Deliksiz uyumayanlar için, savaş uçaklarının sesi çalar saat işlevi görüyor. Biz de savaş uçaklarının şehrin üzerine yaydığı ağır sesle uyanıyoruz, Newroz'un ertesinde. Uzaklardan gelen ses, giderek kulakları sağır edercesine artarak yaklaşıyor ve hızla uzaklaşıyor. Diyarbakır halkı, ortada herhangi bir savaş yokken, savaş uçaklarıyla yatıp kalkıyor.
Fakat kaldığımız semtin sakinlerinin çoğunun erkenden güne başlamasının sebebi uçak sesleri değil anlaşılan. Zira 'zengin semti' sayılan Ofis'te, Newroz'a katılımın çok az olduğunu, aynı zamanda uçuşların Diyarbakır için çoktan sıradanlaştığını sonradan yazar Şeyhmus Diken'den öğreneceğiz.
Ofis semti sakinleri, tıpkı diğer Diyarbakırlılar gibi çoktan uçak seslerine aşina. İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkan Yardımcısı Reyhan Yalçındağ, bunlardan biri. Yalçındağ, uçaklara; Yüksekova'daki cenaze töreninde gösterilen tepkinin Diyarbakır'da gösterilmemesinin gerekçesini şöyle açıklıyor
"İyi ama Yüksekova'da çok alçaktan uçmuşlardı!"
Yalçındağ, tıpkı Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu gibi latife yapıyor elbette.
İHD'ye gelen şikayetlerin, gökyüzündeki uçaklardan değil, yerdeki ihlallerden kaynaklandığına dikkati çekiyor. Sezgin Tanrıkulu da hak ihlallerindeki artışı, uçak seslerinden daha önemli görüyor. Ama Newroz kutlamaları sırasında yapılan uçuşları da ayıplamaktan geri durmuyor.
Tanrıkulu, Newroz'da verilen barış mesajının karşılık bulmamasına üzülmüş. Ama uçaksız günlere dair umudunu yitirmemiş. Masasındaki, Polis Akademisi'nin 'Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları' adlı çeviri dergisini işaret ederek; "bence polis yakında çok çok değişecek, ilerleyecek", diyor.
Polis Akademisi'nin dergisinde, Türkiye'de yapılan hak ihlalleri, buna karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) verdiği cezalar ve kararlara dair uzun makalelere yer veriliyor...
Ağır yoksulluk
Diyarbakırlıları tedirgin eden, savaş uçakları değil artık. Büyük sorunlara gebe olan şehirdeki ağır yoksulluk; barış taleplerinin karşılıksız kalması ve elbette ilkbaharla birlikte çatışmaların yoğunlaşması ihtimali insanları korkutuyor.
Tabii bir de onları uzun saçlı, 'temiz' giyimli muhabirlerin soruları korkutuyor...
Eskiden Diyarbakırlı kadınlarla konuşmak çok güçtü ama, erkeklere her daim soru sorup yanıt alabilirdiniz. Oysa Newroz ertesinde ne dolmuşçu yanıt veriyor sorularımıza, ne de seyyar satıcı, kafe işletmecisi...
Ne diyordu Sezgin Tanrıkulu: "İnsanlar yasadışı çetelerin halen işbaşında olduklarını çok iyi biliyor." Diyarbakırlıların sorularımıza yanıt vermekten çekinmesini buna bağlıyoruz biz de.
"Newroz Rio Karnavalı gibi olsun"
Newroz, tahmin edilenin aksine, bir milat olmadı. Örneğin herhangi bir devlet yetkilisi çıkıp, "Kürtler barış talebinde bulunuyor. Demek ki barışık değiliz ki birileri barış istiyor. O halde bir şeyler yapalım" demedi.
Ancak bu konuda Diyarbakırlıların hayal kırıklığına uğradığına dair bir ibare görmek mümkün değil.
Diyarbakırlılar, Newroz'un 'önemini', tıpkı Newroz öncesinde olduğu gibi, pek gündemlerine almamışlar anlaşılan. Özellikle Ofis gibi orta sınıf mensubu olanların bulunduğu semtlerde, Newroz konuşulmuyor.
