Kadın hareketinin önemli isimlerini sahneye taşıyan Boğaziçi Gösteri Sanatları Merkezi (BGST), bu kez yazar Sevgi Soysal’ın edebiyat yolculuğuna davet ediyor bizi.
“Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” isimli oyun, izleyeni Soysal’ın yaşadığı dönemin politik atmosferine götürürken, onlarca yazınsal üretimi olan bir kadın yazarın nasıl “yok sayıldığına” da tanıklık etmemizi sağlıyor.
Bir okuru olarak kitap sayfaları arasında gezinirken, kaya gibi sert aynı zamanda pamuk kadar yumuşak olmayı nasıl başardığına her defasında şaşkınla tanık olduğum Soysal’ın sahnede imgelenen halinin de bundan farksız olmadığı ortada.
Unutmadan, oyunu, bu akşam Sahne Pulchérie’de ve 21 Kasım’da İBB Cem Karaca Kültür Merkezi’nde izlemek mümkün.
ÇİĞDEM MATER / BAKIRKÖY KADIN HAPİSHANESİ
Canım Sevgi Soysal iyi ki doğdun
Aysel Yıldırım ve Duygu Dalyanoğlu, “Biz de bu oyun ile Sevgi Soysal’ın çok yönlü kimliğini ve bugüne konuşan aydın duruşunu vurgulamak istiyoruz” diyor.
“Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” isimli oyunu yazarı ve oyuncusu Duygu Dalyanoğlu ve yönetmeni Aysel Yıldırım anlatıyor.
“Yaşadığı dönemin tanığı bir kadın, yazar”
Anlatmak için Sevgi Soysal’ı tercih etme nedeniniz ne?
Duygu Dalyanoğlu: Sevgi Soysal yazını ve yaşamı ile çok ilham veren bir kadın yazar. Hem yaşadığı dönemin tanığı olmayı hem de bunu edebiyata kendi üslubunu oluşturarak aktarmayı başarmış bir yazar.
Değişen Ankara, dönüşen İmroz adası, çeşitli kadınlık deneyimleri, sınıf çatışması, 12 Mart öncesi ve sonrası toplumdaki ruh hali, hapis ve gözaltı deneyimleri gibi birçok durumu bizzat yaşayan ve gözlemleyen bir kadın olarak yazmış olması çok kıymetli bizim için. “Gözlem” kelimesi ilk duyuşta “dışardan bakan soğukkanlı bir göz”ü çağrıştırabilir.
Ama Sevgi Soysal’ın yazdıklarından hareketle onun çevresindeki herkese ve her şeye empati ile yaklaşan, tanık olduğu bir duruma kelimenin tam manası ile dahil olan ve açık sözlü bir şekilde kendisini ifade eden, yeri geldiğinde eleştirel yaklaşan biri olduğunu söylemek mümkün.
Ayrıca kadınların yaşam hikayelerini merkeze alan, feminist tiyatro eserleri üreten bir gelenekten geliyoruz. Zabel Yesayan’ın yaşam öyküsünü merkeze olan oyunumuz Zabel, 2017 yılından beri BGST Tiyatro’nun repertuarında.
Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor oyununda da benzer bir dramaturjik yaklaşımla 1936-1976 yılları arasında yaşamış olan Sevgi Soysal’ın yaşam öyküsünü anlatırken ülke tarihindeki köşe taşlarına ve bir aydının bu tarihi dönemeçlerdeki rolüne değinmek istedik. Cumhuriyetin 25. yılında başlayıp 50. yılında biten bir hikaye kurduk ve yazar, çevirmen, radyo programcısı Sevgi Soysal’ın bu süreçte bugüne ilham veren hikayesini anlatmak istedik.
“Derinlemesine tartıştık”
Oyunun senaryosunu yazarken çok zorlandınız mı? Metni yazmak için ne kadar süre çalıştınız? Nasıl yol yöntem belirlediniz?
Duygu Dalyanoğlu: Oyun sürecine, Sevgi Soysal yazınını oyun kadrosu olarak birlikte tartışıp okuyarak başladık.
