“Bakın Bakın! Halkın parası ile kendilerine saraylar yapmışlar... Bütün israf ve şatafatlarını halka tek tek göstereceğiz. Yorum sizin...”
Haziran 2018’de yapılan genel seçimlerde Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili seçildi. Milletvekilliğinde bir yılı doldurmadan Mart 2019 yerel seçimlerinde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı oldu.
Yukarıdaki sözleri ise; 16 Nisan 2019’da sosyal medya hesabından paylaştı doktor-siyasetçi Selçuk Mızraklı. Belediyeyi kayyım Cumali Atilla’dan aldı ve Atilla oldukça yüklü miktarda bir borç bıraktı. Bu cümleleri, kayyımın görkemli makam odasına tepkiydi.
Yüzde 60’ın üzerinden bir oy ile seçildi Mızraklı ancak çok geçmeden İçişleri Bakanlığı kararıyla 19 Ağustos 2019'ta görevinden alındı ve yerine kayyım atandı.
Kayyım atanmasının ardından belediye önünde Diyarbakır halkıyla beraber günlerce oturma eylemi yaptı ve iki ay sonra 21 Ekim 2019 günü gözaltına alındı ve bir gün sonra 22 Ekim'de çıkarıldığı mahkemede H. B.A. isimli bir tanığın iddialarıyla 'örgüt üyesi olmak', 'örgüt propagandası yapmak' suçlamalarıyla tutuklandı.
Tutukluluğuna defalarca kez itiraz edildi, itirazlar reddedildi. Tutuklanmasına gerekçe yapılan H.B.A’nın iddiaları resmi belgelerle çürütüldü fakat Mızraklı tüm belgelere rağmen 9 Mart 2020’de görülen karar duruşmasında 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı.
Dosya Yargıtay’a taşındı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi, cezayı bozdu, dava yeniden görülmeye başlandı. Ancak bu kez bir başka itirafçının beyanları dosyaya girdi. Bu sırada iddiaları nedeniyle tutuklandığı H.B.A’nın ise 2012 yılından bu yana emniyet bünyesinde çalıştığı ortaya çıktı.
Mızraklı’nın tutukluğu 22 Ekim’de dördüncü yılını geride bırakacak. Avukatı Muhsin Bilal, geçen dört yılı, Mızraklı dosyasında neler olup bittiğini bianet’e anlattı.
Bilal, bianet’in sorularına yanıtları...
"İtirafçının beyanları kurgu ürünü"
Selçuk Mızraklı hakkında açılan davanın en başına dönersek dosyada ne vardı, Selçuk Mızraklı neden tutuklu?
Türkiye’de siyasal rejimin kimliği ve yargının bu kimliğin inşasında taşıyıcı sütunlardan biri olduğu gerçeği vurgulanmadan bu soruya tatmin edici bir cevap verebilmek mümkün değil kanımca. Selçuk Mızraklı’nın yargılandığı davanın politik saiklere yaslandığı, hukuki çerçevenin sistematik bir biçimde ihlal hatta iğdiş edildiği tarzındaki retorik doğru olsa dahi bu davanın niteliğini tek başına izah etmekte yetersiz kalıyor. Zira, belediye başkanlarının -devletin yıkıcı gücünü ve kutsal varlığını temsil eden- liderin arzu, ihtiyaç ve iradesine göre atanması gerektiği zamanında yüksek perdeden ifade edilmişti.
Örneğin, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart Yerel Seçimleri öncesinde 7 Ekim 2018 tarihinde Kızılcahamam’da AK Parti 27. İstişare ve Değerlendirme Toplantısında yaptığı konuşmada 2019 yerel seçimlerini işaret ederek “Bu seçimlerde de bu tür teröre bulaşmış olanlar, olur ya, sandıktan çıkacak olurlarsa öyle bekleyelim yok, anında gereğini yapıp kayyım tayinleri ile yolumuza devam edeceğiz. Beklemek yok,” demişti. Cumhurbaşkanı aynı mesajı 25 Şubat 2019 tarihinde Yozgat’ta düzenlenen bir mitingde yaptığı konuşmada da yinelemişti. Görüldüğü üzere hükümetin belediye başkanlarını görevden uzaklaştırma ve yerlerine kayyım atama kararı, seçimlerin yapılmasından önce verilmişti.
