‘Mimaroğlu’ (2020), ‘Blue, Revolution and VHS Tapes’ (2025), ‘Modernist: Usmanbaş’ (2025) ve çekimleri devam etmekte olan ‘ZeNistan’ filmlerinin yönetmeni Serdar Kökçeoğlu, aynı zamanda Postbellek'in de kurucusu.
“Sanat, tarih, ekoloji ve popüler kültür üzerine yoğunlaşan bir video makale (video essay) ve mini belgesel kanalı” olarak YouTube'da yayın yapan Postbellek, bugünü kavramaya çalışan alternatif bir bellek ve paylaşım pratiği yaratmayı hedefliyor.
Kökçeoğlu ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide Muslimgauze’dan yapay zekâya, video essay’den ekoloji filmlerine uzanıyor; 21. yüzyılı anlamak için neden arşivlere, sese, müziğe ve disiplinlerarası denemelere ihtiyaç duyduğumuzu birlikte tartışıyoruz.
Postbellek’i kurma fikri hangi ihtiyaçtan doğdu?
Ortağım Elif Dizdaroğlu ile beraber kurmaca dışı filmler yapmayı çok önemli buluyoruz. 20. yüzyılın politik ve işitsel radikalliklerini bu çağda hatırlamak açısından önemli. ‘Mimaroğlu’, ‘Modernist: Usmanbaş’ ve bitmek üzere olan ‘ZeNistan’ bu açıdan gevşek bir üçleme gibi.
Fakat tarihin en ciddi ekonomik krizinde film yapmak iyice zorlaştı. Orta metraj bir belgesel için bile ortalama iki yıl uğraşmanız gerekiyor. Bu esnada ülke değişiyor, dünya değişiyor, siz değişiyorsunuz, ama proje aynı. Daha hızlı, daha etkili bir yol bulmamız gerekiyordu. Bir de bizim güncelle çok ilgilenmeyen arşivciler olduğumuz şeklinde bir algı vardı.
Bugünün gerçek hikâyelerini kısa formatta anlatmak ve hemen paylaşmak için YouTube’la flörtleşmeye başladık. Muslimgauze üzerine bir film yapmak istiyorduk, ama isteğimiz, Filistin direnişçisi bu kült İngiliz müzisyeni hemen şimdi, şu anda anlatmak ve paylaşmaktı.
Anında kurgulayıp paylaşmak çok ama çok özlediğimiz bir iletişim yoluydu. Sonra isim arayışımız başladı; biraz şimdisi ve sonrası, biraz geçmiş, arşiv derken ortaya Postbellek çıktı. Anında görüntü, dedik.
‘Filistin direnişine bu çılgın müzisyeni hatırlatarak bir selam çakmak istedik’
Projenin ortaya çıkışını, buna sebep olan ihtiyaçları Türkiye’de ve dünyada kültürel üretim açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz bu işlere biraz geç girdik, şüphesiz dezavantajları var ama bir yandan da sistemle büyümedik ve sisteme teslim olmak zorunda değiliz. Bu sistem bir yandan çok heyecan verici bir yandan ise çok tartışmalı. Yıllarca uğraş film yap, sen dâhil ekipteki kimse maddi açıdan işin gerçek hakkını alamasın ve tüm beklentilerini festival başarısına daya.
Festival olmadı mı? Birkaç ay sonra bir başkasına yolla... Ne oldu, film eskimeye başladı. Sonra festival süreci bir şekilde geçti diyelim filmi paralı platformlara ver ya da Vimeo şifresi ardında saklayıp turşusunu kur.
Şunu artık kabul edelim, filmlerimizi kitlelerle buluşturmak istemiyoruz. ‘Mimaroğlu’ ve sonrasında festivallerde gezen veya festival bekleyen filmlerimi merak eden bir sürü güzel mesaj aldım. Bütün bunlar birikti ve farklı bir üretim ve paylaşma pratiğini zorunlu kıldı. ‘Muslimgauze’ filmi yapalım ve şu dönemde dünyayla paylaşalım dedik.
Böylece Elif Dizdaroğlu ile geliştirdiğimiz projeyi, çok beğendiğimiz genç yönetmen Sühan Lalettayin’a götürdük, Murat Güneş’in danışmanlığında proje hayata geçti. Çevrimiçi olduktan sonra pek çok ülkeden yazanlar oldu, bu müthiş bir şey. Filistin direnişine bu çılgın müzisyeni hatırlatarak bir selam çakmak istedik. Ve fakat festivalcilik ve filmlerin az biraz izlenip ortadan kaybolması meselesini daha çok konuşmalıyız.
