İki yıl önce ülkenin en ırak ilinin en ücra kasabası olan Şemdinli'de meydana gelen olaylar Türkiye demokrasisi ve hukuk sisteminin son zamanlardaki en en büyük sınavı olmuştur. 9 Kasım 2005'te öğleye doğru Türk Silahlı Kuvvetleri'ne mensup iki astsubay ve kamu görevlisi konumundaki bir PKK itirafçısı, PKK üyeliği yüzünden 15 yıl hapis yatan Seferi Yılmaz'a ait Umut Kitabevi'ni bombalamak üzere Şemdinli'ye gelmişlerdir. İtirafçının küçük bir pasajın dibinde bulunan kitabevine attığı iki el bombası dükkanda öğle yemeği yemek için bulunan Zahir Korkmaz'ın ölümü ve Metin Korkmaz'ın yaralanmasıyla sonuçlanmıştır.
Bombaların atıldığını gören Seferi itirafçının peşine düşmüştür. Sonuçta bombacı ve onu caddede Jandarmaya kayıtlı bir arabada bekleyen iki astsubay Şemdinli esnafı tarafından suçüstü yakalanmış ve kaçmalarına izin verilmemiştir. Olayın akabinde oluşan toplumsal infial ve gelişen yargı süreci Türkiye demokrasi mücadelesinde kalıcı izler bırakacak açılımlara gebe olmuştur.
Şemdinli olayı ve dava süreci Türkiye siyasetinin ve yargısının temel sorunlarına ışık tutmaktadır. Şemdinli saldırısı ve dava sürecinin gelişimini doğru tahlil etmek Türkiye'de gerçek anlamda demokratik ve temel hak ve özgürlüklere saygılı bir rejimin tesisi için Anayasal tartışmalar kadar önem arz etmektedir.
Tampon bölge olarak Şemdinli
Şemdinli coğrafi, dini, tarihi ve siyasi bakımlardan ülkenin en hassas yörelerinden biridir. Coğrafi olarak Şemdinli ilçesi, Türkiye, İran ve Irak sınırlarının birleştiği noktaya açılan bir çıkıntı niteliğindedir. Her üç ülkenin sınır boylarında yaşayan insanlar arasında sıkı akrabalık ve aşiret bağları yaygındır. Dağ silsilelerinin oluşturduğu sınır kaçakçılığa son derece elverişlidir.
Her iki sebepten dolayı da sınırda düzenli olarak kontrolü sağlamak ve kaçak geçişleri engellemek mümkün değildir. Şemdinli mıntıkası aynı zamanda uzun yıllar Nakşibendiliğin önemli kollarından birinin odağı olmuştur.
Şimdiki kasaba merkezine 20 km. uzaklıkta bulunan Nehri (bugünkü adıyla Bağlar köyü) 19. yüzyılın ilk yarısında meşhur İslam bilginlerinden Mevlana Halidi'nin müridi olan Seyyit Taha'nın ailesi tarafından yurt edinilmiştir. Aile kısa zamanda dini otoritesini siyasi otoriteye çevirmiştir. Seyyit Taha'nın oğlu Şeyh Ubeydullah ve torunu Seyyid Abdülkadir erken dönem Kürt milliyetçiliğinin önemli simaları olarak bilinirler. Hem Nakşibendilik hem de Kürt milliyetçiliği Şemdinli'de kalıcı bir miras bırakmıştırlar.
Bütün bu sebeplerden dolayı PKK'nin 1984 yılında silahlı eylemlerine başlangıç olarak Şemdinli'yi seçmesi tesadüf değildir. Umut Kitabevi sahibi Seferi Yılmaz bu eyleme destek sağlamaktan ceza almıştır. Kısacası Şemdinli Türkiye'de devlet otoritesinin en güç tesis edilebildiği bölgelerin başında gelmektedir.
Devlet otoritesinin tesisi
15 Temmuz-9 Kasım tarihleri arasında Hakkari il sınırları içerisinde 18 bombalama eylemi yaşandı. İlginç olan 9 Kasım bombalamasına kadar bu eylemlerin faillerinin hiçbirinin yakalanmamasıdır. Devlet güvenlik görevlilerinden çeşitli siyasi görüşlere sahip vatandaşlara kadar geniş bir kesim bu saldırılarının bir kısmının PKK tarafından yapılmadığı kanaatine sahiptir.
