*CHP ve tüm muhalefetin popülist otoriterliğe karşı mücadelede yalnızca ulusal değil küresel bir sorumluluğu var.
*Kürt Sorunu’nun çözüme kavuşmasının ilk koşulu demokrasinin asgari şartlarını sağlamak.
*DEVA ve Gelecek partilerinin kararsız seçmeni, mobilize edecek bir etkisi olabileceğini düşünüyorum.
*CHP çok önemli bir vizyon çizen, İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni, daha iyi anlatabilirse ivme kazanır.
*Kürtleri dahil etmeden kurulan bir gelecek senaryosu gerçekçi olmaz .
*Selahattin Demirtaş, “Demokrasi İttifakı” diyerek çözümün yolunu gösteriyor.
Saptamalar, Siyaset Bilimci ve İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (IstanPol) Genel Direktörü Seren Selvin Korkmaz’dan.
Türkiyeli seçmen eğilimlerinin hareketsizliğine dikkat çeken ve “donmuş bir buza” benzeten Korkmaz, “Muhalefet buz kıran rolünü oynamalı” diyor.
Korkmaz ile güncel siyasi gelişmeler üzerine söyleştik.
Yeni kurulan partilerle başlayalım hemen… Deva ve Gelecek partileri siyaseti nasıl etkiliyor?
DEVA ve Gelecek Partilerinin hem iktidar hem de muhalefet blokunda yer alan seçmenlere “talip” olması sebebiyle her iki bloktaki partilerin söylem ve eylemlerine muhakkak ki bir etkisi var.
Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi’nden kopan ama muhalefete de oy vermeyecek seçmen kitlesinin bu partilere yönelmesi daha olası. Metropoll’ün son verilerine göre kararsız seçmenin sayısı artıyor ve bunun yüzde 28’ini AKP seçmeni oluşturuyor. Yine AKP’den kararsızlara katılan seçmenler bu senenin Şubat ayında yüzde 18’miş ve bu rakam 28’e çıkmış.
Türkiye’nin mevcut seçim sisteminde yüzde 1’lik bir kaymanın dahi önemli olduğunu düşünürsek, bu partilerin rolü ve etkisi bugünkü anketlerde ortaya çıkan rakamlardan daha kuvvetli. Yani Deva ve Gelecek Partilerinin kararsız seçmeni mobilize edecek bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Ancak bu partilerin esas etkilerinin seçmen nezdindeki karşılığını görmek önümüzdeki ilk seçimin yansımalarını değerlendirmek ile mümkün. Çünkü seçmen esas olarak bu yeni partilere olan tutumunu seçim döneminde netleştirecektir.
Ali Babacan'ın Kürt Sorunu’na bakışı, en azından şimdilik, iktidar partisinden farklı görünüyor… Mesela, anadilde eğitim hakkını savunuyor. Sizce bu söylemin Kürt halkında bir karşılığı var mı?
Ali Babacan ve DEVA Partisi Türkiye’deki kimliksel bir takım sorunlara “özgürlükçü” bir perspektiften yaklaşıyor. Kürt meselesine bakışları da bu anlayışla şekilleniyor ve parti Kürt meselesi ile ilgili konularda “görünmez” olmak yerine bu özgürlükçü çerçeveden bir söylem oluşturuyor. Babacan ve partisinin Kürt meselesi konusunda daha somut, eleştirel aynı zamanda yapıcı ve ikna edici politikalar ile Kürt seçmende bir alternatif yaratabileceğini düşünüyorum.
Tabii bu politikaların bölgede iyi bir yerel örgütlenme çalışması ile pekişmesi gerekiyor. DEVA Partisi’nin Diyarbakır’da ve Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu illerde yaptıkları kongrelerde coşku ile karşılandıkları görüldü. Deva Partisi özellikle AKP’den kopan Kürt seçmenler ve genç Kürtler için bir alternatif oluşturabilir. Babacan siyaset sahnesinde daha etkin olur ve DEVA örgütlenmesini etkili bir biçimde yürütürse şansı hiç de az olmayacaktır.
Davutoğlu’nun “Ben kasım döneminde konuşsaydım Suruç Patlaması, Ankara Patlaması gibi ...Konuşursam insan içine çıkamazlar gibi söylemleri” oluyor. Sizce bu söylemlerle, kimlere mesaj veriyor, sizce sonuç alıyor mu?
