Fikrimizi açan bu eserin yazarı Kocaeli Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu hocalarından Yard. Doç. Dr. Betül Urhan'ı konuk edelim istedik dergimizin bu sayısına... Eminiz bu yararlı söyleşiyi siz de zevkle okuyacaksınız.
Neden örgütlenme?
Örgütlenme, sendikal alanın da son yıllarda en önemli konularından birini oluşturuyor. Sendikalar giderek güç kaybediyor ve işçiler artık özne olmaktan çıkıyor. Sendikaların kaybı üye kaybı ile sınırlı değil, siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda da prestijlerini yitiriyorlar.
Bu sorunun kökeni nedir ve bu konuda neler yapılmalı, sorularına cevap vermek için önce neden sorusunu sormamız gerekiyor. Araştırmamızın seyrini bu sorular belirledi. Ayrıca sendikal örgütlenmenin bunalımı yazılıyor, çiziliyor ama bu konuda da her zaman olduğu gibi işçiye sorulmuyor...
Acaba işçiler sendikalara yönelik neler düşünüyorlar? Biz bu konudaki eksikliği naçizane tamamlayalım istedik.
Araştırmanız kimleri kapsıyor?
Araştırmamız sendikal üyelik bakımından üç grubu kapsıyor. Birinci grup; sendikasız işçiler ikinci grup; sendikalı işçiler, üçüncü grup; daha önce bir üyelik deneyimi yaşamış fakat araştırma yapıldığı anda sendikasız olan, bir şekilde sendikasından ayrılmış işçilerden oluşuyordu.
Sendikal örgütlenme alanında bir bunalım yaşandığını söylüyorsunuz, bunun sendika içi ve sendika dışı nedenleri neler sizce?
Dış neden dediğimizde ekonomik, sosyal, siyasal alandaki değişimleri kastediyoruz. Kapitalizmin yeniden yapılanması sürecinde, sermaye zaman ve mekan üzerindeki gücünü artırıyor, katı olarak gördüğü güç ve üretim ilişkilerini esnekleştiriyor. Bu doğrudan sendikalara bir sorun olarak yansıyor.
Bu sorun alanları nelerdir? Her şeyden önce işgücü piyasasındaki değişimlerdir. Türkiye gibi ülkelerde ucuz işgücüne dayalı ihracata yönelik sanayileşme politikalarının, istihdam piyasasının üzerinde yarattığı olumsuz etkiler bu sorunların başında yer alıyor.
Fakat bireyciliğin bir ideoloji haline dönüşmüş olması insanların birlikte bir şeyler yapma, dayanışma ruhlarını yitirmesi de önemli bir etken. Bunun dışında kapitalizmin yeniden yapılanma sürecinde hukuksal anlamda meydana gelen değişimler gibi pek çok dışsal faktörden bahsedilebilir.
Sendikalar bu tip değişime, bu tür dönüşüme, uygun politikalarla cevap veremediler. Yani dışarıda bir değişim, bir dönüşüm söz konusuyken, sendikalar politikalarını değiştirmek ve dönüştürmek yerine eski geleneksel politikalarını ve yapılarını sürdürmek eğiliminde oldular...
Sendikal örgütlenme bunalımının Türkiye örneğinde farklılıkları nelerdir?
Farklılıklar biraz da işçi hareketinin ortaya çıkış süreciyle de ilgili. Avrupa'yla karşılaştırıldığında bizde politize olmuş, süreçlere müdahil olan bir işçi hareketinden 1960'lı yıllara kadar bahsetmek mümkün değil.
Bu durum Türkiye'deki sendikacılık üzerinde önemli etkiler yaratmış. Öncelikle sendikacılık geleneğinde bir problem yaratmış. Çünkü işçilerle ilgili yasalar çalışma hayatına ve örgütlenmeye ilişkin kurallar tepeden inmeci bir biçimde oluşturulmuş. Bu durum, bugüne kadar taşınan bir gelenek haline gelmiş. Hakları kendiniz mücadele verip alamamışsanız bunun sizin elinizden alınması çok kolay olabilir.
Son yıllara kadar işçilerin önemli bir oranı tarım kesiminde istihdam ediliyordu. Günümüzde kayıt dışı, sigortasız çalışma genel çalışma biçimi haline geliyor. Ayrıca Türkiye'de hâlâ İşletmelerin yüzde 80'den fazlası bir ile dokuz işçi çalıştıran küçük işyeri eridir.
