Büyüme hedefinin tutturulup tutturulmasından çok, önemli olan, büyümenin kimyasındaki değişik ya da çarpılmadır. Büyüme, son zamanlarda sanayiden değil, inşaat, ticaret ve hizmet gibi iç pazara dönük alanlardan sağlanır oldu. (2)
Oysa sağlıklı olan, istihdam , ihracat yaratan, daha fazla katma değer ve birikim sağlayan sanayiye dayalı büyümedir. Neden sanayi, büyümede omurga olmaktan uzaklaşmaya yüz tuttu?
Bunda, IMF destekli programın her şeyin önüne "istikrar"ı koyması, bunun için de enflasyonu tek haneye indirme saplantısı ana etken. Enflasyonu düşürmede ana ilaç olarak kullanılan aşırı değerlenmiş kur ya da "ucuz döviz", ithalatın her alanda tercih edilmesi sonucunu yarattı. Artan ithalatla baş edemeyen ihracat sonucu dış açıklar, giderek cari açık büyüdükçe büyüdü. Nitekim 12 aylık cari açık ekim ayında 22 milyar dolar oldu. Üretim yavaşlarken artan cari açığın GSMH'ye oranının 2005 sonunda yüzde 6,5' e yaklaşabileceği tahmin ediliyordu.
Sıcak para ve hasarları
Açığın finansmanında ise sıcak para diye tanımladığımız "portföy yatırımlarının" payı büyüdükçe büyüdü. Türkiye'ye 2000 yılında 11,3 milyar dolarlık net sermaye girişi (doğrudan yatırım, portföy yatırımı ve borçlanma) yaşanmıştı. Bu girişin 112 milyon doları net doğrudan sermaye, 1 milyar doları portföy yatırımı ve 9.3 milyar doları ise kamu sektörü, bankalar ve özel sektörün toplam kısa ve orta-uzun vadeli net borç kullanımından kaynaklanmıştı. 2004'e gelindiğinde 23,6 milyar dolara çıkan net sermaye girişinin 1,9 milyar doları net doğrudan yatırım, 8 milyar doları portföy yatırımı ve 13,8 milyar doları da borçlanmalardan kaynaklanmıştı.
Bu yılın ocak-ekim döneminde ise 28 milyar dolara kadar yükselen net sermaye girişinin 3,2 milyar doları net doğrudan yabancı yatırım ( bunun yarısı gayrimenkul satışlarından giren yabancı sermayedir), 8,7 milyar doları portföy yatırımı ve 13,3 milyar doları ise net borçlanmadan oluştu.
Sıcak paranın 4 yılda ulaştığı boyutta, kurun düşük tutulması ve reel faizin yüksekliği ana etken. Düşük kurun sanayiye verdiği zarar konusunda ise İSO Başkanı Tanıl Küçük'e kulak verelim; Küçük "Kaynak yaratmakta zaten çok zorlanan sanayimiz, YTL'deki değerlenme ve yüksek girdi maliyetleriyle, ihracatta neredeyse tümüyle karsız çalışır noktaya gelmiştir. Ucuz ve kontrolsüz ithalat, iç pazarda da büyük sıkıntılara yol açmıştır" diye konuşmaktadır.
Küçük, YTL'deki değerliliğin, makro ekonomik boyutta da dengesizliklere yol açtığını belirterek, dış ticaret açığının rekor düzeyde artmaya devam ettiğini, bu hızlı yükselişin, cari işlemler açığını da tetiklediğini söylemektedir. (3)
İthalata bağımlılık
Gerçekten de Türkiye imalat sanayiinin ihracata dönük sektörlerinin giderek artan oranlarda ithalata, ithal girdilere bağımlı hale geldiği gözleniyor. Son dört yılda Türkiye'de ithalatın yüzde 72'si, ara-mallardan ve yüzde 81'i sanayi ürünlerinden oluşuyor ve ihraç ürünleri, giderek artan oranlarda ithal girdiler yoluyla dış dünyaya katma değer aktarıyor. Başta KİT'ler olmak üzere, geçmişte Türkiye imalat sanayiine girdi üreten ve sunan üretim kolları adım adım tasfiyeye uğratıldı; ihracat artışı, kullandığı dış girdilerle aslında dış dünyanın büyümesine katkı yaparak Türkiye imalat sanayiinin büyüme hızını aşağıya çekmeye devam ediyor.
