Kervan işler bu xandan.
Gel siyah zülfüni xerac eyle zalım yar.
Kurtar beni bu kandan!"
Bir uzun hava'dan.
Dilerseniz bir miktar bellek taraması yapalım. Köşe yazımız Akşam Gazetesinin 4 Ağustos 2005 tarihli nüshasından, Ümit Özdağ'a ait. Merak eden daha ilginç olması açısından tümüne de bakabilir.
"Kuzey Irak Kürtlerine Türk firmalarının verdiği bütün distribütörlükler iptal edilmelidir. Bu bazı işadamlarımızın hoşuna gitmeyebilir. Ancak bugün üç kuruş kazanacağım diye körlük ederlerse yarın o kadar çok şey kaybederler ki, kendileri bile şaşırırlar kaybettiklerine."
"PKK'ya karşı Kuzey Irak'ta örtülü bir savaş verilmelidir. Zaho, Erbil, Dohuk, Süleymaniye ve Kerkük'te hatta Bağdat'ta PKK'ya ait binalar havaya uçurulabilir. PKK'nın yönetici siyasi kent kadroları öldürülebilir. PKK'ya alt yapı hazırlayan Kuzey Iraklı unsurlara karşı değişik içerikli cezalandırma yollarına gidilebilir. Üstelik bütün bunların yapılması durumunda hiç kimse Türkiye'yi suçlayamaz."
"Dün Kerkük'te PKK'nın açtığı büro tartışmaları yapılıyor basınımızda. Ankara'nın Washington'dan bu büronun kapatılmasını isteyeceği söyleniyor. Türkiye için hüzün verici bir durum. Oysa olması gereken ortada. Hiçbir resmi tepki göstermeye gerek yok. Kerkük'teki binayı havaya uçurursunuz ve susarsınız..."
"Özetle Türkiye'nin güvenliğini sağlamak için yapılabilecek o kadar çok şey var ki. Ancak yapabilmek için 15 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Bandırma Vapuru'na binebilecek yüreğe sahip olmak gerekiyor. AKP hükümetinden Bandırma Vapuru'na binecek çıkar mıydı?..."
Şimdi bir başka yazıya bakıyoruz.
"Kürt varsa sorun vardır ". "Çok basit bir şekilde ifade etmek gerekirse Kürt varsa sorun vardır, sorunun çözümü ise PKK'nın bitirilmesi değil, Türk milletinden bağımsız bir Kürt kimliğinin bitirilmesidir. Hem ayrı bir Kürt kabul etmek hem de bundan doğan sorunları çözmek, Türk devletinin kendi başına açtığı bir iştir. Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kalacaksa, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin kendisine ben Türküm demesini isteyecek, Türkçe konuşmasını isteyecektir. Bu aynı zamanda tarihsel açıdan da bir gerçekliktir. Çünkü, bugün kendisine Kürdüm diyenlerin çok büyük bölümü Kürt değil, has be has Türk'tür, ama zorla Kürtleştirilmişlerdir. "
"Türk oğlu, Türk kızı Türklüğünü koru!"
"1- Her Türk, alışverişini mutlaka Türk'ten yapmalıdır. Kürde aktarılan para PKK'ya maddi destek demektir. Türk, bu maddi desteği kesmezse, hem Türklerin mali gücü olmayacaktır, hem de Kürdün altında ezilecektir.
"2- Her Türk, Türkçe konuşmalıdır. Bunu da İstanbul şivesi ile konuşmalıdır. Dil varsa millet vardır. Ancak şehri istila eden Kürtler kendi dillerini hakim kılmaktadır. Bunlarla temas içinde Türkler de şivelerini bozmakta, Türkçe konuşsa bile adeta Kürt şivesiyle Türkçe konuşmaktadır. TV'lerdeki Kürt dizilerinin, Kürt müziğinin, her adım başı Kürtçe müzik çalan barların, kasetçilerin, minibüslerin ortasına düşen Türk ister istemez lisanını yitirmektedir. Buna direnmek için: Türk, Kürt dizisi izlemez. Kürtçe müzik dinlemez. Kürtçe müzik çalan barlara gitmez. Kürtçe konuşulan minibüse binmez. Kürtçe kaset satan dükkandan alışveriş yapmaz.
