Nilay Vardar 9 Ocak 2013'te Sevda Alankuş Barış Gazeteciliğini Anlatıyor ve 10 Ocak 2013'te İmralı Deyip, Öcalan Diyememek başlıklarıyla barış süreci bağlamında güncel örneklerle Prof. Dr. Sevda Alankuş ile barış gazeteciliğini konuşmuştu. Barış Gazeteciliği Kütüphanesi'nde söyleşiyi tek metin olarak yeniden yayınlıyoruz.
"Martin Luther King, 'savaş, yaratıcılığın anti-tezidir' der. 'Barış da, yaratıcılıktır'; norm haline gelmiş klişeleri-sadece zaman azlığıyla açıklanamayacak gerekçelerle -kullanmaya devam eden gazeteci yerine, bunları kıracak yaratıcı bir gazeteci modelini gereksinim duyuyoruz."
Böyle diyor, BİA Eğitim danışmanı Prof. Dr. Sevda Alankuş. Kürt meselesinin demokratik yollardan çözümü için "İmralı açılımı" ile gelişen barış sürecinde barış gazeteciliğini Prof. Dr. Alankuş ile konuştuk.
Barış gazeteciliği nasıl tanımlanıyor?
"Barış Gazeteciliği" kitabının yazarları iki eski BBC muhabiri Jake Lynch ve Annabel McGoldrick'in çok gönderme yapılan tanımını bir kez de ben tekrarlayarak başlayayım: Barış Gazeteciliği, editörlerle habercilerin toplumdaki çatışmalara şiddet-dışı yöntemlerle yaklaşılmasını sağlayacak 'öyküleri' seçip, haberleştirmek konusunda yaptıkları bir tercih.
Ancak bunun ardından hemen kavramın sadece savaşla sonuçlanan ulusal ya da içsavaş vb. çatışmalı durumlarda yaygın medyanın yaptığı "masum bizler" ve "düşman/onlar" biçimindeki kışkırtıcı savaş gazeteciliğinin karşıtı olarak sıcak savaş ya da savaş tehlikesi durumlarında yapılması gereken bir gazetecilikten çok daha fazla bir şeyi ifade ettiğini eklemem gerekiyor.
Yani barış gazeteciliği bütün çatışma içeren durumlarda -ki bu aslında bütün haber konularında demek- ancak özellikle de kadınlara, etnik, dinsel vb. azınlık gruplara, yoksullara yönelik/ilişkin gündelik hayatın çatışmalı durumlarında uygulanması gereken bir tür karşı-hegemonik gazetecilik anlayışı ve pratiğini anlatıyor.
Nitekim, Barış Çalışmaları alanının önemli isimlerinden Johan Galtung'un, ilk kullanıcılarından birisi olarak kavramı; "çatışma/barış gazeteciliği" vs "savaş gazeteciliği" biçiminde kullandığını görüyoruz. Böylece, barış gazeteciliği aslında, gazeteci sözkonusu ise bireysel, editor söz konusu ise kurumsal bir nitelik taşıyan politik ve etik bir tercihle, normatif iddia içeren bir gazetecilik.
Bu haliyle de, yaygın medyanın "gerçekleri tarafsız ve dengeli biçimde yansıtmak" şeklinde özetlenen -ancak hiç de öyle olmadığını bildiğimiz- meslek ideolojisini kuran epistemolojide de bir kırılmaya işaret ettiğini söyleyebiliyoruz.
Çünkü, bir yandan "gerçeğin" her zaman çok katmanlı, çok bileşenli olduğu tam da bu nedenle "objektif şekilde yansıtılması"nın mümkün olmadığını, bu yüzden haberin sadece muhtemel gerçeklik temsillerinden birisi, bir "kurmaca" olduğunu söyleyen bir felsefi konuma yaslanıyor.
Diğer yandan da, bu "gerçeklik temsili" işleminin -yani pekala taraflı olan haberciliğin- objektiflik örtüsü arkasına saklanılarak yapılmak yerine, açıkça, çatışmaların "şiddet dışı yöntemlerle çözümü"nden yana taraflanılarak yerine getirilmesi gerektiğini söylüyor. Yani yukarıda söylediğimi tekrarlayayım barıştan yana bir etik ve politik tercihi öngörüyor.
