"Henüz hiçbir şey kadınları gözeterek, onları merkeze alarak yapılmıyor" diyen Şamiloğlu ve Tolu'nun Kalyoncu'nun sorularına yanıtları şöyle:
Erkek egemenliği sizin için ne anlama geliyor? Bu yaşamınızın her alanında karşılaştığınız bir olgu mu?
Şamiloğlu: Vallahi bu benim çocukluğumdan beri fark ettiğim bir gerçek. İlk kez ortaokuldayken kuvvetle hissettim. Arkadaşlarımdan aldığım bir kaseti eve götürdüm. Kasette Metin Akpınar ve Zeki Alasya'nın esprileri var. Babam dahil, ailecek keyifle, bazen katıla katıla gülerek dinliyoruz. Kaset bittiğinde, babam ağabeylerime dönerek, "Çocuklar ne güzel bir şey bu, nereden aldınız" diye sordu. Ağabeyim "Yeşim getirdi" deyince, babamın suratı bir anda bambaşka bir şekil aldı, bir sorgudur başladı ve bir anda kendimi sanık sandalyesinde buldum. O ana kadar zevkle dinlenen kaset birdenbire muzır bir şey olup çıkmıştı.
Ağabeylerim için izne tabi olmayan pek çok konuda benim izin almam zorunluydu. Gene de ağabeylerimden yana şanslı sayılırdım. Üzerimde baskı kurmadılar. Üniversiteye gittiğimde solcu topluluk içinde erkek arkadaşların "himayeci" tavırlarıyla karşılaştım. Bu çok ağrıma gidiyordu.
Meslekte ise ilk sorun kılık kıyafet ve idarecilerin bildik nahoş tavırları oldu. Bunlarla baş etmeyi başarabildim. Bu özgüvenimi pekiştirdi.
Sendikayla ilişkilendiğimde itici tavırla karşılaşmadığımı, özendiren ve faaliyetlere dahil olmamdan kıvanç duyan bir yaklaşım gördüğümü söyleyebilirim. Ta ki, dinleyip anlamaya ve öğrenmeye çalışan bir çömez olmaktan çıkıncaya kadar. O zaman iş değişti.
Ne değişti?
Artık fikirlerimi açıkça beyan ediyor ve tartışıyordum. Erkeklerin birbirlerine karşı gösterdiği sabrı, hoşgörüyü, eşit muhataplığı ve ciddiyeti bana karşı göstermediğini, adı konmamış bir hırpalama ve haddini bildirme refleksinin çalışmaya başladığını gördüm. İliklerine sinmiş biçimde kadınlara ancak bazı rolleri layık gördüklerini, bunu zorlayıp statükoyu sarsmaya başladığınızda kılıçlarını kuşandıklarını fark ettim.
Bunu tamamen kadın olmaya mı bağlıyorsunuz?
Hayır, kendi fikirlerinizle taraf olmanızdan kaynaklanan ve doğal kabul edilmesi gereken yönleri elbette var. Ama bu belirleyici yön değil. Bu nedenle size yakıştırılan ve layık görülen davranış çizgisinin dışına çıkıp "haddi aşma"ya başladığınızda, aşağılayıcı ve dışlayıcı nitelemeler sökün etmeye başlıyor.
Ne gibi?
"Cazgır", "yırtık", "şirret" gibi... Ben başlangıçta solcu ve aydın insanların cinsiyetlerinin hiçbir biçimde eksi ya da artı oluşturmayacağını düşünüyordum. Kazın ayağının öyle olmadığını gördüm. Bu bir hayal kırıklığıysa bile, gözümü açan bir hayal kırıklığı.
Sizin sorunu fark edişiniz hakkında neler söyleyeceksiniz?