2000-2004 döneminde ihracat yılda ortalama yüzde 19 artarken, imalat sanayideki büyüme yüzde 4'ten ibaret. 2005'in ilk 9 ayında ihracat artışı yüzde 20'ye yakın ama imalat sanayi büyümesi yüzde 4'ten ibaret. İhracat artışı imalat sanayiini harekete geçirememiş. Neden? İthalata dayandığı için. İthalatı tetiklemiş.
İhracat giderek artan boyutlarda ithal girdilere bağımlı hale geliyor. Böylece ihracat artışları, ulusal ekonomiye değil, Türkiye'ye girdi satan dış dünyaya bir büyüme ivmesi taşıyor.
Bu işin bedelini ise çoğunluğu KOBİ'lerden oluşan ara-mal üreticileri, yan sanayi, doğal olarak oralarda istihdam edilen işçiler çekiyor.
Dahilde işlemin çarpıklıkları
İhracatın ithalata artan bağımlılığına katkı yapan bir politika öğesi olarak "dahilde işleme rejimi"'@ adını taşıyan teşvik sistemi, ihracatın ana eksenini oluşturuyor. Bu sistem, yurtiçinde işleyerek belli bir süre içinde ihraç etmek şartıyla, sanayicilerin gümrüksüz ithalat yapmalarına imkân veriyor. Sistemin ana özelliklerinin satırbaşları şöyle: (4)
* Toplam ihracatın yüzde 55'i, ''dahilde işleme rejimi'' ne girmektedir ve daha da önemlisi, bu amaçla yapılan gümrüksüz ithalatın, teşvikli ihracata oranı, zaman içinde artarak ortalamada üçte ikiyi , bazı sektörlerde yüzde 75'i geçmiş bulunuyor.
* 100 birimlik mal ihracatı için yapılması gereken ithalat tutarı taşıt araçlarında yüzde 64,8, demir-çelikte yüzde 75,3, dokuma ve giyimde yüzde 58,3, elektronikte yüzde 77, elektrikli makinelerde yüzde 66, madeni eşyada yüzde 61,1, demir dışı metallerde yüzde 73,3 olarak gerçekleşti.
TL değer kazandıkça dövizle ihraç edilen malların da, ithal malların da TL cinsinden fiyatı düşüyor. Aşırı değerli TL'nin baskısı ile ihracata dönük sanayii, kârını korumak ve ihracatı sürdürmek için yerli girdiyi düşürüp ithal girdi kullanma yolunu seçiyor. Özellikle kayıtlı istihdama sahip büyük işyerleri üretimde, yerli işgücünün yerine ithal makine, yerli ara malı yerine ithal ara malı kullanarak, maliyetlerini rekabetçi bir seviyeye çıkarmayı deniyor. Ancak bu sayede ihracat artmaya devam ediyor.
Bedel ağır...
Sanayi rekabet gücünü bu şekilde korumaya zorlayan ortamın ekonomiye önemli maliyetleri var: Hızla artan ithalat, yerinde sayan reel ücretler ve artmayan istihdam...
Öte yandan, birim üretim daha az istihdam ile artırılırken reel ücretlerin gerilediği gözlemleniyor. 1997 yılı baz (100) alındığında verimlilik endeksinin 2001'de 113,2 olan seviyesinden 2004'te 144,8'e kadar yükseldiğini görüyoruz.
