İrfan korktu... Polisler de "dur" diye seslendiler. İrfan iyice panikledi. Kaçmaya başladı. Oysa kolunun altındaki pakette (sık sık toplatılsa da) piyasada serbestçe satılabilen bir haftalık gazete vardı.
Alibeyköy'deki Afrika
Polisler fırladılar araçtan... İrfan önde, onlardan ikisi arkada "ölümcül" bir koşu başlamıştı.
Alibeyköy sırtları, Afrika'nın Serengeti düzlüğü olmuştu... Ceylan önde, yırtıcı avcılar arkada yokuş yukarı çıkıyorlardı. Ceylan, gençliğin verdiği dinamizmle ve can korkusuyla kaçıyordu. Avcılar yetişemeyeceklerini anladılar. Durdular, biri diz çöküp nişan aldı. Silahını tek el ateşledi, İrfan olduğu yere düştü. Bütün mahalle izliyordu... Tıpkı Serengeti'deki zebralar, antiloplar, ceylanlar, impalalar gibi... Bir akrabalarının aslanlar, leoparlar, sırtlarlar veya vahşi köpekler tarafından parçalanışını izledikleri gibi...
Tek kurşunla efendim
İrfan Ağdaş koltuk altından yaralanmıştı.
Yargılamanın ilk duruşmalarında polis memuru Abdurrahman Yolcu'nun hakime anlattıkları, olayı okurun gözünde canlandırmayı hedefleyen yukarıdaki satırları doğrular nitelikteydi:
" Yanına geldim, nereden vuruldun dedim. Kolumdan abi dedi."
"Yani hafif yaralıydı?"
" Evet efendim hafif yaralıydı!"
Bu konuşmalar sanık polislerle duruşma yargıcı arasında geçiyordu. İrfan Ağdaş'ın otopsi raporlarında açık olarak yazıyordu ki: Koltuk altından bir ve kalbinin üzerinden bir adet olmak üzere iki kurşun yarası var!
Olay yeri ile hastane arası belediye otobüsüyle bile 20 dakikada alınabilirken, "yaralı bir ceylan" olan İrfan Ağdaş'ı polisler bir buçuk saat sonra hastaneye bırakmışlardı. Tabii ölmüş olarak.
Polis memur Abdurrahman Yolcu'nun konuştuğu, durumunun iyi olduğunu söyledi İrfan'ın kalbinin üzerindeki kurşun yarasının nasıl oluştuğu mahkemede izah edilemedi .
Terör Şubesi
O gün sanık polisler ilk duruşmaya geleceklerdi. Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesi, olağanüstü bir gün yaşıyordu. Mahkeme Başkanı iki gün önce izine ayrılmıştı. Yerine bakacak olan heyetin başkanı da duruşma sabahı aniden sağlık raporu alarak Eyüp Adliyesi'nden uzaklaşmıştı.
Mahkeme heyeti oluşturulamıyordu. Sonunda saat 11.00'e doğru bir mahkeme heyeti toplanabiliyordu. Eyüp Adliyesi'nde sanki Terörle Mücadele Şubesi'nin "birlik dayanışma" günü vardı... Adliye binası, bahçesi, çevresi, koridorları ve duruşma salonu polisler tarafından "ilgi işgaline" uğramıştı.
Polisler mahkemelere ya hiç gelmiyorlardı ya da böyle topluca geliyorlardı. Duruşma salonunda dayanışmacı polislerden davayı izleyen gazetecilere yer kalmamıştı. Yasak olmasına karşın, "Terörcüler" bellerinde silahlarıyla adaletin huzuruna çıkıyorlardı.
Terörle Mücadele Şubesi memurları kendilerinden böyle söz ediyorlardı. Hatta sanık polislerin avukatı İhlami Yelekçi , telsiz kayıtlarıyla ilgili konuşurken şöyle diyordu:
"Efendim, terör şubesinin telsiz kayıtları dinlensin..."
Emniyet birimlerinde Terörle Mücadele Şubesi'nin kısa telaffuzu "Terör Şubesi" haline gelmişti.
Sanık polis memurlarının duruşmaya geldikleri tek duruşmada İrfan Ağdaş'ın avukatları "tutuklama" istediler.
Deneyimli hakim , olağan yazışmalar için zabıt katibine monoton cümlelerle klasik metni yazdırdı. Sonra "Tutuklama talebine gelinceee..." diyerek durdu. Kendisini yiyecekmiş gibi bakan sivil polis ordusuna göz göze geldi. Başını öne eğdi , utangaç bir ses tonuyla fısıldadı:
"Bu aşamada, tutuklama isteminin reddine..."
Polisler hiç tutuklanmadılar... Yargılama uzadıkça uzadı... İrfan'ın öldürülmesinin (13 Mayıs 1996) beşinci yıldönümü yaklaşırken 2 Nisan 2001 Pazartesi günü dava sonuçlandı .
Mahkeme kaçan bir çocuğun arkasından ateş eden polisleri "Meşru müdafaa sınırları içinde suç işlediklerine " (insan öldürdüklerine) karar vermişti. Abdurrahman Yolcu, Birol Mıdır ve Aytekin Kayhan beraat ettiler.
Adalet, Afrika steplerinde bile bu kadar "zalim" olamıyordu. Doğada yırtıcılar, daha çok hasta ve yaşlı antilopları, zebraları, ceylanları parçalayabiliyorlardı. En ilkel doğal denge kuralı bile gençlere yaşam hakkı tanıyordu.
İrfan Ağdaş Alibeyköy yerine, Afrika'nın en tehlikeli steplerinde elini kolunu sallayarak dolaşsaydı, gençlik kontenjanından hayatta kalabilirdi.
Bizdeki "avcıların" kitaplarında ise gençlerin hiç şansları yok !