DESA, dünya ölçüsünde büyük markalara üretim yapan bir fabrika. Büyük şehirlerde mağazaları var, çanta, ayakkabı, deri kemerler orada asgari ücretten daha yüksek bir fiyata satılıyor. Düzce Organize Sanayi Bölgesi'nde bulunan, kadınların ağırlıklı çalıştığı fabrikada sendikalaştıkları için 41 işçi işten çıkarıldı, işçiler direnişlerini hâlâ sürdürüyorlar. Petrol İş Kadın Dergisi direnişteki kadınlarla görüştü.
Sizi tanıyalım önce, DESA'da ne zamandan beri çalışıyorsunuz, evlisiniz, kaç çocuğunuz var, kaç yaşında çalışmaya başladınız?
İsmim Dilek Aktürk, 16 yaşında çalışmaya başladım, şu anda 24 yaşındayım. Tekstilde başladım, eşimle de tekstil firmasında tanıştım. Önce nişanlandık, sonra evlendik, eşimle hep birlikte çalıştık. Kadınlar bazı meseleleri aşmak zorundalar, evde oturarak bir şey olmuyor. Şu an hamileyim, çocuğumu doğurduktan sonra da çalışmak istiyorum.
DESA'ya ne zaman girdiniz, ücret düzeyiniz neydi?
Düzce'deki DESA'ya açılır açılmaz, yani iki sene önce girdim. Önce eşim, daha sonra da ben girdim. Gece gündüz, sürekli çalışıyordum. Kızıma orada çalışırken hamile kalmıştım, altı, yedi aylık hamileydim, gece saat 12'ye kadar çalışmak zorunda kalıyordum. Asgari ücret alıyorduk, hatta ilk girdiğinde asgari ücretten de düşüktü ücretim.
Sendikalaşma çalışmaları nasıl başladı?
Eşimle beraber DESA'da bir buçuk sene çalıştım. Eşim çalışıyor, ben çalışıyorum, yeni evliyiz.
O dönemde kaynanamla birlikte oturuyorduk, başka gelirimiz yoktu, sadece bizim çalışmamızla ev geçiniyordu kimi zamanlar, ikimiz de asgari ücret alıyorduk ve hiçbir şeye yetmiyordu.
Ben doğum iznine ayrılacaktım, eşimin aldığı bize yetmeyecekti. O arada eşim iş aramaya başladı, sendikalı işyerlerine başvurdu.
Petrol-İş Sendikası'nın örgütlü olduğu Süperlas'a girdi. Eşim sendikalı bir işyerine girince ben dc sendikalı olmanın ne olduğunu, avantajlarını öğrendim. Sonra düşündüm, niye biz de sendikalı olmayalım dedim, işyerinde arkadaşlarıma da anlattım, şartlar zaten o kadar bunaltıyordu ki bizi, zorunlu mesailer, ciddi baskılar. Orada gerçekten de haklarımızı savunacak sendikaya ihtiyaç vardı. Bali kokluyorduk, öğleden sonraları başımız dönmeye başlıyordu. Sağlığımız tehdit altındaydı. Sıkıştıklarında "kapı orada" derlerdi insanlara.
Eşime danıştım, gerekli kişilerle konuştuk Petrol-İş'ten doğru bağlantı kurduk ve Deri-İş Sendikası'nı bulduk.
Bu arada ben sizin Petrol-İş Kadın Dergisi'ni de izliyorum, temsilci eşine destek olan bir erkek vardı, onu okudum mesela çok hoşuma gitti.
Kadın işçi sayısı ne kadardı ve içeride ne tür iş yapıyorlardı?
Kadın ağırlıklıydı. Örneğin 600 kişi varsa 450'si kadındı. Makinecisi, boyacısı, çantacısı var, erkeklerin yaptığı her işi biz de yapıyorduk.
Sizce kadınlar neden daha fazlaydı?