Bu sadece yazarın değil oyuncuların ve rejinin de Sevgi Soysal’ın yaşamına ve yazınına dair ortak bir yaklaşım geliştirmesi için çok önemliydi.
Her hafta bir eserini ve o eser üzerine yazılan incelemeleri okuyup derinlemesine tartıştık. Ardından ben bir kurgu önerisi getirdim.
Bu kurgu oyunun bugünkü orijinalinde olduğu gibi Sevgi Soysal’ın kanser tedavisi için gittiği Londra’dan geçmişine döndüğü bir yapıyı içeriyordu. Bu kurguyu tüm kadro birlikte ele aldıktan ve nasıl geliştirebileceğimizi konuştuktan sonra metni yazmaya başladım.
Bu süreçte yolum Funda Soysal ile kesişti. Funda uzun yıllardır Sevgi Soysal külliyatı üzerine çalışan çok titiz bir araştırmacı.
Benimle hem arşivini hem de yıllar boyu annesinin yaşam öyküsü üzerine sorduğu soruları, bulduğu cevapları paylaştı. Sevgi Soysal’ın mektuplarını, eserlerini yazarken tuttuğu notları okuma şansına sahip oldum.
Ayrıca Sevgi Soysal’ın kardeşleriyle, onunla aynı koğuşu paylaşanlarla görüştüm. Tüm bu zengin malzemeyi damıtıp bir oyun kurmak işin zor taraflarından biriydi.
“Sahneüstü ve masabaşı çalıştık”
Hem Sevgi Soysal’ı tanıyanların hem de onunla yeni tanışacak olan seyircilerin alımlayabileceği bir oyun kurmak için çalıştım.
Yukarıda bahsettiğim arka plan çalışmamızı tamamladıktan sonra, metin çalışmasına yoğunlaştığımda, sahnelerin ilk versiyonları oluştukça oyunculardan oluşan bir grupla bu metinleri okuduk, temrin etmeye başladık.
Bu, tiyatro metni üretirken çok önemli bir şans çünkü her yazarın oyuncularla bu kadar doğrudan bir süreçte metni geliştirme şansı olmayabilir.
Ayrıca ben de oyuncular arasındayım biliyorsunuz. Böylelikle sahneleme metni, oyuncuların da doğrudan katkısına açık bir biçimde bir araştırma sürecinde çıkmış oldu. Haziran ayı itibariyle, Aysel Yıldırım'ın rejisör olarak çalışmalara tekrar dahil oluşuyla, sahneleme süreci, reji ve dramaturji çalışması hızlanmış oldu.
Aysel'in ve BGST'den diğer tiyatrocu arkadaşlarımın dışarıdan bakarak, metin ve kurguda gördüğü eksikliklere dair müdahaleleriyle kurguda ve metinde ciddi değişiklikler yaptım. Böylece, her oyunumuzda yaptığımız gibi, bu süreçte de, sahne üstü ve masabaşı arasında gidip gelerek gelişen bir yapıda şekillendi oyun senaryosu.
“Karakteri hastalığında ona hemşirelik yaptı”
Oyunu izlerken dünden bugüne çok hızlı geçişler ve bağlantılar görüyoruz. Bunu özellikle mi tercih ettiniz?
Aysel Yıldırım: Bunu sahnelemeye dönük bir soru olarak alıp ben cevaplayayım. Aslında bizim Kim Var Orada?, Zabel ve gençlik oyunları gibi belgesel/biyografik yapıdaki oyunlarımızda hep benimsediğimiz bir oyunlaştırma yapısı bu.
Karakterimizi, biricik hayat hikayesinin yanısıra, tarihsel süreçteki yeriyle, bir aydın olarak ele alıyoruz. Yazarın tarihsel süreçle ve hayat hikayesiyle hesaplaşmasının yanı sıra, bu hesaplaşmanın güncellikle bağını da hikayeye dahil ediyoruz.