Davutoğlu’nun “ben konuşursam” minvalindeki söylemlerini iletişim stratejisi açısından sorunlu buluyorum; çünkü seçmene sıklıkla “o dönemdeki kendi sorumluluğunu” hatırlatıyor. Haliyle soruluyor; “O zaman neden konuşmadınız?” Ancak, Davutoğlu’nun iktidara yönelik sert eleştirileri ve özellikle Gelecek Partisi’nin bir takım açıklayıcı videolarının etkili bir muhalefet aracı olduğunu, AKP seçmenine hitap etme olasılığının daha yüksek olduğunu söyleyebilirim.
Hitap ettiği seçmen kitlesine “sorunlarımız bu ve biz bu şekilde çözüm öneriyoruz” diyen bir stratejileri var. Örneğin, Gelecek Partisi Gençlik Politikaları Başkanı Mustafa Gözel’in AKP’nin çok konuşulan gençlik videosuna verdiği yanıtta kurduğu dil ve bilgilendirici üslup AKP’ye oy veren genç seçmeni de ikna edebilir.
"Akşener popülaritesini yükseltiyor"
Davutoğlu ve Babacan'ın siyasi çizgileri benzer değil mi?
Davutoğlu ve Babacan arasında birkaç önemli farkın altını çizmek gerekiyor. Öncelikle Davutoğlu’nun Başbakanlığı sırasında Türkiye’de Kürt meselesine dair çok ciddi sıkıntılar yaşandı.
Güneydoğu’da o dönemde yaşananların sorumluluğunu taşıyor Davutoğlu Başbakan sıfatı ile. Yine Türkiye’de bugün bütün seçmen gruplarının ortaklaştığı bir konu var “göçmen karşıtlığı."
Türkiye’de seçmenin çoğunluğu “Suriyelileri” Türkiye’nin en önemli sorunu olarak kabul ediyor. Suriye meselesine ilişkin politikalar ise Davutoğlu ile özdeşleşiyor. Bu iki önemli meseleye ilişkin Davutoğlu henüz “aklanmış” değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bana kalırsa istikrarlı bir “algı stratejisi” izliyor ve Türkiye’deki bir takım sorunların sorumlusu olarak kendi kabinesi veya partisindeki aktörleri işaret edebiliyor. Berat Albayrak hadisesinde de bunu gördük. Davutoğlu da zamanından bundan nasibini almıştı.
Yani bu kişilerin ayrılmasında Erdoğan istekli olsa da olmasa da bu aktörler “kötü gidişin sorumlusu” olarak yansıtılıyor ve Cumhurbaşkanının kendisi “sorumlu” kabul edilmiyor.
Davutoğlu’nun ayrılmasından hemen sonra yaptığımız bir araştırmada AKP seçmeni Türkiye’nin en temel sorunları konusunda sorumlu olarak Davutoğlu’nu işaret ediyordu. Babacan ise bu senaryoya maruz kalmamış bir profil. Ekonominin daha çok “iyi yönetimi” ile anılan, siyasetçiden çok “teknokrat” profili çizen bir lider bu nedenle daha avantajlı. Yani hem ekonomi yönetiminde, hem Kürtlerin oyunu kazanmada Davutoğlu’na kıyasla daha avantajlı olacaktır.
Babacan ve partisi daha merkez sağda konumlanan bir profil çizerken, Davutoğlu muhafazakar seçmenin duygularına daha çok hitap ediyor.
Babacan yaptığı tüm toplantılarda “dinleyen lider” olarak öne çıkıyor. Dinliyor, not alıyor ve sorunları çözecek bir kadrosu olduğunu vurguluyor. Bu Refah Partisi’nin yükselişi sırasında da aktörlerin uyguladığı bir stratejiydi.
Sürekli konuşan ve tespit yapan liderlerin arasında bu yaklaşım Babacan’a kazandırabilir. Örneğin, son dönemde yine dinleyen lider profili olarak öne çıkan Meral Akşener, halkın sorunlarını siyasetin gündemine taşıyor ve hızla popülaritesini yükseltiyor.