"Uzlaşma girişimlerine odaklanır"
Peki nasıl bir barış tarifi üzerine kuruluyor?
Kanımca barıştan, öteki tarafın mutlak mağduriyeti üzerine zafer kazanılıp, ateşkes koşullarında yani, her an yeniden savaşa dönülebilecek koşullarda yaşamak değil, şiddetin olmadığı ve olmaması için bütün yaratıcılıkların işe koşulduğu bir sürecin anlaşılması gerekiyor.
Tam da bu nedenle gazeteciden de, çatışmalı konularda sorunu körükleyen değil çözümüne ya da dönüştürülmesine, yeniden-inşaya, uzlaşma girişimlerine odaklanan, yani sorun değil, süreç ve çözüm odaklı habercilik yapmasını beklemek gerekir.
Yani barış gazeteciliği, "taraflı" olduğunu saklayarak taraflanan bir gazeteciliğe alternatif olarak, "tarafını barıştan yana koyan" bir gazeteciliktir. Çünkü sadece az önce söylediğim gibi bir süreç olarak, yani yanyana, iç içe yaşadığımız başkalarının/ötekilerin mutlak mutsuzluğu, acısı üzerine kurulu olmayan ve mevcudiyeti kaçınılmaz çatışmalı durumlara -ya da antagonizmalara- şiddet-dışı çözümlerin arandığı bir politik, kültürel süreç olarak hayata geçirildiğinde barış, şimdiye kadar bilinen en iyi yönetim biçimi olan demokrasinin geleceğini garantiler, gelişmesini sağlar.
Sadece böyle bir süreç, insanın daha iyi yaşam/birliktelik koşulları için yaratıcılığını ortaya çıkarır. Tam da bu nedenle, barış gazeteciliği çalışanlar/uygulayanlar, gazetecinin çatışma konularının şiddet-dışı yöntemlerle çözümünü sağlamak değil ama, esinlendirmek, yollar göstermek anlamında yaratıcılığın önemine vurgu yapmaktadır.
Bu arada hatırlatayım; Martin Luther King örneğin, "savaş, yaratıcılığın anti-tezidir" demektedir. O zaman pekala "barış da, yaratıcılıktır" diyebiliriz. Ve de tekrarlana tekrarlana norm haline gelmiş klişeleri -sadece zaman azlığıyla açıklanamayacak gerekçelerle- kullanmaya devam eden gazeteci yerine, bunları kıracak yaratıcı bir gazeteci modelini gereksinim duyulduğunu ekleyebiliriz.
"Aktivist değil, güvenilir haber kaynağı"
Barış aktivisti ile gazeteci arasındaki fark ortadan kalkmıyor mu?
Zaten, barış gazeteciliğini eleştirenlerin de başlıca iddiası bu. Barış gazeteciliğinden söz ettiğim her ortamda -örneğin geçenlerde Yunanistan'da bulunduğum bir konferansta- yaygın medyayı temsil eden gazetecilerin adeta bir refleksle verdikledikleri tepki bunu özetliyor; gazetecinin görevinin, bu işi siyasetçilere, aktivistlere bırakarak barış yapmak değil, söz konusu savaş/çatışma konularını belirli bir mesafeden, farklı tarafların görüşlerini dengeli biçimde vererek aktarmak olduğunu, bunun için de, haberciliğin evrensel kuralları ile kodlarına uyulmasının yeteceğini, başka deyişle "gazeteciler işlerini iyi yaptıklarında" ortada bir mesele kalmayacağını söylüyorlar.
Oysa daha önce başka türlü söylemeye çalıştığım gibi, barış gazeteciliği kuramı/uygulamasının temelinde, bizim BİA olarak yıllardır savunuculuğunu ve temsilciliğini yaptığımız hak-odaklı habercilik anlayışında olduğu gibi, "iyi gazetecilik" yapıldığında bile -ki yapıl(a)mıyor- eksik kalan, ya da bizzat aslında haber anlayışı ile kodlarına içkin bir sorun tespiti yatıyor. Konu üzerine yazanlar arasında bu konuda tam bir uzlaşma olmasa bile, en azından benim de paylaştığım yaklaşım bu.