İmalat sanayiinde üretim 2000-2004 döneminde yüzde 20 arttı; ancak aynı üretim yüzde 5 daha az istihdamla gerçekleştirildi. Üretim endeksi 2000'den 2004'e yüzde 20 artış gösterirken çalışan endeksinde artış bir yana, yüzde 4,7 azalma görünüyor.
Daralan istihdamın yerini çoğu Çin, Hindistan kökenli ithal girdiler dolduruyor. Bu "ikame" olgusu, imalat sanayiinin tümünde emek verimliliğini arttırmış görünüyor. Ancak bu, teknik ilerleme, teknolojik atılım yoluyla sağlanan dinamik, kalıcı bir verim artışı değildir. Türk ihracatçılara ucuz girdi sağlayan Asyalıların emeği, Türkiye'deki emekçilerin emeğinin yerine geçiyor. Yani istihdamı baskı altında tutarak, belli konjonktürlerde işsizlik yaratarak sağlanan çarpık, fırsatçı bir verim artışından söz ediyoruz.
İnşaata yöneliş
Ucuz dövizle ülkeye artan ölçülerde giren Çin, Asya malları, giderek gıda, tekstil gibi Türkiye'nin iddialı olduğu sektörlerin bile ihracat şevkini kırdı. (5) Sanayide gerilemeler başladı. Fabrikalar kapandı. İşsizlik arttı. Sermayedarlar, ihracatta güç bulamayınca iç pazara, yani inşaata, mağazacılığa, eğlence sektörüne çark ettiler. (6)
Sanayiden uzaklaşıp iç pazara, özelikle gayri menkule dönmek büyük tehlike. İnşaat, çığ gibi büyüyen işsizliğe çare olmaz, ithalat hala ucuz olduğu için, inşaat malzemeleri de içeriden alınmaz, inşaatın sanayiye faydası olmaz. Sanayi küçülünce, istihdam, hane geliri de azalır ve talep düşer. Konut kredileri geri ödenemez, bankalar yeniden batar. Geriye gayri menkulleri satın alacak yabancılar kalır. Onlara da en ucuzundan İstanbul, tatil bölgesi mülkleri satılır. Ama bu deniz de bir gün tükenir. 1997'de Asya'da yaşanan kriz, böyle bir krizdi. Türkiye, yeniden krize sürükleniyor. Hem de iyice yoksullaştırılmış olarak.
Ne yapmalı?
Bu çarpık, ithalata bağımlı büyümeye, istihdama katkısı olmayan politikanın yerine konacak bir iktisat politikası, bir kopuşu yaşamalıdır; ve öncelikle, Türkiye'de ücret maliyetlerini, Asya ihracatçıları düzeyine indirme saplantısına yönelen taklitçi bir zihniyetten uzaklaşmalıdır. Türkiye, Çin'i, Hindistan'ı taklit etmemelidir.
Türkiye 70 milyon nüfusu ve azımsanmayacak bir harcama gücünün, dolayısıyla iç pazarının farkında olarak yeni bir sanayileşme, büyüme yönelimine girmeli, kur, faiz, gelir, dış ticaret, sermaye hareketleri politikalarını da bu eksen üzerinden inşa etmeli, dolayısıyla, dışa dönük ekonomik bağlantılarını da tümüyle yeni baştan oluşturmalı , yeni bir paradigma yaratmalıdır.
Fiyatları düşen sektörlerde uzmanlaşarak ihracata yönelen ekonomiler, bir ''yoksullaştırıcı büyüme'' tuzağına mahkum olmuşlardır. Türkiye, girdilerde artan dış bağımlılık nedeniyle, daha fazla ihracatın yoksullaşmaya yol açtığı farklı bir batağa daha fazla saplanmadan yolunu değiştirmelidir.
Türkiye, yüksek reel faizler ödediği sıcak para ile yaşayan bir eroinmana dönüştürülmüştür. Bir eroinman nasıl tedavi edilirse, Türkiye'ye de aynı tedavi gereklidir.
* Geç olmadan yapılacak şey, ucuz döviz ateşini besleyen sıcak para girişini caydırmaktır. Bunun için de reel faizler düşürülmelidir.
