Illich, 1926'da Avusturya, Viyana'da doğmuş. 1951'de New York'ta bir Porto Rico mahallesine yerleşmiş. 1956 ile 1960 arasında Porto Rico Katolik Üniversitesi'nde rektör yardımcılığı yapmış. Burada yakınlaştığı Latin kültüründen, ölümüne yani 2002'ye kadar uzaklaşmamış.
FOTOFOTOFOTOFOTOFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFF"Ivanillich.jpg"
Benim onu keşfetmem, on yıl öncesine dayanıyor. Türkiye internet'le daha yeni yeni tanışırken, onun bir kitabını bulup, internetten bilgisayarıma indirmiştim: "De-schooling Society".
Adını "Toplumu Okulsuzlaştırmak" diye çevirebileceğimiz bu kitap, 1976'da yayınlandığı zaman hemen bütün eğitimcilerin tepkisini çekmiş. Şaşırmamak olanaksız. "Toplumu Gazetesizleştirmek" diye bir kitap yazsam, medyada nasıl topun ağzına konursam, Illich de benzeri duruma düşmüş.
FOTOFOTOFOTOFOTOFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFF Buraya "Escolar1.jpg" olabilir
İşin ilginci Illich, 70'lerin başlarında, sanayi devriminin getirdiği kirliliğe karşı düşünceleri dile getiren ilk düşünür. 1980'li yılların başında Avrupa'daki "Yeşil" hareketin temelleri atılırken, muhtemelen onun düşünceleri etrafında yoğun tartışmalar yapılıyordu ama ben onun adını duymamış olmanın getirdiği cahillikle, konuşulanları kaçırmış olabilirim.
Paris banliyölerinde yapılan bu tartışmaların bazılarına ben de katılmıştım ve tartışmaları yönlendiren ilginç kıvırcık saçlı genç adamın adını sonra öğrenmiştim: Daniel Cohn-Bendit!
Illich'in sonradan aynı adla kitaplaştırılan "Enerji ve Sermaye (Energy and Equity)" başlıklı yazısı, 1970 tarihli. Başlığın hemen altında, Salvador Allende hükümetinde Adalet Bakanı Yardımcısı José Antonio Viera-Gallo'nun İspanyolca şu sözü yazılı:
"El socialismo puede llegar sólo en bicicleta."
FOTOFOTOFOTOFOTOFFFFFFFFFFFFFFFFFFF Buraya "Einstein bicycle.jpg"
"Sosyalizm, sadece bisikletle gelebilir". Yazı, ilk olarak 1973 yılının başlarında Le Monde gazetesinde çıkmış. Yazının yayınlanması macerasını Illich'in kendi ağzından dinleyelim:
"Paris'te öğle yemeğinde görüştüğüm yayın yönetmeni yazımı kabul ederken sadece bir değişiklik yapmamı istemişti. Ona göre, az bilinen ve teknik bir deyim olan 'enerji krizi' lafının, sayfa 1'de yer alacak bir makalenin başlangıç cümlesinde yeri yoktu. Şimdi metni tekrar okuduğumda, beş yıldan kısa bir sürede lisan ve meselelerdeki değişimin hızına şaşıyorum. Fakat aynı şekilde, sanayi toplumuna radikal alternatifin -adlandırırsak, düşük enerjili şen modernizm- taraftar bulmadaki yavaş ve sabit hızı da şaşırtıyor".Illich, yazısını yazdığı 70'lerde alınan enerji politikalarının, 2000'lerde bir toplumun sosyal ilişkilerinin alanını ve niteliğini belirleyeceğini söylüyor.
Yazarın vizyonu bununla da sınırlı değil ama durup bir bakalım: Bir yanda dünyadaki enerji savaşları, öte yanda gaz fiyatlarının artmasını bahane edip kâr beklentilerini karşılayamadıkları gerekçesiyle santrallerini kapatan özel sermaye, gene öte yanda ilerde enerji sıkıntısı bahanesiyle nükleer yatırımları konuşmaya başlayan siyasiler...
"Bu anda, çoğu toplum -özellikle fakir olanlar-, enerji politikalarını üç kılavuz çizgiden herhangi birine ayarlamakta özgür. Refah, kişi başına yüksek miktarda enerji kullanımı, enerji aktarımının yüksek verimliliği veya toplumun en güçlü üyelerinin olası en az makine enerjisi kullanımı olarak tanımlanabilir. İlk yaklaşım, kıt ve tahrip edici yakıtların sanayi lehine sıkı bir yönetimini zorlar, ikincisi ise termodinamik tasarruf lehine sanayinin yeniden donatılmasını vurgular. Bu ilk iki davranış, dev kamu harcamaları ve artan sosyal kontrol anlamına gelir.Illich, somut olarak otomobil sanayisini hedef alıyor:Üçüncü bir seçeneğin olasılığı, neredeyse farkedilmez. İnsanlar, fiziksel yaşamı sürdürme için azami kişi başına enerji kullanımının ekolojik sınırlarını kabul etmeye başlamış olsalar da, hem modern hem de istenilir olabilecek çeşitli sosyal düzenin temeli olarak asgari güç kullanımı hakkında henüz düşünmüyor. Ancak sadece enerji kullanımında bir tavan, büyük sermaye seviyeleri tarafından temsil edilen sosyal ilişkilere gidebilir. Bugün ihmal edilen tek seçenek, bütün milletler tarafından erişilebilir tek seçenek".
