Oturumda, benimle aynı rahatsızlığı paylaşanlar oldu mu, bilmiyorum. Açıkçası, dünyanın hemen hemen her yerinde, her yıl milyonlarca kadının, izleri yıllarca kaybolmayan fiziksel ve psikolojik travmalar yaşamasına sebep olan sistematik bir şiddet hakkında bu kadar fütursuzca espri yapılması benim içimi acıtmıştı.
Aynı kongrede, örneğin polis şiddetinin benzer bir şekilde espri konusu yapılmayacağını bilmekse çok daha rahatsız edici.
Bahsi geçen partinin, tüzüğüne kadına yönelik şiddeti cezalandırıcı bir madde koyması, üyelerinin bu konudaki duyarlılığını göstermesi bakımından çok önemli. Solda böyle bir duyarlılığın gelişmesinde, bağımsız kadın hareketinin 1980'lerden bu yana sürdürdüğü aktivizmin katkısı büyük.
Öte yandan, masum gibi görünen bu esprinin ardında, aslında kadına yönelik şiddetin, "aman ne var ki, bizim hanım da beni dövüyor, keh keh...", "yok canım, asıl kadınlar şiddet uyguluyor" diye geçiştirilemeyecek kadar ciddi bir insan hakları ihlali ve ataerkil toplumun kadın bedeni üzerinde kurduğu iktidarın temel bir aracı olduğu gerçeğinin toplumun büyük bir kesimince halen kabullenilmemesi yatıyor.
Üstelik kadına yönelik şiddet, yaygın medyanın hevesle sarıldığı "töre" cinayetlerinden ya da koca/sevgili dayağından ibaret de değil. Kadına yönelik şiddeti, erkek iktidarı ve kadınlara yönelik yaygın ayrımcılıkla ilişkilendirdiğimizde, şiddetin, (1) farklı toplumsal yapılarda, farklı biçimlerde, ama hep aynı dinamikle - kadın bedeni üzerinde iktidar ve denetim kurma - ortaya çıktığını görüyoruz.
Sırf kadın olduğumuz için şiddet görüyoruz
1993 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler (BM) Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi'nde, kadına yönelik şiddet, "ister kamusal, ister özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar veya acı veren, ya da verebilecek olan herhangi bir cinsiyet-temelli şiddet eylemi veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama ya da keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" olarak tanımlanıyor.(2)
Bildirgede kadına yönelik şiddetin cinsiyet-temelli olduğu özellikle vurgulanıyor. Cinsiyet-temelli şiddetten kastedilen, bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet. (3)
Buna göre kız çocuklarının okula gönderilmemesi, zorla evlendirilmesi, fuhşa zorlanması; kadınların evlilik ya da sevgililik ilişkisinde dövülmesi ve tecavüze uğraması, yaygın medyada cinsiyetçi temsili ve pornografide cinsel nesneye indirgenişi, kadınların ataerkil toplumda kadın oldukları için maruz bırakıldıkları ve fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar gördükleri şiddet biçimleri.
Şiddete boyun eğmeyi öğreniyoruz
Bildirgede kadına yönelik şiddetin cinsiyet-temelli olarak tanımlanması, şiddetin toplumsal cinsiyet rolleriyle bağını görmemizi de sağlıyor. Ataerkil toplumda, kız ve oğlan çocukları, doğumlarından itibaren, aile, din, eğitim sistemi ve yaygın medya aracılığıyla, erkekliği tanımlayan niteliklerin güçlü ve egemen olmak, kadınlığın ise uysallık ve itaat ile ilgili olduğunu duyarak ve görerek yetişiyorlar.
Şiddet uygulamak ve şiddete boyun eğmek, sanılanın aksine öğrenilen davranışlar. Oğlan çocukları, kız kardeşleri ve annelerinden başlamak üzere, tüm kadınlar üzerinde iktidar kurmak ve erkekliklerini hem kadınlara, hem de diğer erkeklere kanıtlamak için şiddete başvurabileceklerini öğreniyorlar. Ataerkil toplum, kız çocuklarına ve kadınlara ise, bu şiddete boyun eğmelerini, hatta duygusal ilişkide erkek şiddetini "tutku" üzerinden açıklayarak romantize etmeyi öğretiyor. (4)
Şiddetin türü farklı, özü aynı
BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi'nde vurgulanan diğer bir nokta, kadına yönelik şiddetin, "kadınlar ile erkekler arasında tarihten gelen eşitsiz iktidar ilişkilerinin bir göstergesi olduğu ve bu eşitsiz iktidar ilişkilerinin erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurmasına ve kadına yönelik ayrımcılığa yol açtığı".(5)
Yani, bildirge, kadına yönelik şiddetle, erkek iktidarı ve kadına yönelik yaygın ayrımcılık arasında bağ kuruyor. Bu, kadına yönelik şiddetin spesifik bir tarihsel döneme ya da toplumsal yapıya özgü olmadığını ortaya koyması bakımından önemli. Kadınla erkek arasında eşitsiz iktidar ilişkilerinin olduğu her yerde - farklı biçimlere de bürünse - kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık var.
