Boğaziçi Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ferhunde Özbay’ın anısına düzenlediği konferans 9 Mart Cuma günü yapıldı.
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesi, feminist akademisyen Prof. Dr. Ferhunde Özbay'ı 8 Nisan 2015'te kaybettik. Boğaziçi Üniversitesi Özbay'ın anısına düzenlediği konferansların ilkinin adını 1. Ferhunde Özbay Anma Konferansı: Aile, Evlilik & Türkiye'de Kadının İstihdamı (1st Ferhunde Özbay Memorial Conference: Family, Marriage & Women's Employment in Turkey) olarak belirledi.
Konferansta Boğaziçi Üniversitesi’nde Ekonomi Bölümü öğretim üyesi olan Şemsa Özar, “40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra Türkiye’de Kadın Emeği” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.
Sunumunu 40 yıllık bir sürede kadın hareketinde meydana gelen değişimleri anlatan bir kolaj halinde hazırlayan Şemsa Özar, kadın hakları mücadelesinde bir dönüm noktası olarak değerlendirilen Nermin Abadan Unat'ın 1978’de düzenlediği ve sonrasında bir kitaba dönüştürülen sempozyum ile ilk başlangıcı yaptı. Bu sempozyumda dile getirildiği gibi çözüm önerilerinde kadın emeğinin değerli kılınmasında ev içi ve ev dışı emeğin birlikte ele alınması gerektiği üzerinde yoğunlaştı. O zamanki talepleri dile getiren Prof. Dr. Özar ise şu soruyu sordu:
“Siyaset yaparken yeni şeyleri görüp siyasetimizi buna göre temellendirebiliyor muyuz? Gündemimizi karşı tarafa reaksiyon göstererek mi oluşturmalıyız yoksa yapılan yeni araştırmalardan destek almak kendi gündemimizi oluşturmamızı sağlar mı?”
Devamında ise bize güncel olarak kadın ve ekonomi alanında yapılan çalışmalardan bir seçki sundu.
İlk odaklandığı konu her şeyin başlangıç noktası olan ev içindeki durum.
2017’de yayınlanan Emel Memiş ve Ebru Kongar’ın yaptığı araştırmada TUİK 2016 zaman kullanımı araştırmasından yararlandı. Ortaya çıkan sonuca göre hane halkı ve aile bakımına harcanan zaman kıyaslandığında kadınlar günde ortalama 4.17 saatini ayırırken, erkeklerde bu süre 51 dakikaya düşüyor.
Üniversite mezunu kadın ve erkeğin ortalama ayırdığı zamana baktığımızda ise kadının ayırdığı saat 3.31 saate düşerken erkekte ise bunun 1.02 saate çıktığını görüyoruz. Alt kategorilere bakıldığında ise bunların fatura ödemek ve alışveriş yapmak gibi aktiviteleri kapsadığı görülüyor.
Ebru Kongar ve Emel Memiş’in aynı yıl yayınlanan çalışmasına göre kadın ve erkek arasındaki farkın yaşamın farklı evrelerinde karşılıksız emek için harcanan süre, yaşamın farklı evrelerinde istihdam oranı gibi verilerde de korunduğu görülüyor. Karşılıksız emek kategorisinde kadının ve erkeğin harcadığı zaman farkı, kadın çocuk sahibi olduğunda 6 saati buluyor. Hamilelik süresince işten çıkan çoğu kadın ise işe tekrar dönmüyor.
Bakım hizmeti “kamu zararı” mı?
Şemsa Özar “Böyle bir farklılık söz konusuyken sosyal politikaya karşı devlet nasıl bakıyor” sorusuyla sunumuna devam etti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin uygulaması ve sonrasında gelen yaptırım devletin bakım hizmetine karşı nasıl bir yaklaşımda olduğunu göstermesi açısından bize örnek oluşturuyor. Belediyenin 0-5 yaş aralığı için açtığı kreşlerin aylık ücreti 628 lira iken çalışanlarından sadece 160 lira alıyor.
Daha sonra Sayıştay yaptığı incelemede belediyenin kamu zararına çalıştığını tespit ederek kreşleri kapattırıyor ve zararı da daha önce indirimli fiyattan çocuğunu kreşe gönderen kişilerin maaşından kesiyor. Yani devletin bakım hizmetine bakışı ‘kamu zararı’ şeklinde. Çocuk bakımının büyük oranda anne tarafından yapıldığı, yüzde 2 gibi bir oranda ise bu rolü anneanne ya da babaannenin yaptığı ülkemizde bakım hizmeti kadını evde tutan en önemli sebepler arasında.
İpek Karacan iş ve özel yaşamın uyuşturulması projelerinde bakım yükünün nasıl kamulaştırılabileceği, çocuk bakım izinlerinin nasıl dağıtılması gerektiği ve çalışma iş saatlerinin azaltılması gibi konularda öneriler sunuyor. 1953’te çıkan bir yasa ile 150’den fazla çalışanı bulunan şirketlere kreş açma zorunluluğu getiriliyor.
