yönelik siyaset olduğunu, öte yandan PKK'nin de Türkiye'deki değişime uygun siyaset geliştiremediğini söylüyor.
"Devlet içindeki legal ve illegal örgütlenmeler süreci bu kadar provoke ederken, PKK, Kürt hareketinin daha açık, siyasi, anlaşılır bir strateji geliştirmesinin önünü açmalıydı. Bu da demokratik zeminde olur.
"Gelinen aşama bir çıkmaz hali. Esas yapılabilecek olan, sürecin provoke edilmesini boşa çıkartmak. Bu adımlar öncelikle Kürt hareketinden gelebilir. Böyle bir adım atıldığında, demokratik çözümden yana olanlar, egemenlerin toplumu parçalama siyasetinin karşısına, eşit, özgür yurttaşların bir arada yaşaması siyasetini koyabilirler."
Bunun için Kürt hareketinin çözümü zorlaştıran siyaset yerine, açık, demokratik, anlaşılır bir siyaset yürütmesi gerektiğini savunuyor Tahmaz.
"PKK demokratik mücadele zeminin gelişimine şans tanımak zorunda. Bunun için silahlı eylemleri durdurması gerek. PKK 'savunma amaçlı olmayan silahlı eylem yapmıyoruz' diyor; ama milliyetçiliğin ve şovenizmin yükselmesine neden oluyor." (TK/KÖ)