“İstanbul’a döndüğümde normale dönmeyi kabul etmedim. Etmek istemedim çünkü orada insanlar cehennemi yaşadı ve yaşamaya devam ediyorlar…”
Şevval Barın. Arama Kurtarma gönüllüsü, aynı zamanda hak savunucusu ve feminist. Mühendis olan Barın, şu an çalışmıyor.
Deprem olduktan 24 saat sonra İslahiye‘ye giden Şevval, kadınları, çocukları, tanık olduğu “umudu” ve “umutsuzluğu” bianet’e anlattı.
“Adıyaman Valisinin AFAD’a Adıyaman’da 5 bina yıkıldı demiş olmasını kaldıramıyorum. Adıyaman yok olmuştu her yer enkaz halindeydi! Kurtarma yapan sivilleri yağmacı diye lanse edip, soyup, darp edip şehrin dışına atanları da affetmeyeceğiz.
“Yapılabilecek çok şey varken yapılmaması, o insanları, hayvanları ölüme terk etmelerini unutmayacağım ve bu sistemi daha iyiye götürebilmek için elimden ne geliyorsa yapacağım.”
Şevval Barın’ı dinliyoruz.
“Yolda çok zaman kaybettik”
Deprem haberini nasıl aldınız?
Deprem haberini sabah 7.00 gibi ablam iş için uyandığında almış ve beni de uyandırdı. Hemen bölgede ailesinin olduğunu bildiğim arkadaşlarıma mesaj attım.
Öğlen saatine kadar haberlere adeta kitlendim. Gruplarda konuşurken arama kurtarmacı olan bir arkadaşım kedisine bakması gerektiği için ilk ekiple gidemediğini söyledi.
Bir şeyler yapmak istiyordum ben de ona kedisine bakabileceğimi söyledim. Fakat ikinci depremin de olmasıyla artık bölgeye gidip bir şeyler yapma isteğim arttı.
Üniversitede dağcılık eğitimi almıştım. Basit arama kurtarma (tabii afet değil, çığ, kayada yaralanmada sedye kurma, ilk yardım gibi) eğitimim var ve kış dağcılığı eğitimi de aldığım için soğuğa alışkınım.
Mahalle Afet Gönüllüleri formunu doldurdum ve dönüş beklemeye başladım. Nevruz gidecek üçüncü ekibin temel eğitim almış/almamış gönüllüler olacağını söyledi ve kendimi ona göre ayarladım. Salı sabahı uçakla gideceğimizi söylediler.
Peki hemen yola çıktınız mı?
İstanbul Havalimanı’nda uzun bir bekleyişin ardından Maraş Havalimanı’na bir bilet bulundu ve uçağa geçtik.
İniş yapacağımız havalimanında park yeri olmadığı için pilot uzun bir süre kalkış izni alamadı. Kalktıktan sonrasında da bir askeri uçak acil iniş yaptığı için bir türlü Maraş Havalimanı’na inemedik. Ankara’nın üzerinde sürekli halka çizdik.
Her dönüşte şimdi ineceğiz diye heyecanlanıp her inemediğimizde sinirlerimiz iyice bozuldu. Biz yolda zaman kaybederken insanlar, hayvanlar enkaz altında yardım bekliyordu. Elazığ Havalimanına zorunlu iniş yaptığımızda pilot bu uçağı ve yolcuları Maraş’a götürmek üzere aldığını ve oraya ulaştıracağını fakat sıra beklediğini söyledi.
Ekipte vegan 5 kişiydik ve tabii uçakta vegan bir yemek yoktu. Verdikleri sandviçin peynir değmeyen yerlerini yemeye çalıştım. Bazı arkadaşlarda leblebi ve protein bar vardı onları yedik.
Durumu fark eden bir hostes kendi yemeklerindeki humusları bize dağıttı. Beni çok duygulandıran bir olaydı bu.