İktidar sahiplerinin totaliter zihin dünyasını temsil eden bu fikir ve politik üslubun bırakın hukukun temel prensiplerini, kanun ile düzenlenmiş bulunan temel kuralları dahi geçersiz ilan ettikleri, kanun hükümlerini kendi iradeleri karşısında değersiz gördüklerine her gün şahitlik ediyoruz. Bu çerçevede, Kürtlerin güçlü ve etkili desteği ile Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Selçuk Mızraklı’nın yerine kayyım atanması için kanuni bir gerekçe dahi yaratma endişesi taşımayan soruşturma ve yargı organları siyasal otoritenin beklentilerine uygun bir biçimde itirafçının çıplak yalanlarına dayanan beyanları ile tutuklama kararı verdi. Nitekim itirafçının beyanlarının tümüyle kurgu ürünü olduğu hem resmi belgeler ile kanıtlandı hem de beyanlarını içeren tutanakların sahte bir biçimde düzenlendiği ortaya çıktı.
“Mahkeme de iddiaların kurgu olduğunu biliyor”
Yargılama boyunca neler yaşandı?
Duruşmalar yapıldı lakin hukuki çerçeveye uygun bir yargılama yapılmadı. Mahkeme Selçuk Mızraklı hakkında iftirada bulunan itirafçının beyanlarının sahte ve kurgu mahsulü olduğunu çok net olarak biliyor olmasına rağmen yargılama dediğimiz faaliyeti değersiz kılacak biçimde “Ceza Tayin ve Tespit Komisyonu” olarak kendini konumlandırdı. Aydınlatıcı olması bakımından birkaç kritik noktayı ifade etmek isterim. İtirafçı H.B.A Kayseri Bünyan Kadın Cezaevinde tutuklu iken 20 Mart 2019 tarihinde Diyarbakır’a getirilip beyanda bulunması sağlanıyor. Halbuki Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı hakkındaki Kanunun 92/2 maddesi tutuklu ve hükümlülerin cezaevi dışına çıkarılmasına ilişkin kanuni çerçeveyi net bir biçimde çizmiştir.
Kanuna göre "Terör ve örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak alınan bilgilerin teyidi bakımından hükümlü veya tutuklular, rızaları alınmak koşuluyla, ilgili makamın ve Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine sulh ceza hâkimi kararı ile geçici sürelerle ceza infaz kurumundan” alınabilirler. Ancak itirafçının cezaevi dışına çıkarılmasına dair rızası olduğunu gösteren bir belge, Cumhuriyet Başsavcılığının yazılı talebi ve Sulh Ceza Hakiminin kararı yoktu. Hukuken sahte olduğu ortaya çıkan 20 Mart 2019 tarihli tutanakta (yerel seçimden 11 gün önce) yer alan bilgiler ise soruşturma ve yargı makamlarının delile dahi ihtiyaç duymadan karar verdiklerini gösteriyordu.
İtirafçı H.B.A., 20 Mart 2019 tarihli beyanında; 2012 yılının sonu veya 2013 yılının başlarında bir gün sabah mesaiye gittiğinde yoğun bakım ünitesinde, gece geç saatlerinde bağırsak düğümlenmesi şikayetiyle kırsal alandan getirilen bir örgüt mensubunun ameliyat edildiğini, bağırsaklarının bir kısmının kesildiğini, ancak bunu görmediğini sadece duyduğunu, sabah saat 10:30 sıralarında yoğun bakımda bulunan örgüt mensubunun hastaneden gittiğini iddia etmişti.
