"Hülya, üç-dört yaşlarından beri bir hayalin peşinden koşmaktadır. Tam hatırlayamadığı ama zihninden de bir türlü atamadığı bir hayalin... İlkokul yıllarında bu hayal, tesadüfen resmini gördüğü küçük besleme Havva'yla ete kemiğe bürünüverir. Hülya, Havva'nın ardından çıktığı upuzun yolculukta kendisiyle yüzleşir; kahkahaların, şarkıların, süslü anlatıların arkasında kıvrılmış yatan bir aile sırrına ulaşır. Ne var ki bilincine vardığı şey, görmek ve duymak istemeyeceği kadar can yakıcıdır."
Bu satırlar, Ayşe Özmen'in ilk kitabı "Sen Gülerken"i anlatıyor.
"Sen Gülerken", aile içi cinsel şiddetin nasıl gizlendiğini, sokakta değil evlerinde; yabancılar tarafından değil yakınları tarafından tacize uğrayan küçük çocukların nasıl olup da başlarına gelenleri anlatamadıklarını, duydukları utanç ve suçluluk duygusunun bu olayların açığa çıkmasını nasıl engellediğini, yaşadıkları şeyle yüzleşmenin zorluğunu gözler önüne seriyor.
Özmen, gazeteci İpek Çalışlar'la 10 Kasım 2002'de yaptığı ve "Tacizi Hatırlamak" başlığıyla Cumhuriyet Dergi'de yayımlanan söyleşisinde de aile içi cinsel şiddetin yaygınlığını, nasıl bir aile sırrına dönüştüğünü, üçüncü kişilerin nasıl ve neden bu sırrın gizli ortaklarına dönüştüğünü anlatıyor.
"Bu, sizin de başınızdan geçmiş olabilir mi?"
Kitapta anlatılanların öz yaşamsal izler taşıyıp taşımadığına ilişkin sorusunu yanıtlarken Özmen, "Ben size sorayım, bu sizin başınızdan da geçmiş olabilir mi? Bu saldırganlıklar toplumda ne derecede yaygın... Başlarına benzer şeyler gelip de anlatamayan kaç kişi var... Çocuklarımızın bedensel bütünlüğünü, onurlarını yeterince koruyabiliyor muyuz? Bu olayların bu denli yaygın olmasının ancak konuşulamıyor ve anlatılamıyor olmasının sebebi nedir?" diye soruyor.
Çocukların maruz kaldığı cinsel tacizin sıklıkla çocuğun yanında, yakınında bulunan birinden geldiğini hatırlatan Özmen, şunları söylüyor:
- Evlilikle ve yüzyılımızda çekirdek aileyle, erkeğin karısının ve çocuklarının üstündeki hak sahipliği tescil olur. Ev, pek çok erkek için rahatlama ve boşalma yeridir ki, dışarıda normal davranabilsin.
- Aile içindeki davranışları genellikle kendi koyduğu ev yasaları çerçevesinde serbesttir. Medeni dediğimiz toplumlarda, hepsinde birer televizyon, birer çamaşır makinesi olan binlerce ve binlerce küçük hücre içinde aile kurumunun saygınlığı ve yasanın koruması altında sayısız insanlık suçu işlenir.
- Toplumda saygınlığı olsun olmasın her erkek kendi küçük krallığının mutlak hâkimidir. Kendi koruması altında ve ondan aşağı addedilen kadın ve çocuklar üstünde hâkimiyeti sürdürür. Bu anlayış içinde onları kendi cinsel zorbalığının nesnesi de yapabilir.
"Çocuklar saklaması gerektiğini, saldırgan saklanacağını biliyor"
Özmen, saldırganın çocuğun yaşadıklarını açıklasa da kimseyi inandıramayacağını bilmenin rahatlığıyla hareket ettiğini ve bunun çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisini şöyle anlatıyor:
- Çocuklar daha çok küçük yaşlardan itibaren bu olayların saklanması gerektiğini biliyor. Saldırgan da bunu biliyor. Bu yüzden korkmuyor, çocuk bunu söylese bile ona kimsenin inanmayacağını biliyor...
- Bu saldırganlık dışarıdan biri tarafından yapıldığında olduğundan daha fazla yıkım yaratıyor çocukta. Çünkü onu koruması gereken insandan geliyor... Kız çocuk için cinsellik dışarıdan gelen ve sakınılması gereken bir şey. Oysa aile içinde olunca hem daha çok yaralanıyor hem de sığınacağı kimse kalmıyor."
"Suçluluk duygusu acı veriyor"
Cinsel tacize maruz bırakılan çocukların karşı karşıya kaldığı hatırlama ve unutma mekanizmasını ise Özmen, "suçluluk duygusu" ile açıklıyor:
- Aslında belki bu tür şeyler yaşamış insanların hepsi bunu bir biçimde biliyor. Ama bunu yüzeye çıkarmak için çok güçlü olmak gerekiyor. Hatırlamak için suçluluk duygusundan kurtulmak gerekiyor.
- Çünkü kendileri açısından da anlaşılmaz olan bir şey var; erişkin olduktan sonra kendilerine böyle şeyler yapılmasına neden izin verdikleri... Bu fikir dayanılmayacak kadar acı veriyor bu kadınlara...
Özmen, "Yaşadıklarını anlatmaya karar veren bir kız çocuğu çevresindekilere bu konuda konuştuğunda insanların suskunlaştığını görüyor ve o da susmak zorunda kalıyor. Ensestin tabu olması, çocuklara cinsel istismarı değil, bunun konuşulmasını ve açığa çıkarılmasını engelliyor aslında" diyor.
Bir de saldırgan daima erkek olduğu halde kadınların ve kız çocuklarının "baştan çıkarıcı" olarak suçlanması var:
- Çocukların ya da genç kızların suskunluğu, rıza göstermek olarak algılanabiliyor. Bilmemiz gereken suskunluğun nedeni rıza göstermek değil, birincisi toplumsal olarak tabu addedilen olayda konuşmak zor.
- İkincisi çocuk buna kendisinin sebep olduğunu düşünüyor. Suçluluk duyuyor ve aileyi yıkıma uğratmamak için susuyor.
- Üçüncüsü çocuklar kendilerine inanılmayacağını düşünüyorlar. Birine anlattıklarında da kendilerine bu kadar uzun süre niye suskun kaldığı suçlama olarak yöneltiliyor.
Bazı mahkeme kararlarında, yayınlarda, karakolda çocuğun babasını baştan çıkardığının bir "veri" olarak kabul edildiğini hatırlatan Özmen, "Annelerin de kızlarına böyle yüklendikleri görülmüştür. Bunun nedeni de ensestin ya da babanın kız ya da erkek çocuklarını cinsel yönden istismarının aileyi onarılamayacak kadar parçalayıcı bir şey olması. Bu yüzden anne bu olayı kabul edemez ve bilinçaltına iter. Babası kızının odasına girerken bakar ve hiçbir şey görmez..." diyor. (BB)
* Sen Gülerken, Metis Edebiyat, Ekim 2002