İçinden geçtiğimiz dönemde politik, ekonomik ve toplumsal koşullar film üretme pratiklerini sizce nasıl dönüştürüyor? Anlatı ölçeği, süre ve üretim temposu açısından nasıl bir yeniden düşünme söz konusu?
Film yapmak devlet desteklerine, fonlara ve sponsorlara bağlı. Her ne kadar küçük ekiple çalışıyorum deseniz de bazen işte o küçük ekip herkesin daha çok yorulduğu bir düzeni çağrıştırabiliyor. Kurmaca ayrı bir âlem ve sorunsal, ben kurmaca dışı için konuşayım.
Bence biraz video sanatçıları gibi çalışmamız, tek başına birçok şeyi yapmayı öğrenmemiz lazım. Harun Farocki’yi analım, filmlere kurguda başlayalım. Bu nedenle arşivler, buluntu malzemeler ve makale film, masaüstü filmleri daha çok ciddiye almalıyız.
Sadece para değil mesele, destekler sansürü ve otosansürü zorunlu kılıyor. Kısa filmciler bile bu açıdan bağımsız olmayabiliyor. Ece Ayhan’ı analım, atımızdan inmeden ‘bir şeyler yapmaya’ alışmalıyız. Yenilikçi filmler yaparken yeni süreler ve üretim paylaşım yöntemleri de bulmalıyız. Yapay zekâ can sıkıcı ve ekoloji düşmanı ama bazen de çevreye zarar veren bir set kurmaktan daha masum. Biz onu kullanacak yeni yöntemler bulabiliriz.
Dikey filmler şu an çok ticari ama her yeniliği ticarileşti diye kenara atmadan önce, ‘ben bununla ne yapabilirim’ diye düşünmek lazım. Bu nedenle Belçikalı yapay zekâ ajansı Turboslow’la tarihi yapay zekâ filmleri yapmaya başladık ve ilk işbirliğini tarihçi Emre Aracı ile gerçekleştirdik. Yoksa Osmanlı dekoru kuracak ne paramız ne de imkânlarımız vardı. Denemek lazım. Yaşlı sinemacılar gençlerden daha çok risk alıyor (gülüyor).
"Bu garip dönemi anlamaya çalışıyoruz"
Postbellek "sanat, tarih, ekoloji ve popüler kültürü birlikte düşünen bir video makale ve mini belgesel kanalı" olarak konumlanıyor. Disiplinlerarası bu yaklaşım, bugünü kavrama çabasına nasıl bir katkı sunuyor?
Sanat, ekoloji, yapay zekâ, popüler kültür, altkültür, hattâ arşiv gibi pek bir arada bulunmayan konu, tema ve araçlarımız ve hemen hepsini birleştiren güçlü bir çıkış noktamız var: Bugünü, 21. yüzyılda yaşadığımız bu garip dönemi anlamaya çalışıyoruz.
Teknoloji, yeni zenginler, orta sınıfın çöküşü, dijital yalnızlık, sanatın nostaljinin ötesine gidememesi, geleceğe dair hayallerin tükenişi… Gündelik siyasetin dışına çıkıp biraz olan bitene bakmak lazım, bu nedenle ‘gündelik hayatın sosyolojisi’ çok ilgimi çekiyor. Tabii ki her şey politik ve kendi halinde bir filmle de başınız derde girebilir.
"Dijital kültürün karmaşasında 21. yüzyılı anlamaya yönelik bir görsel-işitsel hafıza” oluşturma fikrinden bahseder misiniz? Postbellek'in bellek ve arşiv kavramlarına yaklaşımı nedir?
Hem Elif Dizdaroğlu’yla hem de ekipçe yaptığımız arşiv filmlerinde daima 20. yüzyılda bulduklarımızı - bugüne bakarak yaptığımız fikrini aklımızda tutuyoruz.
Bugünden arşivlere bakmak, arşivlerden bugünlere bakmak… Bir sözü çok seviyorum; 20. yüzyılda günü anlamak için bilimkurguya ihtiyaç duyduğumuzu, bugün ise zamanın hızına paralel olarak geçmişin, arşivlerin zamanı anlamaya daha çok yardımcı olduğunu söylüyordu.
Karikatürist Latif Demirci’nin enfes bir mektup arşivi var. Yasemin Demirci’nin yapım desteğiyle bu arşivi PostArşiv bölümüne belgesel yapacağız ama bir yandan da sanatçı-hayran ilişkisinde mektuplardan DM’e uzanan yolu inceleyeceğiz. Yönetmenliğini öğrencim olan sosyoloji ve film kökenli Yağmur Canpolat üstlenecek.