Bağırsağın kesilip alınması gibi ağır bir ameliyatın yapılacağı bir hastanın hastaneye kabulünden ameliyata alınmasına ve akabinde kaçınılmaz olarak yoğun bakıma alınmasına kadar geçen sürenin çok sıkı tıbbi, yasal ve idari protokoller üzerinden yürüdüğünü, kayıtlar olmaksızın bu işlemlerin yapılmasının hiçbir şekilde mümkün olmadığını, bağırsağın kesilip alınması gibi bir ameliyatın anestezi uzmanı tarafından değerlendirilmesi, katılımını ve takibini zorunlu kıldığını, yoğun bakıma alınan böyle bir hastanın sabah yoğun bakımdan çıkarılmasının kaçınılmaz olarak ölümüne yol açacağı gerçeğini tıbben de kanıtlamamıza rağmen dikkate alınmadı.
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Diyarbakır İl Müdürlüğü tarafından mahkemeye gönderilen H.B. A.’ya ait SGK Hizmet Dökümü, işe giriş ve çıkış bildirgelerinde, itirafçının 15 Eylül 2011 tarihinde Diyarbakır Veni Vidi Hastanesinde işe girdiği ve 2 Mart 2012 tarihinde işten çıktığı tespit edilmişti. Özetle itirafçının iddia ve beyan ettiği tarihte Diyarbakır Veni Vidi Hastanesinde çalışmadığı resmi belge ile kanıtlandığı halde mahkeme Selçuk Mızraklı’nın tutukluluk halinin devamına karar verdi.
“Ceza vermek için delile ihtiyaç duymadılar”
Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi üst sınırdan 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası verdi. Mahkemenin gerekçesi neydi?
Mahkemenin cezalandırma kararının temel gerekçesi itirafçı beyanlarının yeterli olduğu kabulüne dayanıyordu. Nitekim mahkeme gerekçeli kararında itirafçı H.B. A.’nın "iftira atmasını gerektiren sebeplerin açıkça tespit edilemediği, samimi şekilde pişmanlık duyduğu, yaşı, karakteri ve kültür seviyesi"nin beyanlarına itibar etmesi için yeterli olduğunu ifade etmişti.
Bu olgu siyasi otorite ile aynı zihin dünyası içinde yer alan mahkemenin Selçuk Mızraklı’nın tutuklanması ve ceza verilmesi için hiçbir delile ihtiyacının olmadığını, politik görüş ve mülahazalar üzerinden karar verebileceğini yeterince ortaya koyan bir örnekti.
“Bozma kararından sonra tüm argümanlar çöktü”
Yargıtay, mahkemenin 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasını bozdu ve yeniden yargılama başladı, İki duruşma görüldü, duruşmalar nasıl ilerliyor?
Yargıtay 3. Ceza Dairesinin bozma kararının içeriği ve gerekçesi mahkemenin cezalandırma kararının hukuken geçerli ve makul nedenlere dayanmadığı gerçeğini ortaya koyuyordu. Bozma kararından sonra Selçuk Mızraklı hakkındaki tüm iddiaların çöktüğü ve mahkumiyete ilişkin mahkemenin dayandığı tüm argümanların geçersiz hale geldiği gerçeğini defalarca ifade etmemize rağmen tahliye taleplerimiz reddedildi.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi mahkemenin kararını bozarken araştırılmasını istediği tüm konulara ilişkin mahkemeye gelen belgeler mahkumiyetin ve tutuklamanın hukuka dayanmadığını tartışmasız bir biçimde gösterdi.
“Tahliyeyi önlemek için yeni bir itirafçı bulundu”
İkinci duruşmada dosyaya bir açık tanık girdi, kimdir bu tanık, iddiaları nedir? Dosyaya ne zaman girdi?
Selçuk Mızraklı’nın yargılandığı davanın esasını oluşturan tüm iddiaların çökmesi ve mahkumiyet kararına dayanak yapılan tüm delillerin geçersiz hale gelmesi üzerine tutuklanmasına karar veren politik-idari otorite ve mercilerin tutukluluğun devamı yönündeki iradi müdahaleleri neticesinde Ümit Akbıyık adlı itirafçı Selçuk Mızraklı aleyhine iftira ve kurgu mahsulü beyanda bulunmuştu.
12 Ocak 2023 Saat: 02.10'da Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğünde, avukat huzurunda ifadesi alınmış ve sadece iki cümleden ibaret olan beyanında, 2019 Mayıs ayı başlarında Ortadoğu Sinema Akademisi tarafından organize edilen film festivalinin masraflarının Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılandığını iddia ediyor.