* Cari açığı büyüten gereksiz ithalat frenlenmelidir.
* Kur gerçekçi düzeye taşınarak yerli girdiye dayanan ihracat teşvik edilmelidir.
* Sanayi yeniden korunup istihdam yaratması şartıyla, iç pazarla desteklenmelidir. .
* İç ve dış borçların takvimi yeniden düzenlenmelidir.
* Vergide, "herkesten gücüne göre" esasına dayalı bir reform yapılmalıdır.
* Sermaye hareketlerinde liberallik fantezisinden vazgeçilmeli, sıcak paraya tobin vergisi getirilmelidir
* Azgelişmiş bölgeler için kamu öncelikli, istihdam dostu bir planlamaya gidilmelidir. (MS/TK)
(1) Büyüme rakamlarının güvenirliği, ayrı bir tartışma konusu. Milli gelir biri üretim, diğeri harcama yolu olmak üzere iki şekilde hesaplanıyor. Normalde iki hesaplamanın da aynı sonucu vermesi gerekir ve biri diğerini tutmazsa yapılması gereken şey aradaki farkın nedenlerini araştırıp rakamları denkleştirmek gerekir. Bizde, üretim yoluyla hesaplanan milli gelir, harcama yoluyla hesaplanandan hep fazla çıkıyor. Bu durumda DİE, aradaki farkın sebebini bulmak yerine bu fazlalığın hepsini stok artışı olarak kabul ediyor. Yani harcamaları o kadar yukarı çekiyor. O zaman da milli gelir hayali bir şekilde büyük çıkıyor. Bu tartışmayı istikrarla sürdüren iktisatçı için şu web sitesini izleyiniz: www.selimsomcag.org
(2) Dokuz ay verilerinin yıllık büyüme oranları, 205'te yüzde 5.5 olan GSYİH büyümesinin inşaat için 2004'te 6.9 iken 2005'te yüzde 19.7'ye çıktığını, imalat sanayiindeki büyümenin ise yüzde 12.1'den yüzde 4.6'ya gerilediğini ortaya koyuyor.
(3) İSO 2005 Eylül ayı Meclis toplantısı konuşması
(4) EBSO'nun maddi desteği ile gerçekleştirdiğim bu araştırmamın tamamını, www.bagimsizsosyalbilimciler.org adresinde görebilirsiniz.
(5) Gelecek bir yıllık dönemin dış ticaret gelişmeleri açısından öncü gösterge olarak kabul edilen dahilde işleme rejimi kapsamında ihracatçılardan alınan ihracat taahhütleri 2006 yılında ihracat artışında durgun bir yıl yaşanabileceğinin sinyallerini verdi.Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın, dahilde işleme rejimi kapsamında bu yılın ilk 11 aylık döneminde ihracatçılardan aldığı ihracat taahhütleri geçen yılın aynı dönemine göre ancak yüzde 5.8 artarak 32 milyar dolar olarak gerçekleşti. Oysa Türkiye'nin orta ve uzun vadeli ihracat stratejisi ihracatın yıllık ortalama yüzde 11-12 oranlarında artırılması hedefine dayanıyor.
(6) 2005'in ilk dokuz ayında 20 bin 617 adet adet bir daireli ikamet amaçlı, 40 bin 91 adet iki ve daha fazla daireli (apartman) olmak amacıyla üzere toplam 70 bin 521 ikamet amaçlı binanın yapımı için ruhsat alındı. Söz konusu binalardaki toplam daire sayısının ise 337 bin 244 olduğu belirlendi. İnşaat ruhsatı alınan bina sayısında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 43, inşaatına başlanan daire sayısında ise yüzde 57.3 oranında artış yaşandı. 2004'ün ilk dokuz ayında inşaat ruhsatı verilen bina sayısı 49 bin 329, inşaatına başlanan daire sayısı ise 214 bin 433 olarak gerçekleşmişti.