Yani, BİA'nın yıllardır editöryel bir seçimle uyguladığı, daha doğrusu varoluşunu temellendirdiği, hak-odaklı habercilik nasıl onu insan hakları savunucusu/aktivizmi içindeki bir sivil inisiyatif ya da STK yapmayıp, halihazırda en güvenilir -neredeyse yegane- alternatif haber kaynaklarından birisi kıldıysa, barış gazeteciliği de, yapanı barış aktivisti kılmaz, ancak güvenilir haber kaynağı kılar.
Dolayısıyla, yapılması gerekeni "habere bakış açımızı değiştirmek/kaydırmak" şeklinde tanımlama da mümkün. "Peki ne yapmak gerekir" bunun için diye sorarsanız; haber kaynağı olarak kullandıklarınızı, haber değeri atfettiklerinizi, haber dilimizi ve kurgumuzu, haberi haber kılan genel-geçerleri, azıcık yerinden kaydırmamız, oynatmamız gerekir derim.
Bu çok zor gibi gelebilir kulağa, nitekim Robert Hackett'in dediği gibi, alternatif medya buna çok daha uygun bir mecra, ama yaygın medya tarafından da gerçekleştirilemez bir şey değil barış gazeteciliği.
"Barış gazeteciliği yapılınca kadın izleyici/okuru artıyor"
Başarılı örnekler var mı?
Var tabii... Kavram 1970'lerde kullanılmaya başlıyor, 1990'lardan itibaren ise bazı çatışmalı ülkelerde, bölgelerde uygulanıyor, uygulanırken de gelişiyor. Kuzey Irlanda'da, İsrail'de, Makedonya'da sıcak çatışma süreci içinde barış gazeteciliği örnekleri ile karşılaşılabiliyorken, savaş/çatışma sonrasında barışın sürdürülebilir kılınmasında barış gazeteciliğinin katkıları hissedilen, Bosna, Hırvatistan, Kamboçya, Ruanda, Burundi gibi örnekler de var.
Bu ülkelerde barış gazeteciliği perspektifiyle gerçekleştirilen medya izleme/gözleme çalışmalarıyla da karşılaşıyoruz. Bu arada bunlardan çoğunun hep iç-savaş türü çatışmalardan geçen ülkeler olduğuna dikkatinizi çekerim.
Bir de, FARC gerillaları ile para-militer grupların ve devlet-terörünün arasında sıkışmış kalmış sivillerin inisiyatifleriyle karşımıza çıkan Kolombiya örneği var. Ama orada barış adına olup bitenleri anlamak için "barış için iletişim" diye kendilerinin kullanmayı tercih ettiği, daha genel bir kavrama başvurmak gerek.
Diğer yandan, daha adını duyduklarında hemen barış gazeteciliğinin gereksiz ve gerçekleştirilemez olduğu refleksini veren gazetecilere hatırlatmak gereken bir şey var.
Esas olarak Galtung tarafindan modellenmiş olmakla birlikte, elimizde barış gazeteciliğinin nasıl yapılabileceğine dair bir rehber de var neredeyse. Ve bu rehber, iki BBC muhabir olduklarını söylediğim -şimdi akademisyenler- eski gazeteci tarafından geliştirilmiş durumda.
Meraklıları youtube'da da arayarak erişebilirler, örneğin İsrail'deki bir "canlı bomba" eyleminden sonra Lynch ve McGormick bu haberi televizyon için hem alıştığımız "savaş gazeteciliği" hem de alternatif barış gazeteciliği formatı içinde haberleştiriyorlar ve ne kadar aslında kolayca gerçekleştirilebilir olduğunu, ne kadar da fark yarattığını performatif olarak gösteriyorlar.
Dahası yine bu ikili tarafından gerçekleştirilen araştırmalar, hani İngilizce'de "if it bleeds, it leads" ("kan varsa, haber var" diye çevirebileceğimiz), ya da "Reha Muhtar gazeteciliği" dilinde "Kan var mı kan?" şeklinde karşımıza çıkan, yani haber değerini şiddette bulayan, bunu da "izleyicinin tercihi" diye haklılaştıran savaş haberciliğinin değil, aynı konuda barış diliyle yapılan haberciliğin daha çok okuyucu/izleyici bulduğunu da gösteriyor. Vurgulamadan edemiyeceğim bir noktada şu; bu araştırmalara göre örneğin, barış haberciliği yapıldığında kadın izleyicinin/okurun sayısı artıyor.
