35 yaşındaki Şemse, karnında 5 aylık bebeği ve yanında imam nikahlı kocası ile birlikte yeni bir yaşama doğru kaçmaya çalışırken taşlanarak öldürülmeye çalışıldı. Kocası olay yerinde hayatını kaybetti.
Saldırganlar Şemse'nin ölmediğini fark etmemişlerdi. Şemse, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahi Bölümünde uzun bir yaşam mücadelesi verdi. Herkesi şaşırtan bir dirençle yaşamaya çalıştı. Belki bebeği için, belki öldüğünü bilmediği kocası için, belki de dünyaya bir ders vermek için.
Birkaç ay sonra bebeğini de kaybetti. Bebeğini kaybettikten sonra bir süre küser gibi oldu. Ama yine asıldı hayata.
Sonra Şemse'nin ve ölen kocasının yakınları bir barış yemeğinde buluştular. Ve Şemse'nin kocasının "kaza" ile öldürüldüğünü konuştular. Öldürülmek istenen Şemse imiş. Ama, kocası onu bırakıp gitmemiş. Hedefini şaşıran taşlar ölümüne sebep olmuş kocanın. Bu bir kaza imiş. Ama Şemse'den hiç söz edilmemiş. İki aile barışmışlar.
Şemse, ölümünden yaklaşık 10 gün önce Diyarbakır Devlet Hastanesi'ne nakledildi. Şemse Diyarbakır'ın kızı olmuştu. O'nu yaşatmak için herkes seferber oldu.
Öncelikle, siz basın mensupları bütün tehditlere rağmen Şemse'yi haber yaptınız. Dicle Üniversitesi, Diyarbakır Devlet Hastanesi, Diyarbakır Tabipler Odası ellerinden geleni esirgemediler. ticaret odası ilacını aldı.
Diyarbakır Valiliği, Koordinatör Vali ve İl Sağlık Müdürlüğü, onun iyi tedavi göreceği bir yere nakledilmesi için arayış içindeydiler.
Ve yarın İstanbul'dan havalı yatağı gelecekti. Daha önce de ilaç ve bez göndermişlerdi İstanbul'daki dostları.
Ama Şemse gitti. Giderken yalnız değildi. Elini tutanı, yüzünü öpeni vardı. Onunla vedalaşanları vardı. Şemse, Diyarbakır'da kimsesiz değildi. Ölürken de kimsesiz değildi. Yanında kadınlar vardı. Sacide, Naime, Hayriye, Özlem, Aycan, Ayşe, Fatma, Aysel adları fark etmez, her biri yüzlerce kadın adına orada olan, kadınlar vardı.
Bu kadınlar, O'nu hiç yalnız bırakmadılar. Altı ay boyunca kulağına yalnız olmadığını fısıldadılar. O'na, dünyadan haberler verdiler. O da bunları duydu. Duyduğunu gösteren işaretler yaptı. Elimizi sıktı, bize göz kırptı. Ama sonra yoruldu. Bırakıp gitti.
Giderken; "Haydi hoşça kalın sizin işiniz çok ve zor" der gibiydi. "Sizi daha fazla uğraştırmayayım" der gibiydi. Yaşayarak "Kadının İnsan Hakları" adına mesai yaptığının farkında gibiydi. "Haydi gidin Kopenhag Kriterlerini tartışın" der gibi anlamlı anlamlı baktı yüzümüze giderken.
Şimdi Devlet Hastanesi'nin morgunda yatıyor Şemse. Ailesine haber verilecekmiş. Onlar almazsa, kimsesizler mezarlığına gömülecekmiş Şemse. Kanun böyleymiş. Ne diyebiliriz ki!
Yaşaması için mücadele edenler değil, ölmesi için taşlayanlar tarafından gömülecek herhalde. Çünkü yasa böyle...
"Namus" adına katledilenler genellikle bilinmeyen bir yere gömülürler. Mezar taşları siyaha boyanır. "Namusu" temizlenen evin damına beyaz bayrak asılır. Ya da duvarı beyaz kireçle boyanır. Çünkü hane aklanmıştır. Sonra da, adını bir daha anmaz kimse.
Ama biz Şemse'yi unutmayacağız. (BB/NK)
* Nebahat Akkoç, şiddete maruz kalan kadınlara psikolojik ve yasal destek sağlayan Kadın Merkezi'nin (KA-MER) kurucularından.