Tolu: Sorunu en yakıcı biçimde yatılı okulda hissettim. Öğretmen ve idarecilerin şahsında erkek egemenliğinin en bariz ifadelerini gördüm. Çok sıkı kurallar vardı. Lise çağındaki 200 kızı tam bir cendereye alan sınırlamalar. Her şey bizim erkeklerle ve toplumla her hangi bir bağımızın olmamasına göre düşünülmüştü. Akşam kapılar kapanırdı. Haftada bir gün dışarı çıkabiliyorduk, o da önceden belirlenmiş mekanlara ve toplu olarak.
Yatılılık kız öğrenciler için çok farklı galiba?
Kesinlikle, ben yarı-açık cezaevi diyorum. İki nedenle sürekli olarak gözetim ve denetim altında tutulmanız gerekiyor: Bir yandan dış dünya tehdit kaynıyor, öte yandan siz yoldan çıkmaya, suç işlemeye ve tuzağa düşmeye açıksınız, bu da sizin enterne edilmenizi gerektiriyor.
Altı yıl hemşire olarak çalıştım. Mesleğim erkek egemenliğini fark ettiğim ikinci alan oldu. Malum hemşirelik kadın mesleği. Genellikle performansınızla değerlendirilmezsiniz. Sizi kuşatan kem gözlerin ortasında "namus"unuzu koruyup korumadığınıza bakılır.
Evlilik yaşamınız için ne diyeceksiniz?
Yıllarca erkek egemenliği diyebileceğim tutumlarla karşılaşmadım. Eşimle yaşama bakışımız büyük ölçüde ortak. Sendika üyesiydik. Toplantılara, eylemlere birlikte gittik. Çocukla ilgili çözümleri birlikte ürettik. Ev işlerinin paylaşılmasında bir sorun yoktu. Ta ki sendikal alanda çok daha aktif bir rol üstlenene kadar. Ev içi dengeler ve alışılagelmiş yaşamımız etkilendiği ölçüde sorunlar çıkmaya başladı. Hani gece yarıları gelmek, sendikaya çok fazla vakit ayırmak gibi yakınmalar.
Bu durumda önceleri sorun yoktu denebilir mi?
Tabii ki denemez. Bariz bir görünürlüğü olmasa da için için bir erkek egemenliğinin olduğu ama bunun ancak vesile çıktığında kendisini dışa vurduğu söylenebilir. Bunları konuşuyoruz ve eşim de bunun farkına vardı.
Ama sorun eşimle bitmiyor ki. Bu kez annem dahil bütün yakın çevrem devreye giriyor. Bu nasıl ev yaşamı, evi ve çocuğu ihmal ettiğim suçlaması başlıyor. Ya da eve gittiğimde benden önce gelmiş konukların "ooo evin erkeği geldi" türünden şakaya vurulmuş iğnelemeleri.
Bütün bunlar eşlerden öte bir toplumsal baskı ağıyla kuşatıldığımızın ifadeleri. Bunu aykırılaştırıp göze batırmadıkça her şey eskisi gibi akmaya devam ediyor.
Öğretmenlik ve hemşirelik neden kadınlara uygun meslekler sayılıyor ve ayrıca ders kitapları hakkındaki görüşleriniz nedir?
Şamiloğlu: Böyle algılanması nedensiz ve cinsiyetçi bakıştan bağımsız değil. Neden öğretmenlik? Kadınlar hem çalışacak hem de ev işlerini sırtlanmaya devam edecek. Çalışma saatleri nedeniyle buna en elverişli meslek de öğretmenlik. Neden hemşirelik? Şefkat, özen ve vericilik gerektiren bir meslek, eee o da kadınlarda var. Bu bakış da tarih boyunca bakım ve yeniden üretim işlerinin kadınların sırtına bindirilmiş olmasının bir ürünü.
Tarih Vakfı'nın belirli ölçütlere göre yürüttüğü "ders kitaplarında insan hakları ihlalleri" konulu bir araştırmaya katıldık. Hayat Bilgisi ve Türkçe kitaplarını inceledim, insan bu gözle inceleyince inanılmaz şeylere rastlıyor.
