İlkokul tıfıllığından ortaokul fırlamalığına geçtiğim yıllarda Şili'de askeri darbe olduğunu hayal meyal biliyordum. 15 yaş denilen özgürlüğe bir yıl kala, 76 ağustosunda, darbede bakanlığından olan Orlando Letelier diye bir adamın, Nation diye bir dergiye yazdıklarından hele, nasıl haberim olabilirdi? Çok çok sonra öğrendim ki Allende'nin önce dışişleri sonra savunma bakanı Letelier o günlerde artık sabrını tamamen kaybedip, darbeyi ve darbecileri eleştiri yağmuruna tutarken iş "serbest piyasa"ya gelince sus pus olanlara işte o dergide oklarını fırlatmıştı. Letelier'nin o yazısı çıktıktan bir ay sonra, otomobiline konan bombanın patlamasıyla Washington'da hayatını kaybettiğini de o günlerde elbette bilemezdim.
Yıllar yılları izliyor, zaman nasıl akıp da geçiyordu. Serbest piyasa bize de akşam yemeğine geldi, ama yatıya kalmak için ev sahibini öldürmesine gerek kalmadı. Ev sahibiyle çoktan anlaşmıştı. Evde kalanlardan epeyce bir öldürüp sakatladıktan, kanları güzelce temizledikten sonra günün ilk ışıklarıyla birlikte yeni perdeleri araladı, mahalleliye gülümsedi.
" Daha iyi yaşayan ve kıskanılan adam"
Bugünlerde yaşları 12'yle 18 arasında değişen ortaokullu ve liseliler, 25 Eylül 2003 günü ABD'de biri tarafından yapılan tarihi bir açıklamanın önemi üzerine belki yıllar sonra düşünecektir. Bu adı tamamen önemsiz sözcü tarafından o gün açıklandı ki Levi's'ın ABD sınırları içindeki son iki fabrikası (San Antonio şehrinde) önümüzdeki altı ay zarfında kapanacaktır. Kanada'daki üç fabrika da.. Bu beş fabrikanın kapanmasıyla 1980 şirket çalışanı kapının önüne konacak. Levi's, bizim bir zamanlar sihirli Livaysımız, artık sadece Kuzey Amerika dışında, en çok da Asya ve Güney Amerika'daki fason üretim tesislerinde üretilecek.
Kaderin oyununa bak! Bir zengin ülkenin, üretim gibi "banal" bir işi kendi fakirleri yerine yabancı fakirlere yaptırmasında nasıl bir keramet vardır? Nüfus cüzdanında aynı bayrağın resmini taşıyan, seçimde aynı sandığa oy atan, her sabah aynı gökyüzüne bakan insanların bir bölümünün diğer bir bölümü göz göre göre üretimin ve dolayısıyla hayatın dışına itmesi, dünyanın bambaşka yerlerinde yaşayan bambaşka insanlara istihdam sağlaması kimin takdiridir? Ama o yapyabancı insanların da homurdanmadan çalışmaya devam etmesi, ücret zammı, sosyal hak gibi demode lafları ağzına almaması için o diyarlarda, oraların ev sahipleri aracılığıyla sürekli bir baskı oluşturması?
Bugünkü neokonservatif Beyaz Saray politikalarının ilham kaynağı " Project for the New American Century" nin yöneticisi William Kristol'ın yayın yönetmeni olduğu Weekly Standard'daki "Avrupa Tatili" başlıklı makalesinde Irwin M. Stelzer, "Avrupalılar kıskançlık içinde, neden biz Amerikalıların hep daha iyisine sahip olduğumuzu soruyor" diyor. Cevabı da anında yapıştırıyor: "Biz daha çok çalışırken onlar tatil yapıyor çünkü." 16 Eylül 2003 tarihli makalede aradaki farkı özetlerken, "İtalyanlar yılda 42, Fransızlar 37, Almanlar ise 35 gün tatil yapıyorlar" diyor. "Biz ise sadece 14 - 16 gün tatil yapıyoruz." Sonra hızını alamayıp çalışma saatlerine giriyor. "Biz Amerikalılar haftada 49 saat çalışıyoruz. Avrupalılar ise bir yılda bizden toplam 350 saat daha az çalışıyorlar.." Gelir dağılımındaki eşitsizlik konusunda ise kendi kendine savunmaya geçip, Economist dergisinin Harvard öğrencileri arasında yaptığı bir ankete işaret ediyor. Ankette, eğer başkaları onların yarısı kadar kazanacaksa öğrencilerin yılda 50 bin dolar kazanmayı, başkaları onların iki katı kazanacaksa 100 bin dolar kazanmaya tercih ettikleri ortaya çıkmış.
ABD Çalışma Bakanlığı bünyesindeki "Bureau of Labour Statistics" e göre 2001 sonu itibarıyla ABD'de ortalama saat ücreti 16.35 dolar
Levi's'ın geçen yıl da altısı ABD'de olmak üzere sekiz fabrikasını (biri 1906'dan beri üretimde olan San Fransisco Valencia Street fabrikası) kapatmasıyla 4,200 kişi işinden olmuştu. 2.3 milyar dolar borcu olan şirketin azami 11 dolar saat ücretiyle çalışan işçilerinden 26 yıllık Levi's çalışanı 45 yaşındaki Maria Fernandez, "Böyle bir iş bulmamız imkânsız" diyor.