"Gerçek çok katlı, çok yönlü, çok katmanlı"
Barış gazeteciliğini uygulamak için nasıl bir klavuz lazım?
Galtung'u esas alarak Lynch ve McGoldrick'in (2006) geliştirdiği bir klavuz var. Barış gazeteciliğinin ne olduğunu anlayan ve gerekliliğine inanan her gazeteci/kurum böyle bir klavuz geliştirebilir.
Kılavuzda şu noktalara dikkat edilmesi gerekiyor.
* Partizan olmayan,
* Gerçekliğin sadece iki tarafı olacağını varsayarak, ikili (biz-onlar) homojen karşıtlıkları kuran, en fazla iki tarafın görüşlerini yansıtmakla objektiflik sorumluluğunu yerine getirmiş gibi yapan habercilik yerine, gerçeğin her zaman çok katlı, çok yönlü, taraflı olduğu bilgisiyle sorularını soran;
* Çatışmada taşı ilk kimin attığına ve nedenine değil de, çözüm ve sürece odaklanan; barışın her zaman uzun bir müzakere süreci gerektirdiğini bilerek, bu süreçte olup bitenleri bizimkilerin "kazançları ya da kayıpları" gibi bir karşıtlıkla değil, bütün tarafların aynı zamanda kazanacağı (kazan-kazan) ve kaybedecekleri üzerinden tarif eden bir haber dili kuran, yani barışın esas olarak "vermek" ile kazanılabileceğini bilerek, kaybedilenler üzerine değil, kazanılanlar üzerine odaklanan;
* Bütün bunları da sözkonusu süreçleri kamuoyundan saklayarak değil, olabildiğince şeffaflaştırarak gerçekleştiren, bütün tarafların iddialarındaki gerçek dışılıkları ve üstü örtülenleri ortaya çıkarmaya çalışan;
* Duygusal, sansasyonel, öteki tarafı şeytanlaştırıcı, kendi tarafını kurbanlaştırıcı dilden uzak duran;
* Savaşa/şiddete dönüşebilme ihtimali olan çatışma durumlarında pro-aktif bir sorumlulukla davranan; savaş/çatışmanın sona erdiği durumlarda da bu tavrını sürdüren bir gazetecilik olması gerekiyor.
"İlla da 'gerilla' demek zorunda değilsiniz mesela ama, 'terörist' de demek zorunda değilsiniz. Çünkü günün birinde mutlaka müzakere edeceğiniz insana kapalı kapılar ardında 'sayın Öcalan' derken, kamuoyu önünde 'terrorist başı' deyip durduğunuzda, işte o gün geliyor ve siz sonra, ondan en fazla 'İmralı' diye sözedebiliyorsunuz."
Böyle diyor, BİA Eğitim danışmanı ve İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda
"Kandil ve İmralı gibi kodlarla konuşuluyor"
İmralı görüşmeleri ile ivme kazanan Kürt meselesinin çözüm sürecinde nasıl bir barış gazeteciliği gereklidir?
Bu soruya cevap vermeye aslında, sorunuzdaki sözcük seçimleri ile biraz oynayarak başlayabilirim. Örneğin soruyu: "Öcalan ile yürütülen müzakerelerle ivme kazanan Kürt meselesinin çözüm sürecinde...." diye kursaydınız, soru barış gazeteciliği açısından daha doğru olurdu.