Bu iddiaya ilişkin herhangi bir araştırma yapılmadan ve iddiayı destekleyen hiçbir bulgu elde edilmeden, Selçuk Mızraklı’nın savunması dahi alınmadan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı iddianame hazırlıyor. Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden davanın duruşmanın yapıldığı 12 Haziran 2023 günü iddianame mahkemeye geldi, kabul edilerek takip ettiğimiz dosya ile birleştirilmesine karar verildi. Telaş ve panik haliyle açılan bu davanın Selçuk Mızraklı’nın tahliyesini önlemeye yönelik politik bir tasarruf ve hamlenin ürünü olduğuna şüphemiz yok.
“İtirafçı emniyet görevlisiymiş”
Peki az önce sözünü ettiğiniz H. B. A. isimli tanık ile ilgili son durum nedir?
Selçuk Mızraklı’nın tutuklanmasının yegane gerekçesi H.B.A.’nin bütünüyle çökmüş ve sahteliği ispatlanmış beyanlarına daha doğrusu iftiralarına dayanıyordu. Dosyada itirafçı olarak bilinen H.B.A. ile ilgili 11 Eylül’de görülen duruşmada dosyaya bir belge girdi. İtirafçı konumunda olduğu kabul edilen H.B.A.’nin 16 Ekim 2018 tarihli belgeye göre Emniyet Teşkilatında görevli olarak çalıştığı ortaya çıktı.
16 Ekim 2018 tarihli "Bilgi Alma Tutanağı"nda H.B.A.'nin 2012 yılının başlarında Demokratik Toplum Kongresine katıldığı, bu dönemde Özel Veni Vidi Hastanesinde çalıştığı, bu tarihten itibaren Emniyet Birimlerine örgüt ve örgüt mensuplarına ilişkin olarak düzenli olarak bilgi akışı sağladığı, 2016 yılında Kızıltepe ilçesine yerleştikten sonra Mardin Emniyet Müdürlüğüne örgütle ile ilgili ve Nusaybin operasyonları hakkında bilgi vermeye devam ettiği ifade ediliyor. Bu olgular H.B.A.'nin itirafçı olmanın ötesinde Emniyet Teşkilatına bağlı bir görevli olarak 2012 yılının sonundan itibaren çalıştığı ve çalıştırıldığı gerçeğini kanıtlıyor.
2013 yılından 2016 yılına kadar örgütün şehir yapılanması ve diğer alanlardaki faaliyetlerine dair emniyet birimlerine düzenli ve sürekli bilgi akışı sağlayan ve 16 Ekim 2018 tarihinde Kayseri Emniyet Müdürlüğü TEM Şube görevlilerine ayrıntılı bilgi veren H.B. A. Diyarbakır Özel Veni Vidi Hastanesinde çalıştığı zaman fasılası içinde örgütle irtibatlı olan kişilere ve durumlara dair bilgi vermiş ancak Selçuk Mızraklı hakkında tek bir bilgi dahi vermemiş.
“Tutukluğuna mahkeme değil, siyaset karar veriyor”
Son olarak Selçuk Mızraklı’nın tahliyesinin önündeki engel nedir, neden tahliye edilmiyor?
Açık olarak ifade etmek gerekirse, Selçuk Mızraklı iktidar sahiplerinin ve siyasi otoritenin tasarruf ve iradesiyle tutuklandı. Tutuklanmasına karar veren merci mahkeme değil siyasi otoritedir. Hakkında dava açılması bile mümkün değilken tutukluluğu 4 yılı aştı.
Dosyaya yeni eklenen itirafçının (hukuken hiçbir değeri bulunmayan) beyanları iftira mekanizmasının işlemeye devam ettiğini ve siyasal otoritenin tutukluluk halinin devamında ısrar ettiğini gösteriyor.
Selçuk Mızraklı davası Türkiye’de yargının tükenme ve çöküş evresinden çürüme evresine geçtiğini, yalanlara ve adaletsizliğe yaslanan hiçbir yapının yerinde duramayacağını gerçeğini bize yeterince gösteriyor.
(RT)