bianet okurları Serdar Korucu’yu yayımladığımız yazılarından bilecektir. Bu topraklarda halklara yapılan mezalimi, tehciri, soykırımları, katliamları tarihin sayfalarında tozlanıp unutulmasın, yüzleşilsin diye sebatla araştırır, bulur, çıkarır, yazar. “Bu topraklar” tanımlamasını özellikle kullandım, çalışma alanlarını sınır tanımadan belirliyor. Bu kez bugün Suriye olarak adlandırılan topraklarda yaşanan savaşta yaşanan bir sorunun peşine düşmüş: Halepli Ermenilere yaşatılan felaketin.
22 söyleşi yapmış. Biri Antakya’da gerisi Ermenistan’da. Halep’ten göçmek zorunda kalan Ermenilerle konuşmuş. Hrant Dink’e atıfla “Her Ermeni belgedir” fikriyle hem geçmişte yaşadıkları soykırımın izlerini hem de Suriye savaşının etkilerini anlamak için yollara düşmüş.
Sonuçta “Halepsizler” adını verdiği kitabı çıkartmış. Aras Yayıncılık’tan basılan kitabı üzerine Serdar korucu ile konuştuk…
Halepli Ermeniler’le ilgili çalışmak nereden aklına geldi?
Bu kitap benim için bir zincirin son halkası aslında. 2013 yılında Hayata Destek Derneği’nin de katkısıyla Suriyeli mültecilerle ilgili çalışmalarıma başladım. Bu süreçte konuyla ilgili haberlerin yanı sıra iki kitap da çıkarttım. Fakat bu süreçte Suriye’de yaşayan Ermenilerin Türkiye’ye gelmediğini fark ettim. Araplar, Kürtler ve Türkmenler gelse de mülteciler arasında Ermeniler yoktu. Ya sayıları çok azdı ya da görünmek istemiyorlardı.
Kitaplarından, bianet’teki yazılarından bildiğim kadarıyla, arkeolog hassasiyetiyle tarihi kazıp duruyorsun; bilgi, belge peşindesin. Fotoğraflarla da ilgin var. Bu kez söyleşiler var. Gazeteciliğine daha yakın bir iş gibi. Bu çalışmanın söyleşiler biçiminde olmasına baştan mı karar vermiştin, yani Halepli birkaç Ermeni bulayım konuşayım bakalım ne anlatacaklar, gibi bir başlangıcın mı var?
Var tabii. İlk amacım kitap yapmak değildi. Bir konu bulduğunda yeterli kaynağa ulaşıp ulaşamayacağını, röportaj yapmayı düşündüklerinin buna nasıl yaklaşacağını tahmin etmek güç olabiliyor. İlk isteğim Türkiye’deki Halepli Ermenilerle konuşmaktı. Bunun için de Antakya’da Katolik Ermeni bir kadına ulaşmayı başardım.
Benim de ilgimi en çok o söyleşi çekti. Halep’te kalan anne babasının gerçek ismini yanlışlıkla söyledikten sonra alelacele kalkan ismini vermeyen o Halepli Ermeni ile nasıl bağlantı kurdun? Belli ki Türkiye’de olmak onun için korkutucu. Hatta şöyle diyor söyleşide “Türkiye bize sadece sınır olarak yakındı ama gerçekte hep uzaktı.”
Evet o his çok güçlü. Röportaj sırasında o kadar tedirgindi ki, ismini vermekten, fotoğrafını çektirmekten çekindi. Zaten zar zor, ortak arkadaşlarım sayesinde ikna etmiştim konuşmaya. Sonrasında sayıları az da olsa Türkiye’de yaşayan başka Halepli Ermeniler buldum fakat konuşmaktan vaz geçtim, görüşemedim bile. Bu nedenle rotamı Yerevan’a çevirmeye karar verdim. Mülteci olmamış, ulus devletlerine gitmiş olan Halepli Ermeniler daha rahat konuşabilir diye düşünüyordum, öyle de oldu.