Barış'tan yana olduğunu hep bildiğimiz köşe yazarlarına bakıyorum onlar da "Kandil" ve "İmralı" gibi besbelli hayatı kolaylaştırdığı için tercih edilen kodlarla konuşuyorlar. Ancak yine de, bu kodlar birden barış istemeye başladıklarına ikna olamayacağım yaygın medya kalemlerinin de dili olarak karşımıza çıktığında, "aman daha dikkatli olunmalı" diyesim geliyor. Çünkü, geçenlerde Cengiz Çandar ve Tarhan Erdem'in dikkatilerimizi çektiği üzere, siyasal iktidarın süreci; "PKK'ya silah bıraktırmaya, teröre son vermeye yönelik görüşme ya da diyalog" biçiminde tanımladığını ve buna uygun bir anlatı ile de tarif ettiğini görüyoruz
Barış gazeteciliği açısından ortada şöyle bir sorun var; beklenebileceği gibi, yıllardır savaş gazeteciliğinin tarihe geçecek örneklerini vermiş, ancak hükümete hep verdikleri koşulsuz destek gereği hemen sürecin yanında konumlanan iktidar yanlısı gazetelerin haber ve köşe yazılarında da, aynı söylem tekrarlanıyor. İktidarla daha mesafeli durduklarını söyleyebileceğim ve de yakınlarda; "terör haberleri verilirken....barış gazeteciliği ve insani kaygılar gözeltilir" diyerek, ilk defa barış gazeteciliğini telaffuz etmiş-ki bence bu konuda BİA olarak kendimize haklı bir övünç payı çıkarabiliriz- en son olarak sahibi tarafından sürece ilişkin bu doğrultuda bir "editöryel tercih" kullanılması yönünde "mektup" kaleme alınmış medya grubunda da haber diline ve başlıklarına bakıldığında benzer anlatıyla karşılaşılıyor.
Ancak bu arada bir yandan, yaptıklarının adını muhtemelen bir kısmı barış gazeteciliği koymayacaktır ama aynı yayın grubu içindeki hepimizin bildiği köşe yazarlarının tutarlı biçimde barıştan yana yazanların; diğer yandan yayın politikalarını mutlak hükümet aleyhtarlığı üzerine kurmuş olmakla birlikte, temsil ettikleri ideoloji çerçevesinde hep partizanlık, dolayısıyla "savaş gazeteciliği" yaptıklarını söyleyebileceğim kalemlerin varlığını teslim edip, söylediklerimin farklı farklı nedenlerde de olsa onları dışarıda tuttuğunu eklemeliyim. Yani bu eleştirim barış sürecinden yana ya da yanaymış gibi yapanlara.
"Hükümetin dilini basın düzeltmeli"
Peki bu süreçte neye dikkat edilmeli?
Şimdi duruma bir bakalım: Gerçekleşen, "görüşme" ya da "diyalog" değil -ne kadar başında olunursa olunsun, geçmişte de çeşitli kesintilerle bunun yapıldığını hatırlayacak olursak- pekala bir "müzakere"dir. Sorun da, "Kürt realitesini tanıyoruz" demeyi ancak 1993 yılında akıl eden Türkiye'deki yönetimlerin, 2013 yılında karşılıklı can kayıplarının sayısı artık 50 bini aştıktan sonra gelebildiği en ileri nokta da söylendiği gibi (burada da yine Tarhan Erdem'in isabetli tespitine gönderme yapayım); "silahların bırakılması" ve "terörle mücadele" değildir.
İçinde bulunduğumuz sürecin doğru olarak tarif edilmesi, çözümün de nasıl olması gerektiğini belirleyecektir ve sonuç ne olacaksa olsun, yıllardır "ölü olarak ele geçirilen/etkisiz hale getirilen teröristler", "teröristlerce pusuya düşürülerek öldürülen şehitlerimiz" karşıtlığı dışında bir söylemle karşılaşmayan "kamuoyunun", hükümetin söyle(ye)mediğini işitmesi gerekmektedir.
Yani barış gazeteciliği yapılacaksa eğer, dahası bu tam da böyle koşullarda olması gerektiği gibi editöryel bir tercihle gerçekleştirilecekse, demokratik bir çözüm getirmek konusunda samimi olsun ya da olmasın hükümetin örtük bir dil arkasına saklanarak, en fazla "terörün bitirilmesi" olarak tanımlayabildiği bağlamın, basın tarafından düzeltilerek kurulması gerekmektedir.
Sorunun ve ilgili süreçin barış gazeteciliği yaklaşımı içinde ne olmadığını tespit etmeye devam edersek; girişilmiş olan yine bugünlerde köşe yazarları arası bir tartışmanın konusu olduğu gibi, "Kürt sorunu"nun çözümlenmesi de değildir. "Türkiye'nin bir türlü bitmeyen demokratikleşme sorunu"; çocukluktan ergenliğe geçmesi çoktan gereken egemen çoğunluğun Türklerin onurlu bir gelecek için geçmişleriyle yüzleşme sorunudur.