Böylelikle 70’lerin çalkantılı ortamını yaşamış seyircilerin tanıklığına ya da yaşamamış genç seyircilerin öğrenme duygusuna yer açan bir oyun olmaktan öte, bugün hepimizin yaşadığı, bizzat tanık olduğu ya da yer yer deneyimlediği bir mücadelenin de hikayesine dönüşüyor oyun.
Bunu da Sevgi Soysal’ın aynı zamanda roman karakterleri olan, geçmişinden karakterlerle eskiye gidip dönüşleri aracılığıyla sağlıyoruz.
Duygu, yazar olarak, Sevgi Soysal’ın hastalık dönemi mektuplarından etkilenmiş, hastalık dönemini merkeze alarak bir kurgu önermişti; dolayısıyla ölüm duygusuyla pençeleşen bir yazar olarak başlattık Sevgi Soysal’ı oyuna.
Karakterleri ona bu hastalık sürecinde hemşirelik ve yoldaşlık yapıyorlar bir nevi. Onu cismani ölüm duygusuna teslim olmak yerine, yaşadıklarını savunarak ve hayat hikayesine sahip çıkarak yaşamakta ısrar etmeye davet ediyorlar.
Hafızasına, mirasına hızlı gidiş dönüşler bu yüzden. Bu kurgu yapısı içinde, ölüme giden bir yazarın yazdıklarını, eserlerini ve hayat hikayesini savunarak ölüme değil ölümsüzlüğe yürüdüğü bir finale varmayı hedefledik.
Oyuncular da muazzamdı. Sahnede Sevgi Soysal’ı yaşarken bize de yaşattılar aslında, nasıl bir çalışma yaptılar? Onlar ne kadar zaman çalıştı?
Aysel Yıldırım: Oyuncular en başından beri sürecin içinde ve merkezindeydiler. Dolayısıyla onlar için bir seneyi aşan bir süreçten bahsediyoruz.
Metinlerin ilk okumalarından başlayıp aslında hala devam eden bir oyunculuk çalışması içindeler -çünkü oyun seyirci ile birlikte değişen dönüşen canlı birşey ve biz seyirci görüşlerinden bizi aydınlatan öneri ve eleştirilere göre de, sadece oyunculukta değil, metin ve sahnelemede de değişiklikler yapmayı benimseyen bir tiyatroyuz.
Tabii, benim yaz aylarında sürece dahil oluşumla, dışarıdan bir çalıştırıcı eşliğinde ayrıntılı oyunculuk çalışması süreci başlamış oldu. Biz ayrıntı çalışmasına bol bol zaman ayırabildiğimiz uzun prova sürelerini seviyoruz.
Gelen metni doğaçlamayı, didiklemeyi, dönüştürmeyi seviyoruz. Rejiyi de, oyuncudan gelen malzemeye yer açıp onu güçlendirmek ya da oyuncu “bulamadığında”, zorlandığında onu zorlamaya devam etmek, kolaya kaçmasına izin vermeden o zorlanmadan yeni bir şey yaratmak yönünde işletiyoruz.
Edebiyatçı kadınların genelde sessizleştirildiğini ve yok sayıldığını görüyoruz. Sizce Sevgi Soysal da bu “değersizleştirilmeye” çalışılan edebiyatçılar arasında mıydı? Bu oyunla ona hak ettiği değeri verdiğinizi ve topluma unu hatırlattığınızı düşünüyor musunuz?
Sevgi Soysal’ın yaşadığı ve ürettiği dönemde bir aydın olarak hak ettiği değeri görmediğini ya da belirli kalıplara sıkıştırıldığını söylemek mümkün.
Örneğin ilk eserlerinden biri olan Tante Rosa bir Alman kadının hikayesini merkeze aldığı için “çeviri kokuyor” olmakla eleştiriliyor ve o dönem yeterince anlaşılmıyor eserin gücü. Halbuki Sevgi Soysal, Tante Rosa karakterinden “Alman anneannesinden kendisine uzanan bir çizgi” olarak bahsediyor ve evrensel bir hikaye kuruyor.