Bütün farklılıklara rağmen DEVA ve Gelecek Partilerinin en çok eleştirildiği konularda dahi farklı gruplarla masaya oturabilmesi ve tartışma zeminine katılabilmelerinin siyasal diyalog ve siyasetin normalleşmesi açısından önemli bir katkı sunduğunu düşünüyorum.
"Kolektif tepki verilmesi gerekiyor"
Çakıcı’nın Kılıçdaroğlu’na yönelik tehditlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir organize suç örgütü lideri ana muhalefet partisinin başkanını tehdit ediyor. Fakat buna karşı her kesimde de bir sessizlik var sanki. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Aslında bu çok ciddi bir mesele. Yani bizim normalleştirdiğimiz bu tarz tehdit ve sataşmalar bence Türkiye’nin en temel meselelerinden biri.
Bunlara karşı güçlü siyasal, hukuki ve toplumsal tepkiler verilmediğinde tehditlere alan açılmış oluyor. Yavaş yavaş işleyen ve normalleşen bir “mafya” düzeni siyasete ve toplumsal ilişkilere hakim oluyor.
Hatırlarsanız, CHP milletvekili ve Anayasa Hukuku Profesörü İbrahim Kaboğlu'na yönelik bir saldırı olmuştu.
Düşünün, Türkiye'nin en iyi anayasa hukukçularından birine, bir milletvekiline bir saldırı gerçekleşiyor ve bu doğal karşılanıyor.
Herkesin kesinlikle eşit statüde olması gerektiği aşikar ama buna sessiz kalındığında vatandaş da şunu diyor: “Kaboğlu’na bunu yapan bana ne yapar.” Daha evvel HDP milletvekillerine de benzer saldırılar gerçekleşti.
Yani demokratik bir haktan taviz verildiğinde veya bir hak ihlaline yeterli toplumsal tepki gösterilemediğinde başka yeni ihtimallerin önü açılıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu çok mütevazı bir siyasi bir lider. Belki kendine yönelik tehditlere karşı daha sessiz kalmayı, toplumun kendisi üzerinden galeyana getirmeme endişesi taşıyor. Ben bu görüşünü anlayabiliyorum ama burada, muhalefetin bu tarz tehditlere yaratıcı bir şekilde cevap vermesi gerekiyor.
Bu tarz tehditlerin önlenmesinde, elbette iktidara, kolluk güçlerine, yargı mensuplarına vs. görev düşer ama bunu göremiyoruz. Türkiye’nin bugünkü koşullarında da bu tepki de ne yazık ki yine sadece siyasal partilerin öncülüğüne sıkışıyor.
Haliyle burada siyasi partilere bir sorumluluk düşüyor. Kolektif olarak bir tepki verilmesi gerekiyor. Yani sadece Kemal Kılıçdaroğlu şahsında kalmamalı bu mesele.
"Kılıçdaroğlu herkesle konuşabilen bir lider"
Kılıçdaroğlu demişken… Birçok çevreden “CHP ve Kılıçdaroğlu tarihi misyonunu oynasın” gibi bir söylem duyuyoruz. Siz dillendirilen bu "tarihi misyonu" nasıl tanımlarsınız?
Ben bu tabloda, hem CHP'ye hem Türkiye muhalefetine küresel ve tarihsel bir sorumluluk düştüğünü düşünenlerdenim. Dünyanın pek çok yerinde popülist otoriteliğe karşı bir mücadele var.
Kimi zaman bu mücadele başarılı oluyor kimi zaman da tökezliyor. ABD’de Biden’ın zaferi önemli bir kazanım oldu. Bugün Türkiye'nin bu popülist otoriterliği en derin yaşayan ülkelerden biri olarak vereceği mücadele de önemli bir model teşkil edecektir.
İkincisi ise CHP bugün tarihsel bir sorumluluk taşıyor. Çünkü Cumhuriyetin içinde bulunduğu en çalkantılı dönemlerden birini yaşıyoruz. Demokrasinin asgari müştereklerinin dahi zedelendiği bir gerileme yaşıyoruz.
Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucu parti olarak kendisini tanımladığı ilkeler çerçevesinde bu gün en başta demokrasinin temel prensiplerini yeniden tesis edileceği bir siyasal alanı oluşturmak gibi bir vazifesi var. Kemal Kılıçdaroğlu bence bu tarihsel misyonun oldukça farkında ve Kılıçdaroğlu’nun liderliği şu anki koşullarda Türkiye için önemli bir şans.