Bir başka deyişle, Bosna'da ve Ruanda'da tecavüz edilen; Meksika'da işkenceyle öldürülen; Türkiye'de namus adına burnu kesilen, yüzüne kezzap atılan; İrlanda'da tecavüz sonrasında bile kürtaj olmasına izin verilmeyen; ABD'de İnternet pornografisinde tüm insani varlıkları silinen, aşağılanan ve hakaret edilen kadınlar, farklı biçimlerde şiddet görseler de, bedenleri üzerinde kurulan iktidar ve denetimin kaynağı aynı. Sudan'daki kadın sünneti, İspanya'daki aileiçi şiddetten, Diyarbakır'daki aile onaylı namus cinayeti, Adapazarı'nda boşandığı karısını öldüren adamın şiddetinden farklı nitelikte değil.
Dünya Kupası'nda annesine küfredildiği için İtalyan rakibine kafa atan erkek futbolcu Zidane ile kız arkadaşına "mal" diyen meslektaşlarını dövmeye kalkan erkek gazeteci Haşmet Babaoğlu, Van'ın Başkale ilçesinde tecavüze uğrayan kız kardeşini öldüren adamdan farklı saiklerle hareket etmiyor.
Bambaşka hayatlar sürdüren bu üç erkek, annelerinin, sevgililerinin ve kız kardeşlerinin kendi mülkleri olduğu düşüncesinde ortaklaşıyor. Çünkü erkekliği, ataerkil toplumda öğrendiler.
Kadına yönelik şiddetin kaynağı, çokça savunulduğu gibi, din, kültür ya da feodal ilişkiler değil, ataerki. Şiddet ve kadın bedeni üzerinde kurulan iktidar, soyut bir kadın-erkek eşitliğine dayanan, ancak hayatın her alanında cinsiyet ayrımcılığının hüküm sürdüğü seküler kapitalist toplumlarda da varlığını koruyor ve yepyeni biçimlerde karşımıza çıkıyor.
Ortak şiddete karşı ortak mücadele
Dünyanın ve Türkiye'nin doğusunda ve batısında, milyonlarca kadın, erkek yakınları tarafından dövülmemek ve öldürülmemek, yabancı erkekler tarafından taciz ve tecavüze uğramamak için, ataerkinin koyduğu sınırlar çerçevesinde yaşamlarını sürdürüyor.
Kadınlara yönelik fiziksel ve cinsel şiddet eylemleri, her şeyden önce, bu denetime baş kaldıran kadınların sindirilmesi, hizaya getirilmesi ve erkek iktidarının sürmesinin araçları.
Bu nedenle kadına yönelik şiddetle mücadele, sadece şiddet eylemlerinin engellenmesi mücadelesinden ibaret değil. Kadınların bedenleri ve yaşamları üzerindeki tüm kısıtlamaların ve ayrımcı pratiklerin ortadan kaldırılması, kadına yönelik şiddetle mücadelenin önemli bir parçası.
Kadına yönelik şiddeti erkek iktidarı çerçevesinde düşünmek, farklı toplumlarda farklı yüzlere bürünen şiddetin ve bu şiddetle mücadelenin ortaklığını görmemizi de kolaylaştıracak. (AS/BA)
(1) Yazının kimi yerlerinde tekrardan kaçınmak için "kadına yönelik şiddet"ten kısaca "şiddet" olarak bahsedilmektedir.
(2) Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi (Declaration on the Elimination of Violence against Women), 1993
(3) Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) 19 nolu ravsiye kararı, 1992
(4) "Öldüresiye Sevmek", Mine Kırıkkanat, Milliyet Pazar, 21 Mart 2004
(5) Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi (Declaration on the Elimination of Violence against Women), 1993