Klasik belgesel anlatısından uzaklaşıp yaratıcı belgesel ile video essay arasında dolaşan bir form tercih ediliyor. Bu melez yapının düşünce üretimi açısından avantajları/dezavantajları nelerdir?
İlk kısa belgeselimden beri klasik olmayan yollar arıyorum. Klasik belgesel biraz televizyon çağında kalmalı. Sinemacı, sanatçı belgeselleri yapmanın tam zamanı.
Bu yaklaşımı YouTube’un deneysel bir mecra olduğu gerçeğiyle birleştirmek istiyoruz. Video essay/video makale bana iki açıdan çekici geliyor.
Masaüstü filmciliği ucuz, sömürüsü az ve imajlarla düşünme imkânı veriyor. Kurmaca dışı çalışmak biraz ses ve imajlarla metin oluşturmak demek. Dezavantajı ne olabilir? Çok çılgın bir şey yaptığınızı sanarken ortaya garip bir şey çıkabilir. John Cage hep omzumdan izleyen melek gibidir; denemek, tüm risklerine rağmen denememekten daha yaratıcıdır.
Peki YouTube merkezli bir dolaşım alanı estetik tercihleri ve anlatı ritmini nasıl etkiliyor sizce? Bu alanla kurulan ilişki, bağımsızlık ve erişilebilirlik tartışmalarını nasıl dönüştürüyor?
21. yüzyılın sineması, dili, üslubu nedir, nelerdir, neler olmalıdır? konusu üzerine beraber çalıştığım sinemacılarla, ayrıca Hasan Cem Çal, Yasemin Demirci, Ahmet Gürata gibi isimlerle çok kafa yoruyoruz. Böyle işleri denemek için iyi bir mecra. Karşımızda “Bu ne şimdi?” diyecek bir jüri yok, gülüyor. Ritim önemli tabii, 9-12 dakika içinde anlatmaya çalışıyoruz ama uzayıp kısalabilir bu süre. Algoritma oyunlarıyla değil de ilgi çekici konularla dikkat çekmek bana daha doğru geliyor.
Postbellek’in ilk projelerinden biri, 90'lardaki vefatına kadar Filistin mücadelesine deneysel elektronik müziğiyle katkıda bulunan İngiliz müzisyen Muslimgauze hakkında. Müzik, politika ve kültürel hafıza arasında güçlü bir bağ kuran belgesel üzerinden hangi tür bir hatırlama biçimi öneriliyor? Bu bağlamda benzer başka projeleriniz de olacak mı?
Müzik ve ses üzerine filmler yapmayı çok önemsiyorum. Kendimi biraz müziğin hikâye anlatıcısı gibi hissediyorum. Fikri ve yapımı bana ait ama bu projenin Sühan Lalettayin’in tarzıyla, Elif Dizdaroğlu ve Murat Güneş’in yaklaşımıyla birleşmesini istedim.
Muslimgauze’u tabii ki bilen biliyor, bu yüzden çok izleniyor ama bilmeyenler için hatırlatmak bu dönemde önemliydi. Filistin meselesi bir grubun, bir inanışın meselesi değil sadece, bu kirli dünyada nefes alan herkesin meselesi. Bu bağlamda bir başka Muslimgauze bulmak kolay değil ama benzer projelerimiz olacak. Şimdilik kim olduğunu söyleyemiyorum, tartışmalı ama politik açıdan önemli bir edebiyatçıya dair bir süredir masaüstünde olan bir projenin kısaltılmış hâlinin Postbellek’ten gösterilme ihtimali var.
Çevrimiçi olan bir diğer belgesel ‘Sultanın Orgu’ ile birlikte yapay zekâ, tarihsel anlatının kurucu bir unsuru hâline geliyor. Sizden hem projenin detaylarını öğrenelim hem de yapay zekânın belgesel anlatıda kullanımının temsil ve hakikat tartışmalarını olan etkisine nasıl baktığınızı merak ediyorum.
Bugünün dünyasında anmak istediğim, tartışma alanı açacağına inandığım olaylar var. Ben ilk defa pandemi döneminde ciddi olarak Osmanlı tarihi üzerine okumalar yaptım, ama hep doğru kaynaklar arayarak. Emre Aracı müthiş bir tarihçi ve onun müzikal tarih öykülerini çok seviyorum.
