Çok uluslu sermaye karşısında, çalışan haklarının, emekçilerin durumu.
Son dönemde, ardı ardına yaşanan gelişmeler, bu sorunun ne denli kapsamlı ve önemli olduğunu gösteriyor:
* İtalyan bankacılık şirketi Unicredito, Yapı Kredi Bankası'nın satın alınmasında, Koç Bank'la ortaklığa gitti.
* Hollanda kökenli bankacılık şirketi Fortis, Dışbank'ı satın alıyor.
* Dünyanın üçüncü büyük perakende şirketi, Fransız Carrefour, Türkiye'de Sabanncı Holding'le kurduğu ortaklık CarrefourSa üzerinden Gima ve Endi zincirlerini satın aldı.
* Basında yer alan haberler göre, dünyanın en büyük perakendecilik şirketi Wal-Mart, Türkiye'ye girmek üzere hazırlık yapıyor.
* Tansaş, ortaklık ve hisse devri için uluslararası perakendecilik şirketleriyle görüşmelerini sürdürüyor.
Sönmez: Verimlilik artışı adı altında istihdam azaltma
İktisatçı Mustafa Sönmez, çok uluslu sermayeyle birleşmelerin, şirketlerin şirketleri "yutmasının" Türkiye'de gecikmeli olarak yaşandığını söylüyor. Türkiye'de işçi çıkarmanın, istihdam azaltmanın son dört beş yılın dikkat çeken özelliği olduğunu söyleyen Sönmez, "Verimlilik artışı adı altında istihdamı açlıkla terbiye etme, zaten yaşadığımız bir süreç. Bu süreç pekişecek" diyor.
"Birleşme süreci, Avrupa'da 90'larda, 2000'de çok hızlı yaşandı. Birleşmeler, rakipleri de aynı hamlelere zorladı. Bu süreç, bizde biraz gecikmeli olarak yaşandı. Belli sektörlerde bu sürecin devamı beklenmeli. Özellikle perakende ve bankacılıkta. Orta boy bankalar arayış içindeler.
Sermayenin böyle yoğunlaşması, ilk başta tüketiciye yarar gibi görünür. Sonradansa, tekelin tipik özellikleri ortaya çıkmaya başlar. İpler daha çok sermayenin eline geçer.
Çok uluslu sermayenin bir özelliği daha var. Bu işletmeler büyüdükten sonra Türkiye'ye sığmıyor, dışarıya yatırım yapıyorlar. Bu gelişme, Türkiye'nin aleyhine olur."
Çoban: Uluslararası sözleşme düzenine doğru eğilim var
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) eğitim uzmanı Tonguç Çoban da, çok uluslu sermayenin hızla yayılmasının, olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirilmesinden önce, durumun iyi analiz edilmesini öneriyor.
"Türkiye'de, Dünya Ticaret Örgütü sözleşmelerine ve Gümrük Birliği'ne taraf olması nedeniyle, hem mal hem de yatırım serbestisi açısından hareket olması doğal. Asıl tuhaf olan, bu hareketin gecikmiş olması. Benzer ülkelerin tamamında bu yatırımlar çok daha büyük ve hızlı. Her şeyden önce bunu gözeten bir anlayış gerekiyor.
Asıl problem şu: Varolan kurulu yatırımların devredilmesi bir olumsuzluk. Çok uluslu sermaye, ek yatırım getirmiyor. Yeni istihdam olmuyor. Kurulu işletmeler devroluyor. Bu da kriz sonrası finansal açmaz anlamına geliyor."
Taşeronlaşma hak karşıtı olarak kullanılıyor
Çoban, bu tür dış yatırımlarda, yatırımın ana üretim kademelerinde çalışanların sosyal haklarının daha çok gözetildiğini söylüyor.
"Uluslararası şirketlerin doğrudan kendine bağlı şirketlerde buna duyarlılık daha fazla. Türkiye'de Lee ve Metro buna örnektir. Tabii bu da kendiliğinden olmuyor, sivil toplumun, sendikaların uluslararası kampanyaları etkili oldu.
Önemli olan, bu şirketlerin bağlı olduğu yerler. Avrupa şirketlerine sendikal baskı yapılabiliyor. Ama Wal-Mart, ABD'deki sendikasızlığını buraya da taşıyacaktır kuşkusuz.
Esas sorun, ikinci, üçüncü halkalarda. Çok uluslu sermaye, bu düzeyde, meta zinciri şeklinde örgütleniyor. Doğrudan kendine bağlı istihdamı çok az tutmaya çalışıyor. İstihdam yoğun alt üretim zincirlerini taşeronlaştırıyor.
Fason, taşeron firmalarda hak kayıpları oluyor. Bunlar belli koşullarda, maliyetlerde çalışıyor. Maliyeti yükselten haklar olduğundaysa, talebi kaydırıyorlar."
Uluslararası sözleşmeler ve sendikal dayanışma anahtar
Çoban, sendikal düzeyde, çok uluslu beraber hareket etme, uluslararası sözleşme düzenini oluşturma eğiliminden söz ediyor.
"Uluslararası sektör federasyonları bunu bir politikaya dönüştürmeye çalışıyorlar. Sembolik bir merkez olarak kalmak yerine, işletmelere çok uluslu düzeyde, ortak olarak müdahale etmeye çalışıyorlar."
Bu gelişmelere karşı uluslararası sözleşmelerin devreye sokulmasının ve sendikal dayanışmanın anahtar nitelikte olduğuna değiniyor Çoban.
"Çok uluslu şirketlere yönelik dört uluslararası sözleşme var. Bu sözleşmeler, işletme için evde çalışanlara varana kadar çalışma standartlarının korunmasını öngörüyor:
* Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri
* Avrupa Konseyi'nin Avrupa Sosyal Şartı
* Avrupa Birliği sözleşmeleri
* Birleşmiş Milletler'in çok uluslu şirketlerin sorumluluklarına dair sözleşmeleri"
Çoban'a göre, uluslararası sendikal dayanışmaysa bir eşitlenme süreci yaratıyor.
"Benim tezime göre, bu dayanışma şunları yaratıyor:
1. Çekirdek ve çevre işgücü arasındaki çıkar farkı ortadan kalkıyor. Kriz bize bunu gösterdi.
2. Gelişmiş ülkelerdekilerle gelişmemişler arasındaki çıkar farkları da ortadan kalkıyor.
Tabii bu eşitlenme kısa vadede olacak şey değil. Ancak, bu süreç sadece seyredilirse eşitlenme alt düzeyde gerçekleşir. Mücadele edilirse, daha yukarıda olur."
Keskin: Sendikacılıkta çok şey değişecek
BASİSEN Genel Sekreteri Cihanser Keskin de, uluslararası ağ örgütlenmesinin sendikacılıkta çok şeyi değiştireceğini vurguluyor. Keskin, Avrupa Birliği bünyesindeki Avrupa İş Konseyleri sayesinde, farklı ülkelerdeki sendikaların ortak hareket etmesine dikkat çekiyor.
"Bu konseyler farklı ülkelerdeki sendikaları, federasyon ve konfederasyonları harekete geçirebiliyor. Örneğin Türkiye'deki haklarla ilgili bir durumun iletilmesi halinde, aynı firmada, başka ülkelerde örgütlü olan sendikalar harekete geçebiliyor.
Türkiye sendikalarıyla Avrupa sendikalarının işbirliğine gitmesi gerek. Sendikacılığın küreselleşmesi gerek." (TK)