Kılıçdaroğlu’nu eleştirebileceğimiz pek çok nokta olabilir ama Kılıçdaroğlu Türkiye’nin otoriterlikten çıkışı için gereken yöntemin bir demokrasi ittifakı olduğunun farkında. Bunun tesisi için kendisini, partisini ve bir takım siyasi çıkarları geri plana atabilen bir lider. Türkiye’nin bütün kimliksel, siyasal fay hatlarına oturmuş ve bir arada durması oldukça zor olan bir muhalefet blokunda herkesle konuşabilen bir lider profili çiziyor Kılıçdaroğlu.
"İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi dönüşümü gösteriyor"
Kılıçdaroğlu'nun "Beşli çetenin yatırımlarını kamulaştıracağız" açıklaması kamuoyunda ses getirdi. Sizce bu son konuşma neye işaret ediyor?
Kılıçdaroğlu’nun “kamulaştırma” çıkışı oldukça önemliydi ve puan topladı. Özetle “Türkiye 5’ten büyüktür” diyen bir konuşmaydı. Bu hamleleri önemli buluyorum çünkü “Demokrasi İttifakı” misyonu ile muhalefeti bir arada tutarken; örneğin CHP’yi DEVA’dan farklılaştıracak ekonomi politikalarını da öne sürmek gerekiyor.
Bugün CHP’nin ihtiyacı olan merkezdeki kurucu rolü ile beraber pandemi şartlarında derinleşen eşitsizliklere çözüm sunan sosyal demokrat ekonomi politikalarını sunmaktır.
Esasen, CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı” beyannamesi incelenirse partinin Türkiye’nin sorunlarına yönelik sunduğu yapısal çözüm önerileri mevcut. CHP’nin tarihi sorumluluğunu üstlendiğini ve partinin dönüşümünü gösteren bir beyanname bu
Demokrasi ve özgürlükler bakımından kapsayıcı bir gelecek vaat eden, Kürt meselesini açık bir şekilde ele alan, COVID-19 döneminde derinleşen eşitsizliklere sosyal devlet temelinde, sosyal demokrat bir anlayışla çözüm sunan CHP var bu beyannamede. Dolayısıyla ben bunu çok önemsiyorum.
Belki bunları yeterince aktaramamışlardır eleştirecek çok nokta vardır ama Kılıçdaroğlu’nun şu an çok önemli bir görevi ve misyonu olduğunu düşünüyorum. Aynen geçen haftaki meclis konuşmasında olduğu gibi etkili bir iletişim stratejisi ile halka aktarılan bu vizyon önemli tartışmalar açabilir.
"Demokrasinin asgari müştereklerine ihtiyaç var"
Bütün bu denklemde HDP'nin eğilimleri sizce nasıl şekilleniyor? Bu denklem içinde siz nasıl görüyorsunuz HDP’yi?
HDP'nin bütün kamuoyu araştırmalarına bakıldığında kendi seçmeni nezdindeki toplumsal desteği azalmıyor. Demek ki bütün kısıtlamalara ve baskılara rağmen yok edemiyorsunuz HDP'yi. 6 milyon seçmenin temsilcisi olan bir siyasal partiyi yok saymanız bu ülkenin önemli bir bölümünü yok saymanız demektir.
Bugünkü koşullarda hem matematiksel olarak hem de sosyolojik olarak Kürtleri yok sayan bir gelecek kurmak mümkün değil. Haliyle topyekün bir demokrasi mücadelesi verilecekse HDP’yi yok sayarak verilecek bir mücadelenin başarı şansı yok.
Öte yandan bazı tehditlere cüret edilecek alanın açılması HDP konusunda da geçerli. Bugüne kadar HDP’ye yönelik yaptırımlara demokrasi paydasında ortak ve güçlü bir tepki verilememesi bu hak ihlallerinin diğer partilere de sıçramasına olanak sağladı. Yani sıklıkla vurguluyorum muhalefet mevcut rejimin sadece kurbanı değil aynı zamanda yer yer onu yaratan ve pratiklerini de destekleyen aktörü olabiliyor. Haliyle otoriterlikten çıkış topyekün “demokratik” bir yaklaşımla mümkün.