Yaygın medya, siyasal iktidarların sorun ve süreçleri tarif etme biçimlerini yeniden üretmekten başka bir şey yapmadığı sürece, yapılan, yukarıda aralarındaki ayrıma dikkat çektiğim gibi barıştan yana bir gazetecilik değil, olsa olsa ateşkesten yana bir savaş gazeteciliğine devam etmekten başka bir şey değildir.
"Ötekinin acısı görülmeli"
Neden?
Çünkü tekrarlayayım; Barış gazeteciliği, çatışma/savaşa neden olan sorunların nedenlerinin, "ilk taşı kimin attığı" gibi bir yaklaşımla değil, bütün tarafların yaşadıklarının, savaş yüzünden kaybettikleri üzerinden, bu kaybedilenlerin en çok mağdur ettikleri (kadınlar, çocuklar, yoksullar vd.) belirlenmesini, bunların kamuoyu ile paylaşılmasını, özetle şiddeti sona erdirecek yaratıcılık gerektiren çözümler için sorunun bağlamının "doğru" olarak saptanmasını bir ilk adım olarak çok önemli sayar.
Halihazırda, siyasal iktidar ve yaygın medya çoğunluğu arasındaki sorunun ve sürecin tarifi yönündeki tavır örtüşmesi elbetteki, yaygın medyanın -yapısı gereği kendisinden beklenen- siyasal, ekonomik, askeri seçkinler merkezli genel-geçer habercilik pratiğinden kaynaklanmaktadır. Yaygın medya yıllardır, "sorunu" bu "birincil haber tanımlayıcılarının" söylemi ile tarif etmiş, daha doğrusu marifet bilerek bu söylemi yeniden üretmiştir.
Yani bugün "barıştan" daha doğrusu "ateşkesten" yana tavır içinde görünen yaygın medya, bırakın "öteki tarafın" acısı ile biraz olsun empati kuran habercilik yapmayı, ötekinin acısını ortak acı kılarak çözüm isteyen her türlü, bireysel sözü (aklıma bu noktada kocası Rıdvan Özden'in henüz ölümü üzerindeki şaibe ortaya çıkmadan bir "Şehit karısı" sıfatıyla kendisinden beklenmeyen söyledikleri yüzünden, basın-siyasiler-askerler üçlüsü marifetiyle erkekçe bir linçe uğrayan Tomris Özden geliyor) ya da kolektif girişimi eğer hırpalamadıysa, görmezden gelme tarihiyle ünlü olan bir medyadır.
Yine de, barış gazeteciliğinin telaffuz edilmesi bile önemli değil mi?
Elbette çok önemlidir bu. Çeşitli vesilelerle aynı panellerde bulunduğum birçok üstelik de barış gazeteciliği yapmış olduklarını söyleyebileceğim gazetecilerden, üstelik sadece Türkiye'dekilerden de değil, kavramı duyduklarında hep benzer profesyonel meslek refleksleriyle tepkiler aldığımı söylemiştim. Ayrıca basın ile siyasal iktidarın sözünün o ya da bu nedenle, çözümden yana çizgide yanyana gelmiş olması da önemlidir. Ama işte kesişmesi sorunludur.
Bu arada barış gazeteciliğinin Doğan Yayın grubunun yayın ilkeleri arasına girmesi -patrondan gelmiş olsa bile- editöryel bir seçim olarak karşımıza çıkması da çok sevindiricidir. Tıpkı, kadın-odaklı, çocuk-odaklı habercilik yapılması sözü gibi. Üstelik böyle kayıt altına alınmış olması bize "hesap sorma imkanını" da verecektir.
Demek istediğim şu; barış gazeteciliği yapmak hem çok kolay, hem çok zor. Kolay çünkü, hiç de öyle editöryel tercihlere gerek kalmadan bireysel tercihinizle seçtiğiniz sözcükleri değıştirerek başlayabileceğiniz bir şeydir; illa da "gerilla" demek zorunda değilsiniz mesela ama, "terörist" de demek zorunda değilsiniz. Çünkü iktidarın yaptığı gibi günün birinde mutlaka masaya oturacağınız, müzakere edeceğiniz insana kapalı kapılar ardında "Sayın Öcalan" derken, kamuoyu önünde "terrorist başı" ya da "bebek katili" deyip durduğunuzda, basın olarak siz de bunu tekrarlayıp durduğunuzda, işte o gün geliyor ve siz sonra, ondan en fazla "İmralı" diye sözedebiliyorsunuz.