Kadınlar evine destek amaçlı çalışıyorlar, düşük ücrete razılar, mesela 'asgari ücret' bana yeter' diyorlar. Ondan kadınları tercih ediyorlardı.
Bir de kaanatkârlar, ayrıca 30 yaşın üstünde kadınları da işe alıyorlardı. Onlar 'yaşım geçti, 400 dc alsam yeter' diyorlardı.
İnsanlara sendikayı anlatmak çok zor oldu ilk başta. Ama anlayan, kafası yatan bize katıldı. Hep beraber yola koyulduk.
Siz ilk çekirdek örgütlenme içindesiniz yani?
Evet, ilk ben harekete geçtim, bana "elebaşı" diyorlardı. Çok şey yapmak istiyordum. Daha fazla katılmak, nöbet tutmak falan.
Ama evde bir buçuk yaşında çocuğum var, aynı zamanda hamileyim, çok zorlanıyorum şu anda. Evde bile zorlanıyorum.
Bir buçuk yaşındaki çocukla uğraşmak da zordur, değil mi?
Çocuğumla birlikte fabrikanın önüne defalarca gittim. Sendikanın ne olduğunu insanlar bilmiyor, büyüklerimiz, babalarımız, annelerimiz, amcalarımız da bilmedikleri için gelecek neslin de önünü kesiyorlar. 'Önünüze ne gelirse şükredin' diyorlar.
Biz insanlara sendikayı anlatalım, onları bilinçlendirelim istedik. Düzce'de bu bir öncülüktü.
Hak mücadelesini, karnınızdaki bebeğe veya bir buçuk yaşındaki kızınızın sırtına yüklemek istemediniz yani?
Evet, onlar da ileride benim gibi çalışmak isteyecekler belki. Gelecekte onların da benim gibi sürünmesini istemiyorum. Bilinçlensinler, ezilmesinler, sendikanın ne olduğunu bilsinler istiyorum. Gerçekten de gördüm ben, sendikalı olmanın çok avantajları var. Sendikanın girmesiyle birçok şeyi öğrendik ve öğrendiğimiz için de kapı dışarı konulduk.
Ne gerekçe ileri sürüyorlar ve size nasıl bildirdiler?
DESA'nın Halkla İlişkiler Müdürü, Hamdi Paramyok'la bir konuşmam oldu. Bana huzursuzluk yarattığımı söyledi. "Çok ivi çalışıyorum, herkes beni sever, ustamla da aram çok iyi" dedim. "Huzursuzlukla alakası yok, ben niçin çağrıldığımı biliyorum" dedim. "Peki neden böyle bir şeye gerek duydun?" diye sordu.
"Eşimle birlikte gece gündüz çalıştım, ama bir aile geçindiremedik, ayrıca bizim çocuğumuz da var, onun pek çok ihtiyacı var. İki kişi de olsak yetiştiremiyoruz. Bunları aşmak için sendikaya başvurdum, pişman da değilim" dedim.
"Öyleyse size çıkış, tazminat vs. bir şey vermemize gerek yok, gerekli yerlere başvurursunuz herhalde" diye cevap verdi.
"Evet" dedim. Karşısına bilinçli ve ne istediğini söyleyen biri çıkınca o da şaşırdı. Sadece ücret değil, pek çok şikayetimiz vardı, o nedenle sendikaya başvurmuştuk zaten.
Kadın olarak özel baskı hissettiniz mi peki?
İşimi çok güzel yapıyordum, ama asgari ücret alıyordum. Müdürüme "ücretim yükselsin" diyordum dinlemiyorlardı.
"Doğum iznine ayrılacaksın, döndükten sonra arttırırız ücretini" demişlerdi bana. Fabrikada makine bölümü açıldığında ilk makineci olarak ben geçmiştim oraya, bana "bir numaralı elemanımız sensin" diyorlardı.
O kadar iyi olduğum halde neden en düşük maaşla çalışıyordum? İzinden döndüğümde mesailere kalmak istemiyordum, çocuğum dört aylıktı çok küçüktü, beni sorunlu bir işçi olarak görmeye başladılar.