Küçük işyerlerinde sendikacılığın gelişmesi çok zordur. Çünkü bu işyerlerinde daha çok yüz yüze, bireysel ilişkiler hakimdir. Bu anlattıklarıma bağlı olarak sendikal örgütlenme açısından kamu sektörü belirleyici olmuş. Sendikalar, işletmelerin daha geniş ölçekli ve devletin işveren olması dolayısıyla kamu sektöründe özel sektöre göre daha az sorunla karşılaşmışlardır. Bu durum kamu sendikacılığının güçlenmesine yol açmıştır.
1990 sonrasında özelleştirmelerle birlikte kamu sektörü iyice daraltıldı, özel sektör genişledi. Dolayısıyla, örgütlenmeye ihtiyaç duyan işçilerin sayısı artmasına rağmen, elverişli örgütlenme tabanı giderek daraldı. Bu dar taban için sendikalar kendi aralarında kıyasıya mücadele ediyor, sendikalar arası rekabet kızışıyor.
Bu durumda sendikalar örgütlenme anlayışında ne tür değişiklikler yapmalıdır?
Sendikaların öncelikle fiili mücadeleye dayanan bir örgütlenme anlayışını ve buna uygun bir yapılanmayı geliştirmeleri gerekiyor. Sendikalar daha çok merkeziyetçilik esasına göre örgütlenmişlerdir. Bu yapı içinde en üst noktadan alınan kararlar alta doğru gider. Oysa olması gereken şey deneyimlerin ve kararların alttan üste doğru gitmesidir. Yerel örgütler karar alma süreçlerine daha fazla dahil edilmeli ve onlara güç kazandırılmalıdır.
Fakat bu, şubelerin ve işyeri temsilcilerinin etki düzeylerinin en üst noktaya çıkarılması anlamına gelmiyor. Koordinasyon mutlaka merkez tarafından yapılmalıdır. Koordinasyonun yukarıdan yapılıyor olması ama alttan yukarı doğru da bir deneyim aktarımı olması gerekiyor.
"Kadını, en iyi kadın örgütler, genci, en iyi genç örgütler" deniyor. Yani kişi benzerlerini örgütlemede daha başarılı olabilir. Bu nedenle bir işyeri örgütlenecekse ve bu işyeri kadın işçilerin ağırlıklı olduğu bir işyeri ise, o zaman kadın örgütçülerin çalıştırılması gerekiyor.
Avrupa'da yapılan çalışmalar gönüllü örgütleyicilerin belli bir işyerini örgütleme açısından daha etkili olduğunu gösteriyor. İşyerini daha iyi tanıyorlar, sorunları daha fazla sahipleniyorlar.
Pratikte de önemli sorunlar çıkıyor.
Evet. Sendika işyerinde bir fark yaratır... Diyelim ki bîr İşyerinde örgütlendiniz ama yetki alamadınız... Orada kalmaya devam etmek lazım. Sendikanın işyerinde olması örgütlenmenin önünü açan bir faktördür. Yetki alamasa bile vazgeçilmemelidir.
Yasal bazı engeller de var değil mî?
Bizde örgütlenmeyi zorlaştıran çevresel faktörler içinde yasal çerçeve de yer alıyor. Sendikalar yasal çerçeve içinde ciddi anlamda sıkıştırılmışlardır. Öncelikle, yetki alma sürecinde çok büyük sorunlarla karşılaşılıyor.
Bir işyerinde çalışan işçilerin yüzde yüzü sendikayı istemiş ve örgütlenmiş olsa dahi, işveren veya başka bir işçi sendikası "yetki yasal değildir" diye itirazda bulunabilir.
Bu örgütlenme sürecim uzatıyor... Bu arada işveren sendika karşıtı stratejilerini devreye sokma imkanını buluyor. İşçileri teker teker çağırıyor, önce onlarla konuşuyor, militan işçileri işten çıkarıyor... Yetki süreci uzadıkça sendika buradaki gücünü kaybetmeye başlıyor...
Bu süreç nasıl sendika ve işçi lehine döndürülebilir?
Bana göre sendikalar, işverenlerin ve diğer rakip sendikaların, gereksiz yetki itirazlarını engellemeye yönelik yasal hükümlerin kabul edilmesi için baskı oluşturmalıdır.