Böylece hep ergenleşmemiş çocuk muamelesi yaptığınız kamuoyunu hala karşınızda buluyorsunuz. Yanınıza almak için de, İktidar olarak "sivil toplum örgütlerinden" destek, "cemaat"lerden icazet alıyor, basın olarak da bunları yayınlıyorsunuz. Geldiğimiz noktada bu yapılmamalı mı? Hayır bu da yapılmalı. Barışın önemi o kadar büyük ki, gerekirse daha fazlası da yapılabilir. Bir örnek vereyim 1998 yılında Kuzey Irlanda'da "Good Friday" olarak bilinen sözleşmenin protestanların desteğini alarak referandumda kabul edilebilmesi için İngliltere hükümeti ünlü reklam şirketi McCannErickson ile anlaşıyor ve de iddiaya göre de bunun çok az olan desteğin yüzde 70'lere varmasında önemli payı oluyor. Özetle bunlar da yapılmalı, ama benim derdim, demokratik tutarlılıkla, samimiyetle, "ateşkesin" sahiden kalıcı bir barışa dönüşebilmesi için sürekli olarak duyulması gereken bir etik sorumlukla ilgili.
"Sorunları 'öteki'lerin kendi tarifleriyle işlemek gerek"
Barış gazeteciliği yapmak çok zor demiştiniz?
Paradoksal görünecek ama, en kolay olduğu yer, barış gazeteciliğinin en zor yanı. Çünkü, yıllardır artık ikinci bir saniye düşünmeden yaptığınız pratiklere, verdiğiniz reflekslere, büyük ölçüde hayatınızı kolaylaştırdığı için tekrarladığınız klişelere dikkat ederek işe başlamanız gerekiyor.
Kuzey Kıbrıs'tan böyle örnekler biliyorum. Açıkca barış gazeteciliği yapacaklarını söyleyen, bunun adadaki öncülüğünü yapan gazete ile -bu iddiayı taşımıyor olsa bile- yıllardır statükonun değişmesi için barıştan yana muhalefet yapan bir diğer gazete, Annan Planı'nın referanduma götürüldüğü süreçte, barıştan yana tavır koydukları halde, kimi haber başlıkları, köşe yazıları, hatta yayınladıkları karikatürlerle savaş gazeteciliği örnekleri vermişlerdi. Üstelik de özellikle Afrika gazetesi, maskülin bir dil ile barıştan yana hiç bir şey söylenemeyeceğinin bir sürü örneğini vermişti.
Bi de önemli olan şu tabi tekrarlayayım; barışa desteğin sürekli ve tutarlı olması gereklidir ve barış gazeteciliği yine yukarıda da söylemiş olduğum gibi, olağanüstü dönemlerin istisnai pratiği değildir. Tam tersine Türkiye gibi -erkekler 2012'de 165 kadın öldürmüş!- olağanüstülüğün, sıradışılığın kural/norm haline geldiği ülkelerde, bilmem ne kadar mümkün ama, habercilik anlayışı ve pratiğinin yeniden tanımlanması ve çok büyük bir sorumlulukla sürekli bir pratik haline getirilmesi gereklidir.
Üstelik bu sorumluluk, Türkiye'de barıştan yana kalem oynatır görünenler, 50 bini aşan can kaybına neden olduğu için öncelik taşıyor olmakla beraber sadece Kürtlerin haklı yurttaşlık taleplerinin değil, bütün diğer etnik ve dinsel kökenlerden yurttaşların hak taleplerinin, kadınların, Ermenilerin, Alevilerin, LGBT bireylerin, ateistlerin, vicdani-retçilerin, nefret söylem ve suçlarının durdurulması taleplerinin takipçisi olduklarında; bunu da onların sorunlarını güç/iktidar sahipleri tarafından tarif edilmiş biçimleriyle değil, bizzat kendilerinin tariflerine kulak vererek yaptıklarında yerine getirilmiş sayılabilir. Tabii elbette böyle bir "sınavı geçmeyi" samimiyetle istiyorlar ya da böyle bir "etik ve politik" tercihte bulunuyorlarsa.