Demokrasi ittifakı senaryosunun Kürt meselesini çözemeyeceği hatta Kürtleri “kullanacağı” gibi bir takım argümanlar da var bazı çevrelerde ama şunu hatırlatmak lazım Türkiye’nin Kürt meselesi gibi oldukça karmaşık ve çok boyutlu sorununu çözmek için bir demokrasi ittifakı ve parlamenter sisteme dönüş yeterli olmayacaktır ama Kürt meselesini ve kimliklerle ilgili daha derin meselemizi çözmemiz için en önce demokrasinin asgari müştereklerine ihtiyacımız var.
Çünkü bugün sizin seçtiğiniz belediye başkanı, seçtiğiniz bir milletvekilinin seçilme hakkı gasp edilmiş sizin de seçme hakkınız gasp edilmiş durumda; dolayısıyla bu asgari müşterekleri sağlayacak ortamı kurmadan daha karmaşık sorunları demokratik ve sağlıklı bir şekilde çözemeyiz.
Haliyle, bugün ihtiyacımız olan diyalog ve demokrasi ittifakı. HDP’siz bir demokrasi ittifakı ise mümkün olmayacaktır. Mithat Sancar, koşulsuz şartsız demokrasi ittifakı için masaya otururuz demişti, yine Demirtaş “Demokrasi İttifakı” çağrısı yapmıştı. Bunları da hatırlatmak gerekiyor.
Peki yakın zaman içinde HDP ve CHP'den duyulan "erken seçim" çağrılarının, toplumsal karşılığı ne olur?
En çok sorulan sorulardan biri bu. Türkiye'de erken seçim olur mu? Rasyonel bir açıdan bakarsınız bir siyaset bilimci olarak bir takım rasyonel değerlendirmeler yaparsınız. Ne yazık ki bugün öyle bir durum yok yani popülist bir iktidarın hakim olduğu Türkiye’de de rejim öngörülemezliği ile ön plana çıkıyor; çünkü kurumlar değil kişilerin kararları artık daha belirleyici ve etkili.
Bu öngörülemezlik içerisinde bir takım tahminlerde bulunmak zor ama seçimler her zaman iktidarın en güçlü silahı oldu. Çünkü popülistler gücünü halk kitlelerinden alıyorlar ve her sıkıştıklarında halka dönüp referandumlarla veya seçimlerle onay alamaya ihtiyaç duyuyorlar. Fakat bu dönemde ilk kez muhalefet “erken seçim” çıkışı yaptı. Bu sefer dedi ki “tamam seçim mi, seçime gidelim, sandığa gidelim”.
Bu da bence, 31 Mart seçimlerinin verdiği güçle ve bence bir takım sıkıntılar olsa da demokrasi ittifakının kurulabileceğine yönelik işaretlerle ilişkili.
Ben muhalefetin bu hamlesini doğru buluyorum ama şuna da dikkat çekmek istiyorum. Meslektaşım Edgar Şar’ın da bu konuda altını çizdiği bir durum var: “Sandığa gitmek yeterli değil, sandığa gidersek sonrası ne olur, sorunları biz nasıl çözeceğiz” şeklinde bir kampanya ile güçlendirilmeli erken seçim çağrısı.
İktidar çevresinin ifade ettiği "hukuk reformu" gerçekleşecek mi sizce?
Aksoy Araştırma’nın yaptığı bir araştırmanın bulguları beklendik ama ilginç bir tablo çıkarıyor. İktidar ve muhalefet bloğunun meclis konuşmalarından bir kelime bulutu yapmışlar. İktidar kanadına en çok öne çıkan söylem “çatışma,” “savaş”. Peki, bu tablodan reform çıkar mı?
İktidar kurduğu bu söylem çerçevesinde sıkıştığı bir denklem var: güvenlik ve terör. AKP’nin bu eksende gidebileceği bir alan yok, seçmeni ikna etmekte zorlanıyor kararsızların sayısı arttı, dış politikada ve ekonomide işler yolunda gitmiyor. Haliyle yeni manevra alanlarına ihtiyaç var.
Reform söylemlerinin ABD’de değişecek yönetim ile de ilişkisi olduğunu düşünüyorum. ABD ve AB’nin Türkiye’ye yönelik yaptırımlarına karşı Türkiye’nin “demokratikleşme ve reform” sinyalleri vermek istemesi olası.