" 3- Türk, ancak modern şehir hayatında kendini ifade edebilir. Türk medeniyeti, köyden gelen etkilere kapatılmalıdır. Köy, her halükarda Kürtçülüğün yaşam alanıdır. Yıllarca İstanbul'da Sivaslı, Erzincanlı, Malatyalı, Tokatlı Alevi kitlenin yarattığı köy ortamı, Kürtçülüğü güçlendirmiştir. Türk'ü saza mahkum eden köylü kafası, bugün şehirleri Kürt kültürüne teslim etmiştir.
"4- Türkler, yemeklerine sahip çıkmalıdır. Türk'ün damak tadı, Kürt yemekleri ile yer değiştirmektedir. Türk'ü kebaba, lahmacuna mahkum eden anlayışla mücadele edilmelidir. Yemek, kültür savaşının bir parçasıdır. Mc Donaldslar ne kadar tehlikeli ise Kürt mutfağı da o kadar tehlikelidir. Başka kültürlerin yemeklerini yiyen kültürler asimle olur. O nedenle Türk, Türk mutfağına sahip çıkmalı, başka şeyler yememelidir.
"5- Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenokan'dan çıkartacak bir kurtarıcıdır."
Şimdi birer ay arayla yayımlanan ilki Ümit Özdağ ikincisi Gökçe Fırat' a ait bu iki yazının tamamını basından ve medyadan okuyup izleyenler açısından olaya bakacak olursak Avrupa Birliği sürecine rağmen alenen Şemdinli'de yaşananlara şaşmamak gerekir diye düşünmeden edemiyor insan.
Hatta biraz daha ileriye giderek Mersin, Trabzon ve diğer yerlerdeki linç girişimleri de aynı kategoride değerlendirilmeli.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim: Şemdinli-Susurluk Farkı!
Düşünün ve hayal dünyanızda tartışın bakalım ne yanıt bulacaksınız! Susurluk olayından hemen sonra Susurluk sakinlerinin bir televizyon kanalına yapmış oldukları açıklamayı izlemiştim.
"Biz Susurluklular olarak çok sakin ve bu işlere uzak insanlarız. İlçemizin adının da bu tür terör işleri ile anılmasını istemeyiz."
Gibilerinden laflar etmişlerdi Susurluklular. Oysa Susurlukta bir kamyonla bir taksinin çarpışması o günün Türkiye'sinde (bugün de öyle!) olağanüstü bir durumdu.
O güne dek bu ülkede kapalı kapılar arkasında söylenenler bir anda bir kaza sonucu ayan beyan, aşikâr olmuştu. O denli açığa çıkmıştı ki; neredeyse herkes "Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" diyordu.
Diyordu ama Susurluklular da, "aman bizden uzak olsun" diyorlardı.
Sonra memleketin en doğusunda bir sınır ilinde Hakkari Şemdinli'de bir kitapevine bomba atan bir kamu görevlisi ve mesai arkadaşları suçüstü edilerek Şemdinli Halkı tarafından derdest edilip suç delilleri ile birlikte kamuya teşhir edilip devlet görevlilerine teslim edildi.
Yetinmeyip tüm Türkiye kamuoyunu olaya sahip çıkıp duyarlı kılmaya davet ettiler. Günlerce işyerlerini açmadılar.
Kim bilir belki de Kasım ayı karanlıklar çığırtkanlarına yaramıyordu. Değil mi ki birinin adı Susurluktu ve 3 Kasım 1996'da vuku bulmuştu. Öbürünün adı ise Şemdinli idi, 9 Kasım 2005 idi bu kez tarihler...
Aslında belki de bu örnek olay ışığında yaşanan onca yıkıma rağmen Kürt halkının demokrasi istemi konusundaki kararlılığına ve demokrasi kültürüne hem de kitlesel olarak kattıklarına cidden bakmak bir gereklilikti artık...
Sahi yoksa siz hala Ergenekon'dan çıkacak kurtarıcıların yaratacağı kaos ortamlarının bu ülkenin gerçek geleceği olacağına inananlardan mısınız?
Yok, yok ben iyimserlerdenim. Şemdinli şarkıları nar taneleri misali çoğalıyor bugünlerde...
Aslında Şemdinlililerin yaptığı elaleme derstir Şemdinli'ce. Ya da Hamit Geylani'nin "Zap'ın Ezgisi"nde dizeleridir Geylanî kavliyle;
"Nasturiler öncesinden bugüne
sallanan bir hamakta
çoğulcu kültürler serüveni
elem ve kederde uyurken
Nisanla Mayısın buluştuğu
Seher vakti
Roj baş demeye geldim" (ŞD/BA)