Gerçekten de bombalama olaylarının bazılarının PKK tarafından yapılmış olması akıl sınırlarını zorlamaktadır. Örneğin 1 Eylül Barış Günü dolayısıyla Şemdinli'de düzenlenen etkinlikler esnasında bomba patlamış ve 14 kişi yaralanmıştır. Eylemden sonra kasaba içerisinde "Beş Şehidin Kanı Yerde Kalmayacak" bildirileri dağıtılmıştır. Bu bildiride kastedilen, 5 Ağustos'ta Şemdinli'de meydana gelen patlamada 5 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun hayatını yitirmesi olayıdır. Ayrıca 15 Eylül ve 28 Ekim tarihlerinde PKK'ye sempatisiyle bilinen bir işadamına ait "Zagros" İş Merkezi'nde patlamalar olmuştur.
Emniyet yetkilileri TBMM Meclis Araştırması Komisyonu'na verdikleri ifadelerde iki diğer saldırıyla birlikte bu beş olayın PKK'nin stratejisine uymadığını belirtmişlerdir. Daha sonra meslekten ihraç edilen ve avukatlık yapma hakkı da elinden alınan Van Cumhuriyet Savıcı Ferhat Sarıkaya da ender görülen titiz bir soruşturmaya dayanan iddianamesinde PKK'yle mücadelede hukuki olmayan yöntemlerin sık sık kullanıldığını ortaya koymuştur.
PKK'ye karşı mücadelede hukuk dışı yöntemlerin benimsenmesi ve emir-komuta zinciri içinde hayat geçirilmesi esasen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gayri nizami harp stratejisinin temel direklerinden biridir. 1990'ların başından beri uygulanan bu stratejiye göre devlet PKK'ye karşı galip gelmek istiyorsa vatandaşların gözünde örgütten daha çok korkulacak bir güç haline gelmelidir.
Ana hedef vatandaşların korku kültürünü içselleştirmeleridir. Eğer korku kültürü hakim olursa halk sinip PKK'ye destek vermez ve siyasi içerikli talepler ortaya koymaktan vazgeçer. Devlet otoritesini dişini göstererek ve "bölge halkının anlayacağı dili" konuşarak gösterecektir. Siyasi kimliği olan herkes hedeftir ve tehlikenin ne zaman nereden geleceği belli değildir.
"Faili meçhul" cinayetler bu stratejinin uygulamaya geçmesidir. Cem Ersever'den başlayarak bölgede görev yapmış üst düzey askerlerin anıları, Abdülkadir Aygan gibi PKK'den devlet saflarına geçmiş militanların itirafları, TBMM ve sivil toplum örgütlerinin hazırladıkları raporlar, bölge halkının anlattıkları ve bazı gazetecilerin yaptıkları araştırmalar bu stratejinin detaylarını bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Şemdinli'de 9 Kasım 2005'te vuku bulan olay kamusal denetimin dışında ve sivil otoritenin kontrollünden tamamen bağımsız çalışan gayri nizami harp örgütlenmesinin ilk defa "iş üzerindeyken" ifşa edilmesidir.
Yargı süreci ve sorumsuzluk kültürü
Ferhat Sarıkaya'nın hazırladığı iddianame Türk yargı sistemi açısından bir milat niteliği taşımaktadır. Savcının motivasyonu her ne olursa olsun, iddianamede ulaştığı tespitler son derece önemli ve isabetlidir. Savcı iddianamesinde bombalı saldırıyı gerçekleştiren üç kamu görevlisinin gıyabında Devletin PKK'yle mücadele adı altında giriştiği hukuk dışı ve tamamen şiddet ve korku temelli uygulamaları yargılamaktadır.
Sonuçta savcı aforoz edilmiş ve mahkeme sürecinde iki astsubay ve itirafçıyı görevlendiren örgütlenmenin üzerine gidilememiştir. Ayrıca, Yargıtay olayın üç sanığı hakkında verilen uzun hapis cezalarının eksik soruşturma yönünden bozulmasını ve davanın Askeri Mahkeme tarafından görülmesini talep etmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri Yargıtay'ın tavrına karşı direniş sergilemişlerse de sonunda pasifize edilmişlerdir. Dava şu anda Askeri Mahkeme sürecine girmek üzeredir. Üç sanığın da ileride tahliyeleri çok muhtemeldir.
Yargı sürecinde yaşananlar göstermiştir ki Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere devlet kurumları gayri nizami harp uygulamalarının meşru olduğuna inanmaktadırlar. PKK'ye karşı savaşta görev alan en üst rütbeli kişiden en alt seviyedeki görevliye kadar herkes meşru bir davanın yolunda savaşmıştır. Bu nedenle suçüstü yakalansalar ve kendilerine verilen görevi başarısızlıkla sonuçlandırsalar bile Şemdinli olayını gerçekleştiren üç kişi de feda edilmemiştir.