Tabii dediğim gibi iç politikada seçim aritmetiği de etkili o yüzden ben bir takım sembolik adımların atılabileceği, Kavala, Demirtaş davalarında bazı “göstermelik” kararların alınabileceği ve bunlarla da Türkiye demokratikleşiyor hikâyesinin yaratılmak istenebileceğini düşünüyorum.
"Demirtaş en kritik dönemlerde belirleyici oluyor"
MHP ve AKP'li yetkililerden, HDP'yi hedef gösteren, nefret söylemi yayan cümleler yükselmesinin siyasetteki karşılığı ne?
Bahçeli’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Demirtaş’a yönelik açıklamaları bana kalırsa iç politikaya yönelik hamleler. Erdoğan ve Bahçeli yıllardır kullandıkları “terör ve güvenlik” söyleminde Demirtaş, Kavala, HDP ve Gezi protestoları gibi kişi, kurum ve olayları bunlarla ilişkisi olanları hedef alıyor, onları ulusal güvenliğe tehdit olarak konumluyorlar. Haliyle reform adımını hükümet atsa da karar “yargıya” atfedilip, kendileri buna karşı imiş gibi gösterilebilir.
Yargı ve tüm kurumsal işleyişin siyasallaştığı ve kişiselleştiği bir ortamda siyaseti yorumlamak bazen bu şekilde çok da sağlıklı bulmadığım niyet okumaları ve senaryo ihtimallerine dönüşebiliyor.
Tüm siyasi aktörler arasında Demirtaş cezaevinde de olsa sözünü her zaman iletiyor ve kamuoyunda bir karşılığı oluyor. Sizce de öyle mi?
Selahattin Demirtaş, bence Türkiye siyasetinde, cezaevinde olmasına rağmen en etkili aktörlerden biridir. Demirtaş'ın bugün Türkiye siyasetine dair yaptığı öneriler, röportajları çok önemli gündemler yaratıyor ve bir şekilde belirleyici oluyor.
O yüzden Demirtaş'ın etkisi her şeye rağmen hala çok önemli. Öte yandan hatırlayalım, 7 Haziran seçimlerinde MHP’li insanların dahi Selahattin Demirtaş'a oy verebildiği bir atmosfer yaratabildi Demirtaş söylemleri ve kişiliği ile. Bu kolay bir iş değil ve bunu yapabilen bir aktörün ben Türkiye’de kolay kolay etkisinin yiteceğini düşünmüyorum.
Demirtaş en kritik dönemlerde de belirleyici oluyor. Cezaevinden “demokrasi ittifakı gereklidir” diyerek, kutuplaşmayı ve tüm kimliksel kaygıları bir tarafa bırakıp bu ülkenin geleceğini düşünerek, bu ülkenin insanlarını düşünerek kendisine düşen sorumluluğu yapmıştır. Yine 31 Mart seçimlerinde HDP seçmenine yaptığı çağrı önemliydi. Bu da büyük bir sorumluluk örneğidir.
O yüzden Selahattin Demirtaş kritik dönemlerde her zaman Türkiye’nin geleceği için, demokratikleşme için bir takım kişisel ve belki parti içi kaygıları geride bırakarak önemli mesajlar vermiştir. Bunu her zaman hatırlatmak gerekiyor.
"Türkiye'nin yüzde 24'ü evden çalışıyor"
Pandemiyle birlikte eşitsizlikler daha belirgin oldu; sağlık, eğitim, ekonomi, haklara, gıdaya erişim....Yaşanan zorlu süreç, iktidar seçmeni açısından bir soru işaretine şüpheye neden oluyor mu?
Bence oluyor. Çünkü bir kere insanlar markete gittiğinde ödediği para ile, ödeyemediği faturalar ile farkında gerçekte olanın. Bugünlerde kısıtlamalar var yine, herkese “evde kal” çağrıları yapılıyor yine ama Türkiye'de iş gücünün yalnızca yüzde 24'ü evden çalışabiliyor.
Düşünün geri kalan insanlar evden çalışamıyor; kafeleri kapatıyorsunuz, restoranları kapatıyorsunuz. Peki nasıl destekler veriyorsunuz buradaki işverene ve çalışanlara? Bu kesinlikle seçmende bir tepkiye sebep olacaktır. Ancak, kamuoyu anketlerinde bu erimenin beklenenden yavaş olduğu muhalefet bloğuna da oy kaymadığını da gösteriyor.