Arabalar ... bir kenti kendi görüntülerine çevirebilir -Los Angeles'te yaya veya bisikletle hareketi pratik olarak yok ederek. ... Motorlu trafiğin yürüme hakkını kaldırması köktenci bir tekel oluşturur, daha fazla insanın Ford değil Chevy kullanması değil. Arabaların, bu köktenci tekel sayesinde insanlara yaptıkları, bu kalabalık dünyada gıdaya dönüştürülebilecek olan benzini yakmalarından çok uzak ve bağımsız. Ayrıca otomotif katliamından da uzak. Tabii ki arabalar, gıda yapmak için kullanılabilecek benzini yakıyor. Şüphesiz ki tehlikeli ve pahalılar. Ancak arabaların kurduğu köktenci tekel, özel bir şekilde imha edici. Arabalar mesafe yaratıyor. Her türden hızlı araçlar, yer kıtlığı yaratıyor. Karayollarının kenarlarını evlerle dolduruyor, sonra da insanlar arasındaki uzaklığı buluşturmak için yapılan köprülere gişeler yerleştiriyorlar. Arazi üzerine kurulu bu tekel, yerleri bir araba merası haline sokuyor. Yayalar ve bisikletler için ortamı yok ediyorlar."Ivan Illich'in gözlükleriyle boğaz köprülerine bakınca, daha da hiddetleniyor insan. Otomotif Sanayicileri Derneği yöneticilerinin, köprü ücretleri konusunda tek bir demecini duymadım. Herhalde şöyle düşünüyorlar: "TCK, yollardan ve köprülerden para kazansın ki, daha fazla, duble duble yollar yapabilsin. Böylece bizim satacağımız arabalar da onar kat fazla satılır".
FOTOFOTOFOTOFOTOFFFFFFFFFFFFFFFFFFF Buraya "los angeles trafik.jpg"
Yazının başında değindiğim konuşma, 1982'de Tokyo'da düzenlenen "Asahi Bilim ve İnsan Sempozyumu"da "Bilgisayarla Yönetilen Toplum" başlığında düzenlenen bir seminer dizisinden alınma. IBM PC, daha bebek (bir yaşında) ve ortalıkta İnternet diye bir şey yok. Japonya'nın en çok satan gazetesi Asahi Shimbun'un düzenlediği bu sempozyumda Illich, Dalmaçya kıyılarında büyükbabasının yaşadığı küçük bir adayı, Brac'ı anlattıktan sonra, şunları söylüyor:
Büyükbabam, ayda iki defa haber alırdı. Bugünlerde haberler bir buharlı bir gemiyle üç günde geliyor, önceleri şalopayla beş gün sürüyordu. Doğduğum zamanlarda ana yollardan uzakta yaşayan insanlar için tarih, yavaşça, belli etmeden akardı. Ortamın çoğu orta malıydı. İnsanlar, kendi inşa ettikleri evlerde yaşar, hayvanlarının tırnaklarıyla çiğnenen yollarda yolculuk eder, suyun elde edilmesi ve atılmasını kendileri yapar, konuşmak istediklerinde seslerine güvenirlerdi. Benim Brac'a gelmemle (büyükbabası, onu kutsamak için bir aylıkken yanına getirtmiş) bütün bunlar değişti.Illich, bu örnekten kalkarak bilgisayarlara, sanayi ürünlerine ve modernliğe karşı çıkışının temelini anlatıyor:1926'da geldiğim tekneden adaya, bir de hoparlör inmiş. Oradaki insanların çok azı böyle birşeyi duymuştu. O güne kadar bütün erkekler ve kadınlar, aşağı yukarı aynı güçte bir sesle konuşmuştu. Bundan böyle bu değişecekti. Bundan böyle mikrofona erişim, kimin sesinin güçlendirileceğine karar verecekti. Sessizlik, artık orta malı olmaktan çıkmıştı. Dilin kendisi, yerel bir orta malı olmaktan çıkıp, iletişim için milli bir kaynak haline gelmişti. Küçük bireylerin birkaç koyun beslemesindense, beylerin konuya el koymalarının milli üretkenliği artırdığı söylemi gibi, hoparlör de daha önce her erkek ve kadınların eşit sesinin verdiği sessizliği yok etmişti. Hoparlörünüz yoksa, şimdi susturuldunuz demekti"
"Bu nedenle tartışmaya açmak istediğim mesele net olmalı: Yeni, elektronik cihazların ve sistemlerin, bizim varlığımıza kırlar ve yollardan çok daha ince ve yakın olan -en az sessizlik kadar değerli olan orta malına tecavüzüne karşı mücadele etmeli. Batı ve doğu geleneğinde sessizlik, insanların ortaya çıkması için gerekli. Sessizlik, insanları maymunlaştıran makineler tarafından elimizden alındı. Hareket etmek için şimdiden makinelere bağlı kaldığımıza göre, konuşma ve düşünme için de giderek makinelere bağımlı hale gelebiliriz".Sanayi devriminin etkilerine çok gecikerek ve yarım yamalak alan bir toplumda yaşıyor olduğumuz için sevinmemizin yeri yok. Ancak, toplumumuzun bundan sonra yapacağı atılımları, geçmişin bu hatalarını değerlendirerek yapmasını ümit etmenin yeridir. Makinelerin ve teknolojilerin yaşamın ortak alanlarını tahrip etmelerine izin vermemeliyiz, hatta direnmeliyiz. (VÇ/EZÖ)
FOTOFOTOFOTOFOTOFFFFFFFFFFFFFFFFFFF Buraya hoparlör.jpg