Çocuğu olanlar dörtte filan çıkıyorlar ya, ben altı buçukta çıkamıyordum, 8'de çıkamıyordum, gece 10 ya da ll'de işten çıkıyor, 12'de evde oluyordum...
"Mesaiye kalmamayım ben, çocuğum var" deyince bir gün, "Dilek, kapı orada işine gelirse" dediler.
Bir numaralı işçiydim güya, bana "kapıdan giren yeni herhangi bir insan seninle aynı durumda" dedi.
Çok gücüme gitti. Oysa haklarım vardı, biliyordum. Birçok arkadaşımla konuştum, kadınlar eziliyorlar. Hepsi asgari ücret alıyordu.
Kadınlarla nasıl örgütlendiniz başta onu öğrenmek isterdim?
Size izin verdiklerinde mesai paraları da izin yerine kullanılmış oluyordu.
Mesailerimizde denkleştirme olayı vardı. Günlük mesailerle gece 12'ye kadar kaldığımız mesailer oluyordu, hafta sonları mesailer oluyordu. Mesaiye kalmak istemeyen insanlar vardı, o nedenle bu denkleştirmeden hoşlanmadılar, istemediler.
Normalde bu karşılıklı oluyor, ama onlar kendi isteklerine göre yaptılar, kendi isteklerine göre yapınca 8-9 kişilik bir grup buna karşı geldiler, mesaiye kalmadılar ve akşam 6.30'da işten çıktılar.
Kadın mıydı bunlar?
Evet, hepsi kadındı. Onlar aklıma geldi, ilk haksızlığa uğrayanlar onlardı. Dilek'le görüştüm adaşım olan, Emel vardı, Zehra vardı.
Zehra da o ayı elamanı seçilmişti. O da dik kafalı biriydi, bazı şeylere karşı gelmeye başlayınca ona da kapı gösterildi. Ayın elemanı iken performans düşüklüğü nedeniyle işten çıkarıldı. Haksızlığa uğrayan arkadaşlarıma sendikayı anlattım, burada Petrol-İş'in salonunda, Deri-İş'le bir görüşme yaptık. Nuran Hanım gelmişti.
İlk başta kadın-erkek karışık, 15 kişi toplandık. Sonra dağıldık, fabrikada zaten başka başka yerlerde çalışıyorduk. Mesela ben çanta bölümündeydim, başka bir arkadaş konfeksiyon bölümündeydi, bir başkası boyadaydı, herkes başka bölümlerde sendikayı anlatmaya başladı. Böylece örgütlendik.
Sizi tanıyalım?
Adım Atike Akçay, DESA'da 6 ay çalıştım. Daha önce koltuk fabrikalarında işçi olarak çalıştım. Nerede hakkımı aramaya başladım, orada kapıyı gösterdiler. O nedenle fabrika fabrika dolaştım.
En son geldiğim fabrika DESA'ydı. DESA'da sendikaya üye olduk, fabrikada sendika için terör örgütü dediler.
Buna çok sinirlendim, makine başında ayağa kalktım. "Herkes hakkını arıyor, herkes ekmeğinin peşinde, herkes 400 milyona geçinemiyor, ay başını getiremiyoruz" dedim. Sendikada bir ağabeyimiz "ben sekiz saat uyurum, sekiz saat çalışırım, sekiz saat de hayatımı yaşarım, sizin de böyle bir hakkınız var" demişti.
Düşündüm, "niye olmasın" dedim. DESA'da çalışırken eşimin yüzünü bile göremiyordum, ona nasılsın bile diyemi-yordum. Balilcrin içinde çalışıyorduk zaten öğleden sonra kafa bulanıyor, insan sarhoş oluyordu. Eve gittiğimde ilk yaptığım şey uyumaktı, televizyon bile seyredemiyordum.
Niçin üye oldunuz sendikaya?