Kararsızların sayısı ise artıyor. Demek ki seçmen ne de olsa tüm bu koşulları gördüğü için gider muhalefet partisine oy verir muhalefet bloğuna oy verir diye düşünmemek lazım. Bu nedenle iktidardan kopma ihtimali olan seçmeni de ikna edecek politikalar geliştirmesi ve doğru iletişim stratejisi ile seçmene aktarması gerekiyor muhalefetin. Seçmen memnun olmasa da seçmen blokları donmuş ve kolay hareket etmiyor. Haliyle muhalefetin buz kıran rolü oynaması gerekiyor.
"Diyalog kanalları yeniden kurulmalı"
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Türkiye’nin hakikaten önümüzdeki seçim dönemi 2023'de olacağını varsayarsak veya erken seçim bu döneme çok kritik bir süreçte girdiğini düşünüyorum.
Türkiye'nin demokratikleşmesi için önemli bir yol ayrımındayız. O yüzden belki de bir takım kimliksel kavgaları, ayrışmaları bir kenara bırakıp demokrasinin asgari müştereklerinizde birleştirmek gerekiyor.
İkincisi de bunu yaparken siyasetin ortadan kaldırılması yani siyasetin yalnızca rakamlara indirilmesi siyasetin alanını daraltıyor.
Haliyle bir demokrasi ittifakı inşa etmeye çalışırken siyasal partilerin aynı zamanda, siyasetin alanını yeniden açması ve toplumu kucaklaması lazım yani topluma bir şey vadeden değil, o toplumun dertlerinin bir şekilde taşıyıcısı olan bir siyasete ihtiyacımız var. İşte o zaman buzları çözebilir ve buz kıran rolü oynayabilir diye düşünüyorum muhalefet bloğu.
Son olarak, siyasal partiler ve sivil toplum, siyasal partiler ve entelektüeller arasında bir “olumsuzluk koridorı” var. Bu koridor diyalog ile doldurulmadığı sürece, her iki kanattaki çabalar birbirleri ile buluşamıyor haliyle söylemler ya “olumsuzluk bulutuna” dönüşüyor ya da “içi doldurulamayan bir umut siyasetine”.
Oysa, Türkiye'nin demokratikleşmesi için topyekûn bir mücadeleye ve iyimser bir çabaya ihtiyaç var" diyor. Popülist otoriterlik ile baş etmenin en önemli noktalarından birisi bu diyalog kanallarını yeniden kurmak ve “başarabiliriz” hissini canlı tutmak.
Seren Selvin Korkmaz hakkında İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (IstanPol) Genel Direktörüdür ve enstitünün kurucularından. Lisans ve yüksek lisans eğitimlerini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı, doktora çalışmalarını Stockholm Üniversitesi’nde sürdürüyor. Stockholm Üniversitesi’nde Türkiye ve Ortadoğu siyaseti üzerine dersler veren Korkmaz, aynı zamanda Washington merkezli düşünce kuruluşu Middle East Institute’de Türkiye uzmanı olarak yer alıyor. Fox International Fellowship kapsamında Yale Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalışmış, liderlik ve politika önerileri geliştirme üzerine eğitimler aldı. 2013 yılından bu yana çeşitli sivil toplum kuruluşları ve araştırma merkezlerinde araştırmacı ve yönetici olarak görev yapıyor. Avusturya merkezli Avrupa Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün (PS:EUROPE) de kurucusu ve aynı zamanda 2017 yılına kadar enstitünün Türkiye direktörlüğü görevini yürüttü. Çalışma alanları popülizm, sosyal dışlanmanın ekonomi politiği, siyasal partiler, seçmen algısı ve seçim stratejileri. Güncel çalışmalarında popülizme karşı alternatif siyasal programları ve toplumsal hareketleri incelemekte, başarı kazanan siyasal programları ve kampanyaları Türkiye’deki yerel dinamiklere uyarlıyor. Ayrıca kadınların ve gençlerin siyasete katılımı ve sorunlarının siyasetin merkezine taşınması konusunda farkındalık yaratmak için çalışmalar sürdürüyor. Çalışma alanlarına dair ulusal ve uluslararası medyada sıklıkla görüş bildiriyor. |
(EMK)