Bu noktada önceki soruda değindiğin bilgi, belge, tarih kazıcılığında açıyı biraz genişletmek gerek. Ermeni Soykırımı ile ilgili tartışmalarda hep söz, döner dolaşır belgelere gelir. Halbuki Hrant Dink’in dediği gibi “Her Ermeni bir belgedir.” 20. yüzyılın başında soykırımı yaşamış, 21. yüzyılın başında savaşla karşılaşmış 22 Halepli Ermeni bulunuyor bu kitapta. Yani “Halepsizler” savaşın Halep’ten koparttığı 22 soykırım belgesi… Zaten tüm anlatıları soykırımla başladığı Halep ile devam etti ve son olarak bugün yaşadıkları şehre, yaptıkları işlere sıra geldi. İşte bu isimler arasında sadece birinin, o da Türkiye sınırları içinde yaptığım, yapabildiğim bir röportajdaki Halepli Ermeni’nin en büyük korkuyu, tereddüdü yaşaması soykırım geçmişinden başka ne ile açıklanabilir ki?
O korkunun farklı tezahürleri var. Kitabın girişinde Manuel Keşişyan ile konuşmam büyük bir şanstı diyorsun. Keşişyan’ın söyledikleri arasında şu bölüm ilgimi çekti. “Ermeniler, başında kim olursa olsun, asla hükümetin karşısında durmaz. Kim gelirse ona uyar. Siyasete karışmaz. Lübnan’da karışır ama. Çünkü oranın terkibi öyle. Her milletin bir yeri var. Ama Suriye öyle değil. Askerliğimizi tamamlar, sonra sivile döneriz, askeriyede kalmayız. Kim ki hükümet, baş üstüne” bu çok klasik bir azınlık psikolojisi. Keşişyan’ın Erivan’daki hali tavrı nasıldı merak ettim, memleketine dönmüş ve çoğunluğun bir mensubu olabilmiş mi?
Manuel Keşişyan bu kitabın en ilginç portrelerinden biri. Çünkü o Halep’ten hiç ayrılmadı. Savaş boyunca bildiğim kadarıyla kısa süreli olarak iki kez ayrılıyor, onun da nedeni çocukları ile görüşmek. Onu Yerevan’da yakalamış olmak benim için büyük şans oldu. Bu ziyaretleri dışında Halep’ini hiç bırakmadı. Bırakılmamasını da tavsiye ediyor. Çünkü ona göre Ermeniler bugün Halep’i bırakırsa yarın Ermenistan’ı da bırakabilir.
Kalmayı tercih eden Ermeniler için de hayat zor tabii. Her ne kadar bugün savaş şehrin içinde bitmiş olsa da azınlık psikolojisi geçmişten bu yana devam etmiş. Mesela İsabel Danguryan röportajında, “Ama diyemem ki tedirgin değildik, biz hep tedirgindik. Oğluma “Araplarla çok içli dışlı olma” derdim, bir kavga çıkarsa “Karışma, kaç” derdim. Şimdi burada öyle değil, rahatız” diye anlatıyor savaş öncesi dönemi de. Bu ruh halinin kırılabileceğini, değişebileceğini öngörmekse zor.
22 söyleşi var kitapta. Çoğu da Erivan’da. Erivan’da yaşayanlarla ilgili genel izlenimin nedir? Savaş sonrası dönerler mi?