Sendikaya üye olmamın en büyük sebebi kadın olmaktı. Çünkü açıksan, alımlıysan, makyaj yapıyorsan kullanılacak mal olarak görülüyordunuz ustalar tarafından. Buna şiddetle karşı çıkıyordum.
'Kadın konuşmaz' anlayışı da beni çok rahatsız ediyordu. DESA'da bir kadın olarak yalnızca makinede iş görmüyordum, boş kaldığım zaman yapıştırma yapıyordum, temizlikçiler olduğu halde temizlik yaptırılıyordu. Kadınız diye temizlik işleri de bize kalıyordu. Özellikle bize veriyorlardı. Tuvalet temizliğini biz yapıyorduk.
Başka ne türden baskılara maruz kaldınız, arkadaşlarınız ve siz?
Kapalı arkadaşlarımıza da 'köylü kezban' diyorlar, onlarla alay ediyorlardı. Bu da gücüme gidiyordu. Ben Atatürk kadınıyım ama benim annem var, onun da başı kapalı.
Mesela kadın olduğun zaman işyerinde konuşamazsın. İçeride kocalarının bakışıyla sendikaya üye olamayan kadınlar da var.
Ben hep anlatıyorum, "kadın olarak bu tür baskılara 'hayır' deyin, sendikalı olmak en doğal hakkınız" diye. Yemek sırasına girdiğinizde taciz edenler oluyordu, laf atanlar oluyordu, rahatsız oluyorduk ve bulduğumuzla da yetinmek istemiyorduk. Haklarımızı aramak istiyorduk. Mesela makyaj yaptığım zaman "tamam, bu aranıyor" deniliyordu, oysa makyaj benim en doğal hakkım, makyaj kendime güvenim arttırıyordu. Kendimi iyi ve güzel hissettiğimde işime daha iyi adapte olabiliyordum. "Neden etek giyiyorsun?" diyorlardı. Niye giymeyeyim... Kapalılara 'köylü kezban', açıklara 'aranıyor', oysa ben burada herkes gibi işimi yapıyordum, tüm bunlar kadın olarak moraliimi bozuyordu.
Makyaj yapanlara patron da kötü gözle bakıyordu, o ustalara "bakın makyaj yapmak kadınların hakkı" deseydi usta başları böyle davranabilirler miydi?
Sendika hakkında daha önce bir bilginiz var mıydı?
Evet, sendikadan eşim dolayısıyla haberdardım, ama sendikalı olmak için bu kadar büyük bir savaş verildiğini bilmiyordum, işin içine girince anlıyor her şeyi insan. Biz kapının önünde dururken o kadar kötü taciz mesajları geliyordu.
Yanımdaki arkadaşım benim 'emek arkadaşım', onunla birlikte mücadele veriyorum... Ben depremde rahatsızlık geçiren bir insandım, bayılıyordum, iki sene buna karşı savaş verdim. Bir işe gireyim, iyi olur diye düşündüm. Şu anda yine bayılmaya başladım. Ben içeriye giremeyeceğimi biliyorum. Ama içeri giremesem bile benden sonra gelecek olan nesil rahat etsin istiyorum. Artık bir noktadan sonra sizin mücadeleniz olmaktan çıkıyor mücadeleniz.
"Ne kazandırdı sendika bana?" diyor musunuz?
Ben sendikaya girdikten sonra çok güçlendim. Başlangıçta bayılma korkusu vardı, bayılırsam başıma bir şeyler gelir korkusu çok vardı bende.
Aştım bunu, 'ben bu savaşta varım' dedim. Ramazan ayında tüm Kuran okuma toplantılarına gittim, günde beş toplantıya gittiğim oluyordu. Kuran okunuyor, sohbetlerde hemen konuşmaya başlıyordum. Beni kınayan çok oldu. Bana "Atike sen evde otur, kocan sana baksın" diyorlardı.
Kocamın eline niye bakayım? Benim kazanacağım 5 Kuruş da olsa, kocamın bana vereceği 50 Kuruş'u yine de istemem. İş hayatından çıkmak istemiyorum.