Neler yok ki... Baba para kazanıyor, anne reçel yapıyor. Yemek, temizlik söz konusu olduğunda resimlerde hep anne. Konuklara şekeri kız çocuğu tutuyor. Baba gazete okuyor, anne örgü örüyor. Artık bir çalışan kadın imgesi de var, o mükemmel kadın örneği, öteki sorumluluklarına asla halel getirmiyor. Konu teknoloji olduğunda resimlerde kadın gözükmüyor, vb.
O halde ders kitaplarının yeniden yazılması yakıcı bir talep mi?
Hem de nasıl! Bu işe de Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) soyundu. Oysa bu Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası'nın (Eğitim-Sen) etkin taraf olacağı bir konu. Talim ve Terbiye Kurulu'nun ölçütlerinin kesinlikle değiştirilmesi gerekiyor.
Aynı konuda sizin düşünceleriniz?
Tolu: Lisede tarih öğretmeniyim. Ayrıca insan hakları ve insan ilişkileri derslerine de giriyorum. Aynı araştırmaya ben de katıldım ve tarih kitaplarını inceledim.
Bu kitaplar cinsel ayrımcılığın en çok görüldüğü ve erkek değerlerinin en çok yüceltildiği kitaplar. Kadın sadece erkeğin sadık bir yardımcısı ve destekçisidir. Bu çalışmaya katılan bir grup öğrencim çok şaşırdı, ikide bir "aaa bu da mı insan haklarına aykırıymış" diyorlardı. Çünkü gündelik yaşamlarında bütün cinsel ayrımcılık hallerini olağan ve doğal bir şey gibi yaşıyorlardı. Yani ders kitapları tam bir felaket.
Sözüm ona kadın meslekleri konusunda, Yeşim gibi düşünüyorum. Yönlendirme çekirdekten başlıyor.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu'nda (KESK) neden yeterince etkin bir kadın dinamiği yok?
Şamiloğlu: Bu haliyle olamaz. Asıl mesele kadının katılımının ve aktifleşmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmak. Hiçbir şey onları gözeterek, onları merkeze alarak yapılmıyor ki.
Kendi şubemizde bir çocuk odası açma işini hala çözebilmiş değiliz. Toplantı saatlerinde bile bunu görebilirsiniz. Eşlerin ikisi de üye ise, toplantıya gelen çoğunlukla erkektir. Bazen de karar verilir eşlerden biri üye olur. Nedense "kura" hep erkeğe çıkar. Pek çok kadın zaman zaman hamle yapıyor. Sonra çoğu tekrar kabuğuna çekiliyor. Örnekleri incelediğinizde, evden, eşten, işyerinden, toplumsal sorumluluklardan, sendikadaki yaklaşımlara kadar caydırıcı engelleri tek tek saptamanız mümkün.
Tolu: Roller belirlenmiş ve kadınlar da buna uyum sağlamış ya da bu durumu kabullenmiş. Asıl sorun bu. Sendika üyeliği kadının yaşamına hissedilir bir değişiklik getirmeli. Onu güçlendirmeli, özgüvenini arttırmalı, yaşamını kolaylaştırmalı ve ona yeni bir toplumsallaşma zemini açmalı. Kadın sekreterlikleri kolektif bir kadın tavrının şekillenmesine hizmet etmiyor.
KESK'te kadınların mevcut platformlarının dışında ayrı bir platform ve ağırlık oluşturduklarına, karar süreçlerine böylece müdahil olduklarına tanık olmadık. Hal böyleyken etkili bir kadın dinamiğinin ortaya çıkmasını beklemek iyimserlik olur. Ama orta ve uzun vadede bunun önkoşulları var.
Şamiloğlu: Kadın sekreterliklerinin varlığı KESK'in çok övüneceği bir mekanizma değil. Genel merkezdeki kadın sekreter oraya kadın dinamiğinin ve taleplerinin bir sözcüsü olarak gelmiş değil. Atanmış biri. Aramızda temsili bir bağ yok. Göreve gelişi böyle olmadığı için, kadın dinamiğinin bir ateşleyicisi olarak da durmuyor. Oysa, aksi durumda kadın sekreterlikleri KESK'in yapısını dönüştüren bir işlev görebilir.