12 saat uçakta kaldıktan sonra Maraş Havalimanı’na inebildik. Uçaktan bagajları indirdikten sonra otobüs gelecek umuduyla beklemeye başladık. Hava çok soğuktu. Aklımdan ben montumla kar pantolonumla böyle üşüyorsam depremzedeler ne haldedir düşüncesi çıkmıyordu.
Gece ilerledikçe hava iyice soğudu ve yıkık dökük haldeki havalimanına girmek orada beklemek zorunda kaldık. Tuvaletteki fayanslar patlamış, tavan bazı yerlerde çökmüş adeta korku filminden fırlamış gibiydi.
Sabaha kadar orada bir itfaiye ekibiyle bekledik. Biz gönüllü olarak geldik, deneyimimiz yok ama itfaiye ekibi eğitimli, donanımlılar ve bizimle elleri kolları bağlı sabaha kadar beklediler.
En son bizim ekibin lideri ve itfaiyeciler iki halk otobüsüne el koydular ve İslahiye’ye yola çıktık. Geçtiğimiz tüm yollarda binalar yıkılmış, yan yatmış, bazılarında bina yok olmuş sadece çatısı kalmıştı. Yol boyunca gördüğümüz enkazların hiçbirinin başında ekip yoktu. İnsan da yoktu.
“Ekip olarak alandan çıkmamız yasaktı, kediyi kurtaramadım”
Peki İslahiye’ye vardığınızda nasıl bir fotoğrafla karşılaştınız?
MAG-AME Derneği'nden giden ilk ekibin olduğu yere, Antep İslahiye’ye 24 saatte vardığımızda ortama adapte olmakta zorlandım.
Bulunduğumuz yer Atep İslahiye İlçe Koordinatörlüğü diye bir yerdi. Her yer asker, polis ve bir takım görevlilerle doluydu. AFAD’a bağlı bir dernekle gittiğimiz için onun görevlendirdiği yerlere gidiyorduk. Alanda ortak çalışıldığında da AFAD’ın emrinde oluyorduk.
İlk gün kurtarılmayı bekleyen hayvanların ihbarlarına bakarken islahiyede bir kedinin kurtarılmayı beklediğini gördüm. Sahibi yaralanmış kurtarılırken kedi kucağından kaçmış eve saklanmış. Kadınla iletişime geçtim fakat ekip olarak alandan çıkmamız yasak olduğu için yardıma gidemiyordum.
Bina hasarlı olduğu ve öncesinde bölgedeki aile yakınlarıyla kavga çıktığı için ekipler oraya gitmeyi reddediyordu. Yakınımdaki canlıyı kurtarmak için telefondan ekip arayıp durdum.
Koordinasyon merkezindeki o kadar yetkili kuruma rağmen koordinasyonsuzluk çok fazlaydı. Depremzedelerin gelip ihtiyaçlarını alabilecekleri bir depo mevcuttu ama çok az erzak,malzeme vardı burada. Çadır istemek için gelen depremzedelere “Hepinizin içi rahat olsun Suriyelilere çadır vermiyoruz” denen bir yer.
Arama kurtarma çalışmaları oturduğunda 6 saat enkazda, 6 saat dinlenme gibi bir rotasyonla ilerliyor. Tabii inisiyatife ve duruma bağlı olarak bu saatler uzayıp azalabiliyor.
Kadınlar ve çocuklar özelinde nelere tanık oldunuz?
Bizim ekibe istersek kamp alanında kalıp lojistiğe, mutfağa, çaya da yardım edebileceğimiz söylendi. Arama kurtarmanın sadece enkaza çıkmak olmadığından, bu alanı koordine etmenin önemine değinildi. Bazı vardiyalarda kendimi hasta hissettiğimde kamp alanında kaldım.
Bu süreyi değerlendirmek için bir grup feminist kadın otogardaki çadır kente kadınların ihtiyaçlarını öğrenmeye gittik. İlk girdiğimiz çadırdaki durum çok kötüydü.