Bu ödünsüz tavrın nedenini anlamak zor değildir. Bu kişilerin cezalandırılması gayri nizami uygulamalarda görev alan devlet mensupları arasında büyük bir huzursuzluk yaratacaktır. Şimdiye kadar sorumsuzca ve pervasızca hareket eden binlerce güvenlik görevlisi bir anda potansiyel suçlu durumuna düşecektir. Böyle bir sonuç gayri nizami örgütlenmenin çözülmesine yol açacak ve bir anlamda Devletin kendi kendini inkarı anlamına gelecektir. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın Şemdinli iddianamesini "dünya hukuk tarihine geçecek bir hukuk cinayeti" olarak nitelendirmesinin altında bu anlayış yatmaktadır.
PKK'yle mücadele yer alan güvenlik görevlileri için General Mustafa Muğlalı'nın başına gelenler tam anlamıyla bir kabustur. Muğlalı, Van'ın Özalp ilçesinde 30 Temmuz 1943 yılında 32 köylüyü kurşuna dizdirdiği için 1949 yılında yargılanmıştır. İlk önce ölüme mahkum edilen Muğlalı daha sonra 20 yıla hapisle cezalandırılmış ve 1951 yılında hapisteyken yaşamını yitirmiştir. Şu anda Özalp ilçesinin jandarma sınır taburunun konuşlandığı yerin adı Mustafa Muğlalı Kışlası'dır ve Generalin Harp Akademileri bahçesine 1997'de büstü konmuştur. Bu sembolik hareketler Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yargı denetimine ve kamusal sorumluluğa karşı tavrını net olarak ortaya koymaktadır.
Şemdinli'nin mirası
Şemdinli olayının ve dava sürecinin ülkemizdeki demokrasi mücadelesi bakımından üç önemli sonucu oldu. İlk olarak Susurluk olayından beri ilk defa devletin gayri nizami yöntemleri kamuoyunu tarafından yoğun bir şekilde sorgulandı. Hukuk dışı ve şiddetin her türlüsünü mübah gören uygulamalar kamuoyunda meşruiyet buldukça devam edecektir. Şemdinli süreci bu anlamda bir meşruiyet tartışması yarattı ve kısa süreli de olsa gayri nizami örgütlenmeyi savunma durumuna soktu.
Demokratik ve insan haklarına riayet eden bir yönetimin Türkiye'de tesisi için baskıyla ve terörle vatandaşlar arasında korku salmaya yönelik uygulamaların kati olarak terk edilmesi zorunludur. Şemdinli bu mücadele doğrultusunda toplumsal hafızayı ve bilinci zinde tutacak temel referans noktalarından biri olacaktır.
İkinci olarak, Şemdinli dava süreci Türkiye'de ahlaki ve mesleki sorumluğa sahip hukuk insanlarının devletin PKK'yle olan mücadelesine ve Kürt sorununa yaklaşımına hakim olan sorumsuzluk kültürünü ve dokunulmazlık zırhını ortadan kaldıracak iradeye sahip olabileceklerini ortaya koydu. Pek tabii ki, bu irade olağanüstü baskı karşısında yenik düşmüş ve şimdilik tasfiye edildi. Yine de, Türkiye'de hukuk üstünlüğünün inşası açısından Şemdinli dava süreci önemli bir emsal teşkil edecektir.
Son olarak, Şemdinli olayı PKK'yle mücadele adı altında meşrulaştırılan ve her türlü siyasi talebi tehlike olarak gören gayri nizami harp stratejisinin kamuoyu tarafından sorgulanmasında ve reddedilmesinde küçük ama anlayış değiştirici bir adım teşkil etti.
Hukuk dışı, şiddet bazlı ve vatandaşlar arasında bir korku kültürü yaratmayı amaçlayan gayri nizami harp stratejisi PKK'nin etkisini geçiçi olarak kırmıştır ama kalıcı sonuçları çok vahimdir. Hakim uygulamalar vatandaşlarının sürekli olarak ayrımcılığa maruz bırakmaktadır. Haksızlık bir yaşam biçimi olmuştur.
Oluşan siyasi kültür, vatandaşların ülkeye aidiyet duygularını zedelemekte ve uzun vadede PKK'yi ortaya çıkaran ve güçlendiren koşulları beslemektedir. Bununla birlikte gayri nizami harp örgütlenmeleri kendi varoluş koşullarını sürekli kılacak davranışlarda bulunmakta ve çatışma ve korku atmosferinin daim olmasını sağlamaktadırlar. Kamuoyunun Şemdinli olayının mirasına sahip çıkması bu tehlikeyi bertaraf etmek bakımından hayati önem arz eder. (GMT/TK)
* Dr. Güneş Murat Tezcür, Loyola Üniversitesi, Chicago