Benim niye bir maaşım olmasın, niye ben bir erkek gibi özgür olmayayım, istedi--ğim yere niye gitmeyeyim? Yani bu süreçte bizi Askcriye'ye kapattılar, çok kötü olduk. Dilek hamile, gururumuza dokundu, 40 kişiyi götürdüler. Dilek: Bu işten vazgeçmemiz için Alay'a götürdüler bizi. Karakola sürekli gidiyorduk ama Alay'a gitmemiştik, oraya bile götürüldük. Küçücük bir odaya kapatıldık.
Atike: Bütün gece ağladım. Düzce'de dolaşırken, "sen ne yüzle dolaşıyorsun" diyorlar. "Ben bir şey yapmıyorum, benim yaptığım ekmek savaşı. Hırsızlık, yolsuzluk yapmadım, emek savaşı yaptım, bu savaş artık benim savaşım olmaktan da çıktı" diyorum. İçeridekiler de "bize garanti verin, sendika girerse biz imza atarız" diyorlar. Diyorum ki "hiç mi Allah korkunuz yok, hiç mi akıl mantığınız yok. Bu insanlar dışarıda bekliyorlar, mantık olarak düşünün" diyorum.
Kadınların çoğu "kocam izin vermiyor" diyor. Benim eşim tedavi görüyor, hastanede yatıyordu, ben ustabaşından izin istemeye gidiyorum, "İstanbul'da tedavi görüyor" diyorum, adam bana "eşinin boşluğunu biz giderelim" diyor.
Bu düpedüz taciz. Biz sendikada üç aylık işçi iken fabrikayı tanıtmaya çalışıyorlar, ben o toplantıda "madem bu kadar modern fabrika açmışsınız, çalıştırdığınız insanların çoğu kadın, bu kadınların çocukları var, niye kreş açmıyorsunuz?" diye sordum.
Düşündüler ettiler, bir ay sonra başka bir toplantı yapıldı. Kabul etmediklerini söylediler. İşçiyi 13 saat çalıştırıyorsun, kimse çocuklarını göremiyor. Ben sendikayı duyduğum zaman "tamam, bu tam bana göre" dedim.
Sizi tanıyalım?
Gülhan Akyüz: Ben de başlangıçtan itibaren arkadaşlarla birlikteydim. Beraber atıldık sendikal nedenlerle. Yaklaşık iki yıldır DESA'da çalışıyordum, bekârım.
Sendikal mücadele hakkında bilginiz var mıydı?
Tam olarak yoktu, ama önceki işyerimde sendika vardı ve sendikalı olmanın nimetlerini biliyordum.
Daha önce Fisko-Birlik'te çalışıyordum, özelleştirilince işsiz kaldık. Orada şartlar çok iyiydi. Uç ayda bir ikramiyemiz vardı, maaşımız asgari ücretin üzerindeydi, iş olmadığı zaman izin yaptırsalar bile ücretimiz ödeniyordu.
Kışı sen düşünmüyordun, yakacak yardımı vardı. Ay başlarında dışarıda yemeğe gidebiliyorduk. Orayı evimiz gibi biliyorduk, hem daha zevkli çalışıyorduk, hem de aldığımız para bizi memnun ettiği için evimizi bile aramıyorduk.
Kaç yaşından beri çalışıyorsunuz?
Lise mezunuyum ben, 20 yaşında çalışmaya başladım. Alem biraz tutucu olduğu için liseyi inatlaşarak okudum, daha fazla okula göndermediler.
Fisko-Birlik'e girdim daha sonra. Yedi yıl orada çalıştım ve çok rahattım, ailemin durumu pek iyi değildi, kendim için bir şeyler yapamadım ama ailem için çok şeyler yaptım, öne çıktım.