Yani ortada Brechtyen bir estetik var. Kimse Brecht’e meşhur Sezuan’ın İyi İnsanı’ndaki Shen Te karakteri için “neden bize Çinli bir kadın anlattın” demiyorsa Sevgi Soysal’a da dememeli. Ya da Sevgi Soysal edebiyatı genellikle 12 Mart ile özdeşleştirilir.
Sevgi Soysal’ın 12 Mart’ı ve sonrasını çok iyi kaleme aldığı doğru ama edebiyatının gücünü tanımlayan sadece bu değil o anlamda eksik bir tanımlama olduğunu düşünüyorum.
Mesela 12 Mart öncesi kaleme aldığı Yürümek, toplumdaki dönüşümü Ela ve Mehmet’in büyüme hikayesi çerçevesinden çok iyi tartışan bir ilk roman.
Ya da radyo üniversitesi gibi öncü bir proje fikri geliştiren bir radyo programcısı olan Sevgi Soysal’ın bu tasarısı hayata geçemeden TRT’den atıldığını biliyoruz.
Bugün topluma onu hatırlatma konusuna gelirsek aslında bunun 2000’lerin başından itibaren bazı eserlerinin yeniden yayınlanması ve gün yüzüne çıkmamış yazılarının kitaplaştırılması ile birlikte Sevgi Soysal’a dair pek çok feminist ve kuir okuma ile başladığını söylemek isterim.
Biz de bu oyun ile Sevgi Soysal’ın çok yönlü kimliğini ve bugüne konuşan aydın duruşunu vurgulamak istiyoruz.
Son olarak BGST’nin önünde bundan sonra hangi oyun projeleri var?
Aysel Yıldırım: Afet & Diana ve Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor projeleri, pandemi evveli tasarlamaya başladığımız, uzun süredir hayal ettiğimiz projelerdi, bu sezona bu iki yeni oyunla başlamış olduk. 2024’te, daha genç kuşak tiyatrocu arkadaşlarımızın yazıp sahnelediği yeni bir oyun Kara Kutu seyirciyle buluşmaya başlayacak BGST Tiyatro’dan.
Bir yandan Son Çağrı, Zabel, Kim Var Orada?, gençlik oyunlarımız gibi oyunlarımızı repertuarda tutarken, yeni çalışmalara başlayacağız; sırası geldikçe haberleşmek ve güzel günlerde tiyatroda buluşmak umuduyla.
Oyunu nerede izleyebilirsiniz?
Oyunu izlemek isterseniz, bilgiler şöyle:
18 Kasım Cumartesi 20:30 - Sahne Pulchérie
21 Kasım Salı 20:00 - İBB Cem Karaca Kültür Merkezi
11 Aralık Pazartesi 20:30 - Moda Sahnesi
16 Aralık Cumartesi 20:30 - Sahne Pulchérie
19 Aralık Salı 20:30 - Hann Sahne (Kanyon)
Yazan: Duygu Dalyanoğlu
Yöneten: Aysel Yıldırım
Oynayanlar: Banu Açıkdeniz, Burcu İsra Kanbakoğlu, Duygu Dalyanoğlu, Nihal Albayrak, Zeynep Okan
Proje Tasarımı: Duygu Dalyanoğlu
Dramaturji: Kolektif
Sahne Tasarımı: Ali Dur
Koreografi: Banu Açıkdeniz
Görüntü Tasarımı: Kenan Özcan
Görüntü Rejisi: Duygu Dalyanoğlu
Ses Tasarımı ve Müzik: Beril Sarıaltun
Işık Tasarımı: İlker Ergün
Efekt Uygulama: İrem Uyum
Kostüm: Büşra Karpuz, Duygu Dalyanoğlu, Nilgün Ilgıcıoğlu
Afiş ve Fotoğraf: Kenan Özcan
Yapım Koordinasyon: Duygu Dalyanoğlu, Nihal Albayrak
İletişim ve Medya İlişkileri: Nihal Albayrak
(EMK/AS)