Sendikal özgürlük teminat altına alınmak isteniyorsa, bile bile yetki itirazında bulunan kişiler ya da örgütler, haksız oldukları ispat edildiğinde sendikanın örgütlenme için katlanmak zorunda olduğu maliyetleri de karşılanmalıdır ve haksızlığa uğrayan sendika yetkili sayılmalıdır. Ayrıca sendika işten çıkarılmalara karşı yasal önlemlerin dışında daha etkili yollar geliştirmelidir.
Sendikaların rekabeti bir yana bırakmaları gerekiyor sanıyorum?
Evet, kesinlikle öyle... Artık sendikaların teker teker örgütlenmeleri fazla mümkün görünmüyor. Hem aynı konfederasyon çatısı altındaki sendikaların hem de ayrı konfederasyonlardaki sendikaların işbirliğine giderek hatta mali kaynaklarını, uzmanlarını ortaklaştırarak örgütlenme kampanyaları yapmaları gerekiyor.
İşçiler sendikalar hakkında ne düşünüyor?
İşçiler, bugün örgütlenmenin ve sendikal üyeliğin gerekli olduğunu düşünmektedirler. Ancak, sendikaların kendi haklarım koruyabilecek, işyerinde kendi lehlerine bir fark yaratacak ve en önemli sorunları olan iş güvencesini sağlayabilecek güçte olmadıklarına inanıyorlar.
Bu inançsızlık ve güvensizliğin sendikasız işçiler arasında daha fazla olduğunu söylemekte yarar var. Bunun yanı sıra sendikasız işçilerin, özellikle de sendikasız kadın işçilerin sendikanın neler getireceği, kendisine ne tür katkılar sağlayacağı konusunda son derece bilgisiz oldukları gözlemleniyor. Hangi haklara sahip olduklarını bilmiyorlar.
Kitapta, 'sendikalı işçiler çevresini örgüte katmıyorlar' diyorsunuz, neden?
Temel neden bilgisizlik ve korku... Ana kadınlar için başka nedenler de var... Onlara Örgütlenme faaliyetlerine katılmayı isteyip istemediklerini, sorduk... Büyük bir çoğunluğu zamansızlıktan katılamayacağını söylediler.
Ama fikirlerine önem verilmeyeceğini düşündükleri için de bu tip faaliyetlere katılmak istemediklerini ifade ettiler. Kadınlar temsilci olarak da seçilemiyorlar.
Kadın üye sayısının çok az olduğu işkollarında örgütlü olan sendikalarda yönetimde kadın isçilerin bulunmaması anlaşılabilir bir şeydir. Ama kadın işçilerin çok yoğun olduğu işkollarında dahi kadın yöneticiye rastlanılmaması çok düşündürücü.
Sendikal örgütlenme konusunda kadın işçiler en çok neden şikayet ediyorlar?
Direkt bir sorumuz yoktu bu konuda, birkaç soru sorduk. Kendi sendikanızın politikalarının başarılı olduğunu düşünüyor musunuz, diye sorduk... İşçilerin yüzde 60'ı bu konuda sendikaları başarısız buluyor. Başarılı bulanlar yüzde 30, fikri olmayanlar yüzde 9.
Kadınlar arasında "evet" diyenlerin oranı yüzde 36, "hayır" başarılı değildir diyenlerin oranı yüzde 42, "fikrim yok" diyenlerin oram yüzde 21... Fikrim yok diyen erkeklerin oranı da yüzde 6.2...
bu, kadınların sendika üyesi olsalar bile sendikalarla ilgili çok da fazla bir şey bilmedikleri anlamına gelir. Ayrıca sendikaların başarısız olduğunu düşünen kadınlar, bu başarısızlığın nedenini sendikacıların yetersizliğine bağlıyor.
Diğer bir neden olarak da sendika içi demokrasinin eksik olmasını gösteriyorlar. Kadınların erkeklere göre sendika içi demokrasi eksikliğine daha çok önem atfetmeleri, onların sendikadaki demokratik kanallardan erkeklere göre daha az yararlanmalarından kaynaklanıyor. Demokratik kanallara dahil olmayan kadın, başarısızlığı yöneticilere yüklüyor.
Buradan sendikaların kadınları eğitmeleri gerektiği sonucu çıkıyor, bu eğitim nasıl olmalı?
Bu konuda girişimler var, ama uzun vadeli ciddi politikaları yok... Sendikalarda kadın komisyonları ya da kadın yapıları yeni yeni kurulmaya başlanıyor... Bunların mali açıdan bir güçleri yok, yetkileri ve yeterli uzman desteği yok.