Tolu: Bugünkü haliyle kadın sekreterlikleri kadınları yalıtmanın, öteki görevlere talip olmalarını önlemenin ve söz uygunsa taşları yerinden oynatmadan onlara bir oyalanma alanı sunmanın aracı gibi duruyor. Bu durumdan çıkarmak gerek.
Ayrıca işlevli olmaları mali olanaklara bağlı. Paranın ve olanakların dağıtımı bir erk konusu, evde ve toplumda da böyle oluyor. Mali sekreterlik pek çok faaliyeti olanaklı kılabildiği gibi tıkayabiliyor da. KESK'e bağlı sendikalarda hiç kadın mali sekreter olduğunu sanmıyorum.
Mekan düzenlemesi ve mekanın kullanımı kadınları özendiriyor mu?
Tolu: En temele indiğimizde mekandan başlayan bir sorun olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama bu bilince çıkarılmış değil. Biz de lokalin kullanımıyla ilgili tartışmalarda bunu açıkça gördük. Halihazırdaki haliyle lokal erkek arkadaşların ihtiyaç ve alışkanlıklarına uygun biçimde kullanılıyor. Bu ister istemez, mekanın kadın arkadaşlara hitap etmemesine, onların kıyıya itilmesine ve lokale girdiklerinde kendilerini misafir hissetmelerine yol açıyor.
Şamiloğlu: Erkek arkadaşların bir vakit geçirme ve boş zaman kullanma tarzları var. Bunun temelinde kahvehane ve yenme/yenilme üstüne kurulu oyun kültürü yatıyor. Bu kültürde kadına yer yok. Eğlence de bir ihtiyaç. Tamam insanlar boş zamanlarım yalnızca okuyarak, üretici ve yaratıcı etkinliklere yönelerek geçirecek değiller. Ama neden mevcut boş zaman değerlendirme alışkanlıkları -ki genellikle erkek alışkanlıklarıdır- önümüzdeki biricik seçenek olarak dursun?
Kürt hareketindeki kadın vurgusunu bir imkan olarak görüyor musunuz?
Şamiloğlu: Bu söyleşiye 8 Mart kadın yürüyüşünden geldik. Kürt kadınları yine kortejin en kalabalık ve diri kesimini oluşturuyorlardı. Ama üç nokta çok dikkat çekiciydi. Birincisi hareketin her günkü talepleri ve sloganları ne ise bugün de öyleydi. Bugünün 8 Mart olması bir farklılık yaratmamıştı.
İkincisi, hiç yoksa bugünde Leyla Zana figürü görünür olabilirdi, bence Kürt kadınlarının gururla övünebileceği bu sima öne çıkmadı.
Üçüncüsü, Kürt kadınlarının kortejinin ezici çoğunluğu türbanlıydı. Anlaşılan "Kürt aydınlanması" henüz kadınların saflarına yeterince yansımamıştı. Dolayısıyla Kürt kadınlarının şimdiki görece yüksek hareketliliği genel siyasi gündemleri çerçevesinde bir hareketlenme, henüz kendi özgül aksını yaratabilmiş değil.
Tolu: Aşağı yukarı benzer bir yaklaşımım var. Kürt hareketinin oldukça güçlü bir kadın damarı var. Kürt kadınları başkaldırıyı öğrendiler. En katmerli biçimde onlar eziliyorlar. Ama ben de henüz ortada özgün bir alan olarak itilimini kadının ezilmişliğinden alan bir Kürt kadın çıkışı göremiyorum. Söz konusu olan genel bir siyasi hareketlilik. Kendi içinde bunu üretecek mi göreceğiz. Üretirse, Türkiye'de bir kadın kurtuluş hareketinin yeniden boy vermesine anlamlı bir katkıda bulunabilir. (KK/BB)