Ancak günümüzde baktığımızda çoğu şirketin bu cezayı ödeyip kreş açmama yönünde bir tercih yaptığını görüyoruz. Karacan ise bunun sadece bir sosyal politika olarak değerlendirilmemesi gerektiğini, Türkiye’de bakım hizmetlerine yapılacak yatırımın istihdamın arttırılması, yoksulluğu azaltılması gibi katkıları olacağını savunuyor.
2016 yılı verilen istihdam oranlarına göre çalışabilir durumdaki her 100 kadından yalnızca 27’si çalışıyor. OECD ülkelerinin ortalamalarına bakıldığında Türkiye en düşük seviyede. 2005 yılından itibaren önemli derecede artan bir kadın istihdamı söz konusu. Ancak işsizlik verilerine baktığımızda en yüksek oranın gene kadınlarda görüldüğünü görüyoruz. Her 3 kadından 1’i işsizken erkeklerde her 4 erkekten 1’i işsiz. Kadınlar iş yaşamına daha çok katılıyor ama aynı zamanda daha çok işsiz kalıyor. Bu da bize sorunun sadece eve kapatılmak olmadığını, dışarıya çıktıklarında da iş bulmakta zorlandıklarını gösteriyor.”
Şemsa Özar bu verilerle birlikte, kulaktan dolma bilgiler yerine verilere dayalı politika üretme ihtiyacını tekrar vurguluyor.
İş yaşamında kadınlar
“Kadınların iş yaşamına girdiklerinde karşılaştıkları sorunları şu şekilde sıralayabiliriz: Ücret farklılığı, tükenmişlik sendromu, erkek egemen sendika yönetimleri, iş ortamında kullanılan cinsiyetçi söylem ve esnek çalışma saatleriyle birlikte eve taşan işler.”
İş ortamında maruz kalınan cinsiyetçi söylemi yönetici pozisyonundaki bir kadın çalışan şu şekilde anlatıyor:
“Üst düzey toplantılarda genelde erkek hakimiyeti olduğu için kullanılan dil de çok aşırı cinsiyetçi ve ayrımcı oluyor genelde. O ortamlarda ancak bir ya da iki kadın oluyorsunuz. Başınız önünüze eğiliyor, yani utanıyorsunuz konuşulan şeylerden... Bir şey söyleseniz nasıl bir tepkiyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz. Bulunduğum pozisyondan geriye mi düşerim endişesiyle kendinizi sıkıyorsunuz. Ben saha müdürüne ‘insanlar gelecekler, toplantı yapacağız’ diyorum. Adam, ‘güzeller mi’ diye soruyor. Ben bunu hiç komik bulmuyorum. Buna nasıl müdahale edeceğimi de bilmiyorum.”
“Tükenmişlik sendromu yaşıyorum”
Uzmanlığını tamamlamış bir kadın doktor ise yaşadığı bunalımı şu şekilde cümlelere döküyor:
“Ben 7 günde 8,5 günlük mesai yapıyorum. Yıkanmak, yüzümü yıkamak için, hatta makyajımı temizlemek için dahi vakit bulamıyorum. Beş senelik asistanlık dönemimde hiç yıllık izin kullanmadım. Mesai dışında çalıştığım saatlerin parasını alamadım. Mezun olunca mecburi hizmet yaptım. Sonra asistanlığımı bitirdim. Şimdi yandal uzmanlık yapıyorum, sonra yine mecburi hizmet yapacağım. Mecburi hizmet yüzünden erkek arkadaşımdan ayrıldım. Yandal yaptığım alanda Türkiye’deki 70 kişiden biriyim. Uzmanlığımı kazandım, maaşım yarıya indi. Bu yüzden özel hastanelerde nöbet tutuyorum. Tükenmişlik sendromu yaşıyorum.”
Yeni sloganımız “yaşam”
“Esnek çalışma saatleri uygulamaları sonucunda iş ve özel zaman ayrımı ortadan kalktı. Teknolojinin hayatımıza girmesiyle birlikte esnek çalışma saatleri eve sarkan saatlere yol açtı. Gerek akıllı telefonlarla gerek tabletlerle gerekse mailleşmelerle... Eve gidiyorsunuz orada yapacağınız başka bir sürü iş var; çocuk var, eş var. Tüm bunları halledip belki geceyarısı bilgisayar açıp çalışmaya başlayabiliyorsunuz. Böyle de bir sıkıntı.”
Bitmez tükenmez mail trafiği, evde tamamlanması gereken dosyalar, telefonun her an açık tutulmasının gerekmesi, gittikçe bu iki alan arasındaki ayrımı bulanıklaştırıyor. Özel hayat sürekli işle bölünen bir hal alıyor.