Babam herhalde beni okutmadığına pişman olmuştur. Fisko-Birlik özelleştirme nedeniyle işçi çıkartmaya başladı, asgari ücretle yeni işçiler aldılar bizim yerimize. Sonra başka bir yerde çalıştım. Düzenli para alamıyorduk, izin kullandırıyor izin paralarını vermiyorlardı...
Daha sonra DESA'ya girdim. Çanta bölümünde son kontrol olarak çalışıyordum. Burada da asgari ücreti kabul ettim. Ama çalışma saatleri çok uzundu, mesai doğal bir şeydi...
İnsanın hem fiziğini, hem de psikolojisini zorluyordu, gece 10-1 l'e kadar çalışıyorsunuz. Sabah işe geliyorsun, ne zaman çıkacağını bilmiyorsun, iki gün tatil diye girdik biz işe, hiçbir zaman iki gün tatil yapamadık.
İlk temas nasıl sağlandı sendikalaşma konusunda?
Aynı bölümde çalıştığımız için birbirimizi zaten görüyorduk ve güvenimiz de vardı. Kimse kimseyi zorlamadı, herkes kendi isteğiyle sendikaya üye oldu, birbirmize tutunduk ve hâlâ devam ediyoruz.
Bundan sonra nasıl gider?
Devam etmek istiyoruz, kazanacağımıza inanıyoruz. Ama bu zaman zarfında bir gelirimiz yok, sendikanın desteğiyle geçiniyoruz, sendikamızın da durumu belli zaten. Dayanmaya çalışıyoruz. İşverene karşı hırsımız var, o hırs bizi ayakta tutuyor, onunla da devam edeceğiz görünüyor.
Davaları kazanıp işe girdiğimiz gün en mutlu günümüz olacak. Paradan ziyade onurumuzun peşindeyiz biz...
Nuray Öztürk benim adım, 22 yaşındayım, iki yıldır evliyim. Evlendikten sonra DESA'ya girdim, eşim yaklaşık iki senedir Desa'da çalışıyor. Sendikaya üye olduk. Önce beni, sonra eşimi attılar. Kiradayız, elimizden geldiğince katılıyoruz eyleme...
Siz burada direniştesiniz, İstanbul'da bazı kadınlar sizleri desteklemek için eylem yapıyorlar, bildiri dağıtıyorlar, bu konuda neler düşünüyorsunuz, neler hissediyorsunuz?
Destek geldikçe bizim moralimiz yükseliyor, birkaç gün devam ediyoruz, moralli bir biçimde.
Arkadaşlarınız zor koşullardan bahsetti, sizi zorlayan bir şey var mıydı?
Ücretler dışında mesela namaz kılmaya gidiyorsun, ustandan izin alsan bile namaz kılmak yasaktı. Tuvaletlerimiz pisti ve kıblemiz tuvalete bakıyordu ve namaz kılmaya yerimiz yoktu.
Beş kişi bir arada ancak namaz kılabiliyordu, bize vakit yetmiyordu. İçtiğimiz sular tuvaletten akan sulardan dolduruluyordu.
Yemeklerden her şey çıkıyordu. Sendikanın ne olduğunu öğrenir öğrenmez şartlar düzelsin diye üye olduk. Hakkımızı alabilelim diye. Sonra jandarma baskısı oldu, üç gün üst üste gözaltına alındık. Bir kadının jandarma tarafından gözaltına alınması, Düzce'de çok tuhaf karşılandı. Ben bunu anneme söylediğimde, "kızım ne diyorsun sen" diye çığlık attı. Sonra anladılar elbette.
Eşiniz de grevde, moral durumunuz nasıl?
Manevi yönden çok iyiyiz esasında, ama ikimiz de çalışmadığımız için maddi yönden sorunlar oluyor.
Fakat hakkımızı arıyoruz, doğru bir şey yapıyoruz.
Esra Karabulut: Ben de 22 yaşındayım. Evli değilim. Direnişe her zaman gelemiyorum, ailem izin vermiyor, babamdan ağabeyimden kaçıp geliyorum. Onlar evden çıkıyorlar, ben de hemen arkalarından.