Çadırda Suriyeli bir aile vardı. Sadece bir kız çocuğu biliyordu Türkçe ve bize oradaki kadınların ihtiyaçlarını o anlattı.
“Çevirmene ihtiyacınız var mı?” diye sorduğumuzda niyetimizi yanlış anlayıp savunmaya geçti, annesinin zaten Türkçe kursuna gittiğini ama deprem olduğunu söyledi. O savunmaya geçiş anını unutamıyorum.
Bunca travmanın yanında bir de ırkçılık ve mülteci düşmanlığıyla baş etmek zorundalardı. Bir başka çadırda şimdi az çok yardım alıyoruz, fakat bu yardımların sonu geldiğinde ne yapıcaz dedi bir kadın.
Kendisi gündelik işlere gidiyormuş, akrabası da A101’de çalışıyormuş öyle geçiniyorlarmış. Şimdi A101 mi kaldı? Şehir yok olmuş.
Girdiğimiz tüm çadırlarda kadınlar yaşadıklarını anlatmak, rahatlamak istiyordu biz gezebildiğimiz çadırlarda bunu yapmaya çalıştık fakat psikolog değiliz. Bu konunun üzerine daha da fazla düşünmemiz gerekiyor. Çalıştığımız enkazın yanında bir Suriyeli aile tuvaletlerini kurtarmacılara açmıştı. Oradaki Fatma adındaki çocuğu unutamıyorum.
Onca enkazın, acının, travmanın arasında yüzünden gülücük eksik olmayan bir çocuktu. Tüm süreç boyunca kendimi bırakmamaya çok büyük çaba gösterdim ama Fatma gelip bana sarıldığında gözlerim doldu. Sonra neşesine beni de katıp dans etmeye başladı benimle.
O aile çok kalabalıktı ve küçücük bir ahırda kalıyordu. AFAD’tan kendimize alıyoruz deyip iki tane çadır aldık ve aileye ulaştırdık. Buhar makinesi ve ısıtıcı da bulup yolladık Ayşe bebeğe ama bunlar bizim gördüklerimiz.
Görmediğimiz, karşılaşmadığımız o kadar fazlası var ki. Sistemsizlik içerisinde ucundan yakaladığımız problemleri çözmeye çalıştık.
Şimdi ne hissediyorsunuz peki?
Hayatımda hiç bu kadar öfkelendiğim ve bu öfkenin içimde büyüdüğü bir dönemi hatırlamıyorum. Koordinasyonsuzluktan, tedbirsizlikten, likayatsizlikten dolayı insanlar öldü. Ölmeye de devam ediyor. 20 Şubat pazartesi günü yaşanan depremde insanlar sırf çadır verilmediği için hasarlı evlerine girmek zorunda kaldıkları için öldüler, enkaz altında kaldılar.
Adıyaman Valisinin AFAD’a Adıyaman’da 5 bina yıkıldı demiş olmasını kaldıramıyorum. Adıyaman yok olmuştu her yer enkaz halindeydi! Kurtarma yapan sivilleri yağmacı diye lanse edip, soyup, darp edip şehrin dışına atanları da affetmeyeceğiz.
Yapılabilecek çok şey varken yapılmaması, o insanları, hayvanları ölüme terk etmelerini unutmayacağım ve bu sistemi daha iyiye götürebilmek için elimden ne geliyorsa yapacağım.
İstanbul’a döndüğümde normale dönmeyi kabul etmedim. Etmek istemedim çünkü orada insanlar cehennemi yaşadı ve yaşamaya devam ediyorlar.
Aklım hep orada yapılması gereken işlerde ve bu süreç uzun olacak. Maalesef beni İstanbul'a bağlayan sorumluluklarım var ama ilerleyen zamanlarda tekrar gitmek istiyorum.
(EMK)