"Best Restoranı"nın garsonu, Newroz'un artık turistik bir fuara, mümkünse Rio Karnavalı'na dönüştürülmesini istiyor. Siyasetin sonunun olmadığını düşünüyor. Ona göre siyaset, yalancılık demek.
Yazar Lal Laleş ise kardeşlik söylemine tepkili. Ona göre 'karşı taraf', yani Türk halkı barış elini uzatmadıkça, Kürtlerin barış talebi anlamsız kalıyor. Laleş, "barışı muktedir olanlar yapar", diyor ama, hemen arkasından da böyle bir umudu olmadığını vurguluyor.
Katılımcıların sınıfı
Şeyhmus Diken ise Newroz kutlamasına katılanların sınıfına dikkat çekiyor. Diken'e göre Newroz günü meydan, kocaman bir yoksul kitlesine mekan olmuştu.
Ofis semtindeki varsıllar, bu sene kutlamalara iki sebepten katılmamıştı: Newroz, işgününe denk geldi bir, ve elbette varsıllar için siyaset 'bir yere kadar' önemliydi, bu da iki.
O 'bir yere kadar'ın sınırı nedir, kestirmek güç. Ancak Diken'in tespitine katılmamak mümkün değil. Hakikaten Newroz'a katılanların çoğu, yoksul semtlerden, Bağlar ve Suriçi'nden gelmişti, Fuar Alanı'na. Hem de on kilometreden fazla yolu kateterek. Kimi yaya, kimi at arabası, kimi üç tekerlekli motosikletle...
Newroz alanındaki tek kavganın, iki kişi arasında 10 YTL yüzünden çıktığını anımsıyoruz. Yine de, Diyarbakır'daki ağır yoksulluk ve işsizlik, şehre gerilim olarak yansımamış.
Diyarbakırlı başka bir yazar, Kürt sorununun ekonomik bir sorun olduğuna vurgu yapıyor ve ekliyor; "Ben Ecevit'in söylediği anlamda ekonomik bir sorundur demiyorum. Ama insanlar aç ve perişan. Yoksullukla terbiye edilen bir halkın en başta karnını doyurma sorunu vardır."
Şerpeze hal
Diyarbakır'a geldiğimiz gün, havanın ılıman olduğunu not etmiştik. Halk gergin de değil gevşek de. Bugün (Salı) akşam, Diyarbakır'da en çok 'yaşaaaa!' nidaları yükseliyordu. Maçlar ve mitingler Diyarbakırlılar için çok tanıdık, uçak sesleri ve savaş gibi. Ve herkes perişanlık halinin farkında.
Sezgin Tanrıkulu'nun bir anekdotuyla bağlayalım sözü:
"Bundan on yıl kadar önce, Tatvan'a bağlı bir köy yakılmıştı. Askerler önce köyü boşaltın demiş, yaşlılar da inat etmişti. Gençlerin hepsi ya dağda ya da İstanbul'daydı... Sonra da jandarma, köylüler aleyhine tutanak tutmuş ve bunları mahkemeye sevk etmişti. Ben de avukatlarıydım. Hakim, yaşlı köylüye son sözünü sordu: belli ki ceza verecekti. Masum köylüy ayağa kalktı ve, 'Hakim bey, ne diyeyim... Vallahi biz çok şerpeze olduk.' Hakim, 'şempanze mi oldunuz' diye sordu. Ben de açıkladım: 'Biz çok perişan ve çaresiz olduk' diyor. Hakim cezayı kesti ardından."
Diyarbakır'dan ayrılırken not düşülecek en önemli husus bu:
Halk çok 'şerpeze' olmuş. Hem yoksulluktan hem de barışsızlıktan. Sokakta karşılaştığımız insanların kahkahalarla gülmesi, herkesin çok mutlu-mesut olmasından değilmiş, sonradan anlıyoruz: 'bonus' saçlarımız, Diyarbakır'da fazlasıyla komik kaçıyor!(İA/AD)