Ermenistan’a gidenlerin dönebilme olasılığı, kıta değiştirenlerden daha fazla. Avrupa’ya, Kanada’ya, Avustralya’ya giden Halepli Ermenilerin dönüş olasılığı düşük. Çünkü oralarda yeni hayatlar kurdular. En azından büyük bölümü. Yıllar geçmişken, orada yeniden inşa ettikleri düzeni bozup dönme olasılıkları, bana anlatılan, aktarılanlar doğrultusunda zor. Halep’e dönebilecek olanlar ağırlıklı olarak Lübnan’a ya da Suriye’nin farklı yerleşim bölgelerine gitmiş olanlar. Ermenistan’a gidenlerse tam ortada bulunuyor. Dönecek olanlar da var elbet. Bu kitabın içinde de yer alanlardan bazıları, oranı çok az da olsa döndü. Bu nedenle dönmeyecek olanların da olduğunu söyleyebilirim kolaylıkla. Kaybedecek neyi olduğuna, Halep’te neyi bıraktığına ve yeni düzene ne kadar uyum sağladığına göre değişiyor.
Halep Ermenileri ile Türkiye özellikle de İstanbul Ermenileri arasında ne gibi benzerlikler ya da farklılıklar var?
Benzerliklerden başlamak gerekirse, öncelikle aynı Batı Ermeni toplumundan söz ediyoruz. Bu kitabın bir yanı da bu. Soykırım olmasaydı hiçbiri Halep’te doğmamış olacaktı. Doğmaları gereken topraklar, bu kitaptakilerin anavatanları olan Antep, Urfa, Maraş, Sasun ya da Van gibi bugün Türkiye’nin sınırları içinde bulunan şehirler. Bu nedenle ortak kültür çok güçlü.
İlginç olan şeylerden biri, son kuşağa kadar Türkçe’nin de soykırım öncesindeki yerel ağızlarla korunmuş olması. Fakat genç kuşak bunun taşıyıcısı olmayacak çünkü çoğu Türkiye’deki TV kanallarını izlemiş oldukları için Türkçeyi bir İstanbullu gibi, hatta pek çoğu bir İstanbulludan da iyi konuşuyor.
Yaşam şekillerine gelirsek, Halep Ermeniler bana anlattıkları kadarıyla Halep’te daha geleneksel bir hayat sürdürüyorlardı. Türkiye her ne kadar kendini Osmanlı’nın devamı gibi görse de toplumsal doku, mahalle hayatı ve halkların yan yana yaşama pratiği, geleneği Suriye’de yaşanıyordu. Bu bir kapalılık hali de getiriyordu. Bunları geçmiş zaman olarak anlatıyorum çünkü savaş dönemi Ermeni yerleşim yerlerinin de seyrekleşmesine, sosyal dokunun değişmesine neden oldu. Bundan sonra o mahalle eski haline döner mi? Halepli Ermenilere göre dönmez. Duyduğum kadarıyla restorasyon çalışmaları başlamış olsa da, binalar tamir edilse de Halep’in eski Halep olması zor. Tıpkı başka savaş geçirmiş şehirler gibi…
Serdar Korucu hakkındaGazeteci, araştırmacı, yazar. Çeşitli televizyon kanallarının haber merkezi ve haber program bölümlerinde editör/yapımcı/danışman olarak çalıştı. Halen CNN Türk’te editörlük yapıyor. Radikal, bianet, Agos, Avlaremoz, BirGün’e haber ve röportajları, Atlas, Express, AltÜst, Taraf ve Milliyet Kitap ekinde yazıları yayımlandı. 2009’da Yabancı Gazetecilerin Gözüyle Kürt Sorunu (Güncel Yayıncılık), 2013’te Suriye Yerle Bir Olduktan Sonra (Hayata Destek Derneği), 2014’te Aris Nalcı’yla birlikte 2015’ten 50 Yıl Önce, 1915’ten 50 Yıl Sonra: 1965 (Ermeni Kültür Derneği), 2015 ve 2016’da iki ciltlik Patriklik Fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un Objektifinden 6-7 Eylül 1955 (İstos Yayınları), 2016’da Misafir (Can Yayınları) ve 2017’de Güven Gürkan Öztan ile birlikte Tutku, Değişim ve Zarafet-1950’li Yıllarda İstanbul (Doğan Kitap) adlı kitapları çıktı. İstanbul Üniversitesi’nde felsefe öğrenimi gördü. |
(HK)