Siz sendikalaşma sürecine nasıl katıldınız?
Arkadaşım Emel söyledi bana. Ben de hemen "tamam" dedim. Geldim, üye oldum. Mesaiye çok kalıyorduk, mecburiydi, izin filan yoktu. Bıkmıştık zaten...
Canan Çelik: Ben de 22 yaşındayım. Şartlarımız gerçekten de çok ağırdı. Örneğin tuvaletleri kilitliyorlardı bir dönem. Sabah saat onda kapılar kapalı oluyor, tuvaletini saat 12'deki öğle yemeğine kadar tutmak zorunda kalıyordunuz. Hamile kadınlar tuvalete çok gittikleri için onları tuvalete göndermemek için yapmışlar. Böyle bir şey olabilir mi?
Sendikayla siz nasıl tanıştınız?
Bir senedir çalışıyorum. Köyümden, uzaktan bir akrabam vardı, o anlattı bana sendikayı, "üye olursak şartlarımız daha iyi olur" dedi.
Bir de çok fazla mesai vardı, "usta hastayım" diyordum, "ben de hastayım" diyordu. "Usta yerimde duramıyorum" diyordum, "ben de duramıyorum" diye cevap veriyordu. "Bankaya gitmem lâzım" diyordum, "ben vereyim harçlık" diyordu. Sendikaya üye olduk, aileme de sormadım. Beni odaya çağırdılar, "istifa edeceksin" dediler... 'Yok" dedim.
Odadan çıktık ve o gün atıldık işten. O günden beri kapıda bekliyoruz. Okula gidiyorum, aidat yatırmam gerekiyordu. Çalışmak zorundaydım. Üniversite sınavına girecektim. Erzincan Ünivcrsitcsi'ni kazandım, ama param olmadığı için oraya da gidemedim.
Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?
Hiçbir pişmanlığım yok. Yine olsa, yine girerdim. Annemler merak ediyorlar, biraz da çevre baskısı var, kız olduğum için, "bu sabah çıkıp akşam geliyor, ne yapıyor dışarılarda" diyorlarmış.
Abim birkaç kere geldi yanıma, "oturacaksınız ne olacak" diyor. Burası devam ettikçe direnişe katılacağım. Sona erdirdiklerinde ise bir yere girip çalışmak istiyorum. Amacımız sendikalı olarak işe dönmek.
Sendika fabrikaya girdiği zaman bütün Düzce ayağa kalkacak. Yan tarafta çalışanlar var bazen konuşuyoruz. "Ne olacak" diyorlar, "kazanacağız" diyoruz, "biz de girmek istiyoruz" diyorlar. Onlar da bizi bekliyorlar. Bayramdan sonra epey bir işçi alındı. 150'ye yakın işçi alınmış, hepsi kadın, aynı miktarda işçiyi atarlar herhalde, kimsenin garantisi yok.
Siz en genç direnişçisiniz galiba?
Evet. İsmim Meltem Sine, 19 yaşındayım. 14 aydır çalışıyordum. Burası benim ilk işyerini. Sendika hakkında bilgim vardı, çünkü babam sendikalı bir işyerinde çalışıyordu. Ben de dışarı çıktığımızda en çok mesajlardan rahatsız oldum, arkadaşlarımıza 'sapık' dediler. Sendika başkanına kötü laflar söylediler.
Sizce nasıl devam eder, direniş?
Atike: Eşim "tepkisiz toplum olduğumuz sürece sefil yaşamaya alışacağız" diyordu. Aldığımız 400 Lira, bu paraya her yerde iş bulurum, sesimizi yükseltmemiz lâzım. Savaşmadan kazanmak yok... Moralimiz çok yüksek. Yaşamak değil, insani şartlarda yaşamak, önemli. Direnmeye devam diyoruz. (NA/EZÖ)
* Meltem Sine, 24 Aralık'ta Emine Arslan ve üç erkek işçiyle işe iade davasını kazandı.