Osmanlı’ya orgun gelişine ve parçalanışına dair öykü mesela çok ilginç, çok güncel. Bunu ancak yapay zekâ ile anlatabilirdik. Atıl Altaş ve ajansı sayesinde hayata geçti.
Diğer sorunuza gelirsek, klasik bir belgeselci olmadığım için temsil ve hakikat konularında, belgeseli biraz gerçeklerden yola çıkan bir hikâye anlatma türü olarak görüyorum. Yapay zekâ hem büyüleyici hem de çöplük. Yani bizimkisinde yapay zekâ ve iyi bir tarihçinin anlatımının birleşmesiyle proje ayakları yere basan bir hâl aldı. Şimdi bir de Bülent Arel’in 60’lı yıllarda ODTÜ’de elektronik müzik stüdyosu kurma çabasını anlatan bir yapay zekâ filmi yapmak istiyoruz. Hiç ama hiç kolay olmayacak.
PostEko ve Gelecek Projeler

Modifiye araba kültürünü ele alan yeni bir belgesel çalışmanız da var. Çoğu zaman periferide kalan pratiklere yönelmek, Postbellek’in kültürel ve toplumsal bakışı açısından nasıl okunmalı?
Bugünü anlama çabasının bir parçası hepsi. Bu açıdan Elif Dizdaroğlu’nun, geç kapitalizmin popüler kültür ürünü Labubu bebekleri üzerine hazırlayacağı belgesel de bir alt kültür grubu gibi algılanan modifiye arabacılar kadar değerli bizim için.
Çisel Karacebe bu kültürü sesleriyle inceleyen bir sosyolog. Onun ve benim yapımcılığımda gerçekleşti bu proje ve yönetmenliğini Yağmur Canpolat üstlendi. Bakarsanız aramız araba kullanmakla bile iyi değil ama o dünyayı incelemek bizim için önemliydi.
Kimine göre delilik, kimine göre suç, bana sorarsanız da hızıyla, tutkusuyla, sınıfsal yönleriyle bu çağa dair bir şeyler söylüyor. Bir düşünce alanı yaratmaya çalışıyoruz, bu açıdan popüler veya underground gibi etiketler çok önemli olmuyor. Çağa dair düşünce alanı açmak kıymetli.
PostEko’nun kısa ekoloji filmleriyle müziğe ve sese bir katman daha ekliyorsunuz. Burada nasıl işler göreceğiz?
İnsan dışı canlılar üzerine çalışan sanatçı ve araştırmacılarla başlıyoruz. Hattâ ilk olarak bitki resimleri ve hayvanlara yazılan şiirlerle başlayacağız. Bu bölümü sinemada ekolojik bir yaklaşımı benimseyen Levent Çetin, danışmanlığını ise aktivist ve akademisyen Ayça Yüksel üstleniyor. Kısa ve dikey videolarla ilerleyecek; lafı uzatmayan, insan dışı canlılara eğilen bir bölüm PostEko.
2026 yılında yeşil setler meselesini ele alacağız. Yapay zekâ mı, gerçek setler mi çevreye daha çok zarar veriyor konusunu inceleyeceğimiz başlıklardan biri. Bunun için çok heyecanlıyım.
Önümüzdeki dönemde Postbellek’te hangi temaların ya da anlatı biçimlerinin ağırlık kazanması bekleniyor?
Gündüz Vassaf’ın ‘İstanbul Kedileri’ yayında, yönetmen dostumuz Levent Türkan çekti. Kediler de tüm canlılar gibi ön planda olacak. Hazal Bayar, Hasan Cem Çal’ın korkunç ilham verici ‘21. Yüzyıl İndeksi’ çalışmasını video essay yapıyor.
Başka neler var? Derviş Zaim’den söz aldık, 30 yıl sonra ‘Tabutta Rövaşata’ setleri gezeceğiz. Değerli müzisyen İpek Görgün’le görüşüyoruz. Bir de benim bir kitap programı fikrim var, 21. yüzyıl kitaplığı diye, onu da Elif Dizdaroğlu çekecek.
Postbellek benim ve çok yakın birkaç arkadaşımın desteğiyle kuruldu ve uzun soluklu olması için her türlü işbirliğine açığız.
Ocak ayında bir sahne oyununda yer alacak videoları çekeceğiz. Yaz aylarında ise büyük bir serginin çekim işlerini aldık. Tarzımızı ve bakışımızı kendi konularımızın dışına da taşımak istiyoruz. Çok teşekkürler.
Postbellek’i ziyaret etmek için tıklayınız.
(BG/EMK)