Kadın yapılarının, mali kaynak ayrılan, Özel uzmanları olan aynı zamanda gönüllü olarak çalışan işçilerle de desteklenen yapılar olması gerekiyor...
Ben eğitim meselesini çok önemsiyorum... Sendikalar, örgütlenme, yasal hak ve özgürlükler, grev, işçi hareketi tarihi ve sendika üyeliğinin çalışma yaşamında yaratacağı farklılıklarla ilgili, eğitim vermelidirler.
Kadınların bir araya gelip kendi ortak deneyimlerini konuşabilecekleri bir platformun oluşturulması, formel eğitimden daha da eğitici olabilir. Böyle yapı ve platformlar kadınların kendilerini sendikanın bir üyesi gibi hissetmelerini, yalnız olmadıklarını düşünmelerini sağlar.
Sendika binaları bile kadınların gelmesini engelleyecek biçimde Örgütlenmiş... Sendikanın kendi mekanlarında da yeni düzenlemeler yapmaları gerekiyor. Kadın toplantıya gelecek, çocuğu bırakacak bir yer yok... Bir çocuk odası olmalı mesela...
Sendika üyesi kadınlar işyerinde sendikal desteği erkeklerden daha fazla önemsiyorlar diyorsunuz, niye böyle, işyerleri kadınlar için ne tür riskler barındırıyor?
Toplumdaki cinsiyet ayırımı eşitsizlik tabii ki işyerlerine de yansıyor. İşyerlerinde de maalesef sendikalarda da erkek egemen kültür hakim. İşyeri kuralları da bu kültüre göre şekilleniyor. Ayrımcılık kadın işçinin işe girmesinden işten ayrılana kadar geçen bütün o süreç içerisinde her aşamada kendini gösteriyor.
Kadın işçi işe girerken en düşük statülü işlere giriyor. Karma işyerlerinde kadınlar cinsel tacizle çok fazla karşılaşıyorlar. Daha zor işe alınıyorlar daha kolay işten atılıyorlar.
İşveren yasaların kadın işçi çalıştırmakla ilgili kendine yüklediği görevleri yerine getirmemek için kadın işçi çalıştırmaktan kaçınıyor. Bunların tümü ayrımcılık...
Kadınların sendikal mücadeleye katılımı niçin zorunlu ve neyi değiştirir?
Yoksulluk artıyor, aile ayakta kalabilmek için kadın işgücünü de piyasaya dahil ediyor. Kadın işçi sayısı artıkça, bunların temsil sorunu da gündeme geliyor... Sendikalar genişleyen kadın işgücünü göz ardı edemezler.
Son dönemlerde özellikle enformel sektörün gelişmesi, sendikaları, burada görünmez olan kadın emeğini görünür kılma görevini de yüklüyor.
Tam zamanlı, düzenli fabrika İşçiliği, yerini parçalanmış, güvencesiz görünmeyen bir işe ve işçi kitlesine bırakıyor. Bu durumda sendikaların bu tür işlerde ağırlıklı olarak çalışan kadınları, ister farklı örgütlenmeler içinde ister sendikalar içinde örgütleme zorunluluğu doğuyor. Ama bunun için bugünkü sendikal kültürün değişmesi gerekiyor.
"Sendika işi erkek işidir" anlayışı yıkılmalıdır. Bu tip bir cinsiyetçi yaklaşım terk edilerek, kadınların ve diğer zayıf işçi gruplarının temsiline olanak sağlayacak yapılar oluşturulmalıdır.
Betül Urhan Kimdir?
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü'nden 1993 yılında mezun oldu.
1996 yılında "Azgelişmişlik Çocuk istihdamı İlişkisi ve Türkiye'de Çocuk İşgücüne İlişkin Sorunlar" konulu tez ile Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998 yılında İ.Ü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı'nda doktora çalışmalarına başladı.
2004'te "Sendikal Örgütlenme Bunalımı ve Türkiye'deki Durum" konulu tezi hazırlayarak doktora eğitimini tamamladı. Şu anda Kocaeli Üniversitesi İİBF Çalışma Ekonomisi Bölümü'nde "Çalışma İlişkileri Tarihi" ve Hereke Meslek Yüksek Okulu'nda "İş Hukuku" dersleri veriyor. (NA/BA)