"Aktivizme ihtiyacımız var"
Bir de, barış için iletişimden söz etmiştiniz?
2007 yılında Kolombiya'da gerçekleşen "Barış için İletişim" konulu bir konferansa Türkiye'deki barış inisiyatifleri ve medya ile ilişkileri konusunda bir konuşma yapmak üzere davet edilmiştim. Ben anlatacak örnekleri zorlukla bulurken, orada yüzlerce örneğin aktivistleriyle karşılaştım ve de herhalde başka hiç bir benzeri platformda gördüklerimden bu kadar etkilenmemişimdir. Bu arada bir de şunu farkettim; doğrusu bazen insan en basit şeyleri bile akıl edemiyor demek ki...Barış gazeteciliği çalışıyordum ama, medya ile uğraşmaktan, daha genel ve önemli bir sorun, "barış için iletişim" üzerine o zamana kadar fazla akıl yormamışım.
Neyi anlatıyor bu kavram? Kolombiyalı ünlü "Yurttaş medya" kuramcısı Clemenzia Rodriquez'in orada söylediği bir notu aktararak açıklayayım: Clemenzia Kolombiya'da barış için iletişim için yapılanların amacını, savaşın ilk kaybettirdiği şey gündelik hayatın sosyal-dokusu olduğu, bu da en çok kadınları, çocukları, yaşlıları etkilediği için yapılması gerekenin bu dokuyu yeniden-örmek olduğunu belirterek, kendisinin de içinde yer aldığı bir dağ köyüne sinema götürülmesi projesinin amacını böyle açıklamıştı.
Yani yaptıkları, yıllardır savaşın hoyratlığından başla bir şeyle karşılaşmayan insanlara sinemayı götürerek bu hoyratlık yokmuş gibi bir kaç saat olsun geçirmelerini sağlamaktı. Sadece bu da değil tabii, "barış için iletişim", dansın, müziğin, yani en geniş anlamıyla her türlü "medium", ama en çok da yüzyüze ilişkilerin araçlarının hayatın normalleştirilmesi için kullanılmasını anlatıyor. Bence, Türkiye ile benzer bir süreç içinde olan Kolombiya'da şimdi, barış aktivistleri ve barış gazeteciliği yapanlar daha da hızla çalışmaya başlamışlardır.Biz de ise ne yazık ki, böyle inisiyatifler yok denilecek kadar az. Oysa o kadar ihtiyacımız var ki. Hem hemen şimdi, hem de sonrası için ve çok ihtiyacımız var böyle bir aktivizme.
Son olarak eklemek istediğiniz?
Var ve arada kaybolmasın diye en sona sakladım! Henüz barış gazeteciliği çalışanlar tarafından da fazlaca dillendirilmiyor ama, ben genel-geçer gazeteciliğin yani savaş gazeteciliğinin, aynı zamanda erkek-egemen bir gazetecilik olduğunu düşünüyorum. Haberin de en eril tür. Ne demek istediğimi bu konudaki feminist yazın çok iyi anlatıyor.
Barış gazeteciliği çalışan kadınlar da bu konuda önemli şeyler söylemeye başladılar. Ben sadece iki noktanın altını çizeyim ve bitireyim. Unutmayalım, bugünkü haberciliği habercilik yapan kural ve kodlar Batı'da 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren oluşmaya başladı ve bu dönemler tam da kadınların haber merkezlerinden kovularak evlerine gönderildikleri dönemlerdi.
İkincisi ise şu, bu söyleşinin en başlarında barış gazeteciliği yaklaşımı ve anlayışının yeni bir epistemolojik konumdan beslenen, taraflı olduğunu saklamak yerine, barıştan yana taraflı olduğunu söyleyen bir gazetecilik olduğunu söylemiştim. Bunun da en iyi Sandra Harding'in marjinalize edilmiş grupların, baskılananların bakış açılarının dünyayı daha objektif biçimde anlamamıza yardım edeceği biçiminde özetlenen feminist epistemoloji ve bunu üzerine kurulacak bir etik anlatıyor kanımca. (NV)