Levi's, ülke genelindeki 16.35'in de altında, 11 dolar saat ücretiyle işçi çalıştırdığı halde işgücü maliyetlerine dayanamıyor, işçilerini kapının önüne koyuyor. Steven Greenhouse'un 13 Eylül 2003 tarihli New York Times haberine göre son üç yıl içinde imalat sektöründe çalışan 2.7 milyon Amerikan vatandaşı, büyük ölçüde ithalat (ucuz ithal ürünler) nedeniyle işini kaybetmiş.
Aklıevvele göre çözüm reklam
Bir daha düşünelim. 1970'lerde bavul ticaretiyle kaçak dünya turuna çıkan Amerikan imalatı blucin sevgilimiz olmuştu. 24 Ocak ve 12 Eylül 1980 ayarlamalarından sonra adım adım oluşturulan serbest piyasanın ilk uygulamalarıyla o ve diğer yabancı ürünler serbestçe ve bolca raflara düştü. Sonra Levi's Türkiye dahil birçok ülkede üretilir oldu, sadece etiketini Amerikan şirketi bastı. Sonra Türkiye dahil birçok ülkede bu işin daha ucuza yapılabiliyor olması ABD'deki fabrikaların teker teker kapanmasına, binlerce insanın işsiz kalmasına yol açtı. Şimdi Türkiye'de de tekstil daha düşük işgücü maliyetli Asya üretimi karşısında zor durumda. Bir yandan da zengin ülkelerin "serbest" koruyucu gümrük duvarlarıyla yıllardır boğuşması sürüyor. Ne oluyor? İşler daha ucuz üretime kaydıkça, zengin ya da orta halli ülkelerde emek - başkaları aynısını daha ucuza sağladığı için - değer kaybederken, işsizlik artarken.
28 Eylül 2003 tarihli "Milliyet Business"da yayınlanan "Türk markaları rekabete dayanabilecek mi?" başlıklı makalede deniyor ki, "Türk yatırımcılar dünyayla rekabet edebilmek için herşeyden önce kendi ülkelerinde ürünlerini 7 gün 24 saat yaşatmak, tüketiciyle buluşabilecekleri her noktada anlamlı mesajlar iletmek, teksesli ve tutarlı bir biçimde canlı olduğunu göstermek zorundalar.. Markaların insanlar gibi seslerini duyurmaya ve müşterilerine sürekli bir biçimde onları önemsediğini belirtmeye ihtiyacı olduğunu unutmamak gerekiyor.." Soldan bir Procter&Gamble, sağdan ise bir Unilever "haberi"yle çevrili makalenin ana fikri şu: "Türkler ayakta kalabilmekl için daha fazla reklam yapmak zorundalar."
Peki ama, mesela şu Levi's'ın "marka değeri"nde son zamanlarda öyle önemli bir kayıp yok. Daha fazla reklam onlara rekabet gücü sağlamayacak belli ki. Adamların marka değeri 2002'de 3.45 milyar dolarmış, 2003'de 3.30 milyar dolar. Bu marka, Busines Week'in "En değerli markalar" listesinde dünyadaki tüm markalar arasında 77. sırada yer alıyor. Ama gene de rekabet edemiyor işte. Rekabet etmek için, daha çok reklam yapmıyor, üretimi topraklarından söküp atıyor, fason yaptırıyor.
Ne oluyor? Birincisi aynı iş dil sorunu yüzünden mesela Hintlilere daha ucuza nasıl olsa yaptırılamayacağından, ikincisi de reklam paraları fason üreticilerden değil de markalı sömürücülerden geldiği için, gazeteciler bu emek, üretim, rekabet işlerine emekçi gözlüğüyle bakmakta güçlük mü çekiyor? Bu onlara ayıp, banal ya da küçük düşürücü mü geliyor? İnsan kaynakları eklerinde, "Aman ücretinizden şikayet etmeyin, işinizi korumaya bakın" manşeti atmalar, her gazetenin bir gönüllü reklam eleştirmeni/abisi olması, Milliyet Business'da olduğu gibi "daha fazla reklam yapmayan batar" mesajlı propaganda yazılarından bolca kaleme alınması, bütün bu görüntü, bu yüzden mi?
Ama kurgulanan görüntü ne olursa olsun gerçeğin görüntüsü giderek çirkinleşiyor. Serbest piyasacı - koruma duvarcı - tensikatçı (tensikat = toplu işten çıkarma) zengin adam, zenginliğinin tüm yöntemlere karşı tehdit altında olduğunu hissettiğinde "politik rakiplere şiddet uygulamak, darbeyle hükümet değiştirmek meşrudur" diyor, bunlar bile yetmeyince de, "enerji kaynakları ve gelişen pazarlar, uçaklar ve tankların yüce gücü adına benimdir" deyip muharebeye çıkıyor. "Çok ileri giderlerse sıra, ucuz mal üreten ekonomik rakiplerime gelir" diye de ekliyor.
Bugünlerde muharebe meydanında onun yanında, "eşit ortak" olarak saf tutmamız savunulduğuna göre biz de artık yeterince "zenginleşmiş" olmalıyız. Ama o halde bizim de, reklama daha fazla bütçe ayırmak falan yerine, fabrikaları kapatıp üretimi ucuz işgücü cennetlerine kaydırmamızın zamanı geldi demektir. Bu arada dünyanın geri kalanı da "Nasıl oluyor da Türkler hep daha iyisine sahip oluyor?" diye sorup kıskanabilir. (ŞA/EK)