Özar’a göre kapitalizmin bizi getirdiği son nokta ise bu dönüşüm. Bütün bu baskının kaynağı kapitalist düzenken, çözüm gene kapitalizm tarafından sunuluyor. Verimliliği arttırmak için bilinçli farkındalık (mindfulness) yöntemi kullanan uygulamalar yaygınlaşmaya başlıyor. Her alanı kaplayan ve insan doğasına aykırı bu çalışma düzeninden insanı 20dakika gibi kısa sürelerle yapılan meditasyonla ayırıp bedenin ve ruhun dinlenmesini sağlamaya yönelik bu uygulamalar sorunun kaynağına inmek yerine sadece küçük kaçamaklar oluşturuyor. Bu durum karısında Özar ise şu cümleleri söylüyor:
“Daha önce iş saatlerinin azaltılmasını talep ediyorduk. Bazı taleplerimiz boşa düşmeye başladı. Yeni politikalar oluşturmak gerek. Hayatımızın bu kadar gasp edilmesi düzgün çalışan bir sistemin yolda çıkan sorunları değil, kapitalist ve patriarkal sisteme içkin, ona can veren ve ondan beslenen sorunlar. Duygularımızı ve bedenimizi kâra dönüştüren uygulamalara karşı politika üretmek gerektiğini düşünüyorum. Yeni sloganımız ‘yaşam’ olmalı.”
Konferans programı"1st Ferhunde Özbay Memorial Conference: Family, Marriage & Women's Employment in Turkey" başlıklı konferansta üç oturumda sunumlar verildi. Konferansın programı şöyleydi: Aile, Boşanma ve EvlilikKonferans 9.30'da "Aile, Boşanma ve Evlilik" oturumuyla başlayacak. Bu oturumda oturum başkanı Dr. Arzu Ünal. Kadir Has Üniversitesi'nden Bahar Aldanmaz; Hacettepe Üniversitesi'nden Faruk Keskin, Zehra Yayla ve İsmet Koç; Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden Ceren Lordoğlu, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden Aslı Çoban birer sunum verecek. Emek Dünyasında Kadın DeneyimleriVerilen aradan sonra Prof. Dr. Şemsa Özar "40 yıl önce 40 yıl sonra Türkiye'de Kadın Emeği" başlıklı bir ara sunum yapacak. Özar'ın sunumu "Emek Dünyasında Kadın Deneyimleri" adlı ikinci oturumun girişi olacak. Oturum Doç. Dr. Didem Danış yapacak. Bu oturumda Hacettepe Üniversitesi'nden Cansu Güvenel Duman; yine Hacettepe Üniversitesi'nden Ayşe Abbasoğlu Özgören; ve Koç Üniversitesi'nden Aslı E. Mert'in sunumları var. Kadın İstihdamı, Kadınlık ve BedenOturum başkanlığını Prof. Dr. Nükhet Sirman'ın yapacağı oturumda İstanbul Şehir Üniversitesi'nden Merve Kütük-Kuriş, Z. Selen Artan-Bayhan; Ankara Üniversitesi'nden Zuhal Esra Bilir; ve Hacettepe Üniversitesi'nden Kadriye Bakırcı'nın sunumları olacak. |
1. FERHUNDE ÖZBAY ANMA KONFERANSI
1- Şemsa Özar: Kapitalist ve Patriarkal Sisteme Karşı Sloganımız 'Yaşam' Olmalı
2- Türkiye'de Aile ve Evliliği Tartışmak Tercih Değil Mecburiyet
3- Kadının İstihdamı, Kadınlık ve Beden
Ferhunde Özbay hakkındaBoğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesiydi; sosyolog, demokraf ve Ankaralıydı. 8 Nisan 2015'te 71 yaşında hayata veda etti. Sosyal Hizmetler Akademisi çıkışlıydı. Yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi'nde doktorasını ise Amerika Birleşik Devletleri'nde Cornell Üniversitesi'nde yaptı. Daha çok göç, aile, ev içi emek ve sosyal tarih gibi alanlarda çalıştı. Çalışmalarında kadının sosyal demografik yapısında, aile kurumu içinde ve iş hayatındaki rollerini ve bu rollerin zamanla değişimlerini gözlemledi. Kadın İstihdamını Geliştirme Girişimi (KEİG) kurucularındandı. Öne çıkan çalışmalarıTürkiye'de Nüfus Hareketleri, Devlet Politikaları ve Demografik Yapı, Özbay F. ve diğerleri, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Ankara. 1-69. (2002) "Evlerde Elkızları: Cariyeler, Evlatlıklar, Gelinler", Feminist Tarihyazımında Sınıf ve Cinsiyet, Leonore Davidoff, Ayşe Durakbaşa (eds.), İstanbul: İletişim. (2002) "Gendered Space: A New Look at Turkish Modernisation" Gender & History. Leonore Davidoff et al. (eds.) Blackwell, Oxford. (2000) Türkiye'de Evlatlık Kurumu: Köle mi Evlat mı? Boğaziçi Üniv. Yayınevi: Istanbul. 42 s. (1999) |
(EÜ/HK)