Bizim toplumumuz sevdiği ya da sevmediği yazıya pek fazla tepki vermez. Hele yazılı tepkiyi hemen hiç vermez. Adını andığım yazıya birkaç olumlu ileti geldi. Bir de eleştiren bir ileti vardı. Diyordu ki o ey okur; "Diyarbakır'a gitmenin zamanı bizim için geçti. ABD Elçiliklerinin, karanlık yabancı vakıfların ve AB'nin görevlileri artık gidiyor oraya".
Bilinen bir hikayedir, Nasrettin Hoca damdan düşmüş. Her gelen bir şeyler söylemiş. Hoca tüm söylenenleri dinledikten sonra "Bana damdan düşen birini bulup getirin, benim halimden ancak öylesi anlar" demiş.
En çok Marmara depremzedeleri bilir, depremin artçı sarsıntılarının olduğu topraklara bina yapmanın zorluğunu! Elbette ki, en çok da Diyarbakırlı bilir 20 yıllık şiddetin yarattığı afetin onulmaz yaralarının nasıl tedavi edileceğinin çaresizliğini!
Siz ne söylerseniz söyleyin önemli olan karşınızdakinin sizin söylediklerinizden ne anladığıdır. Belki de ne anlamak istedikleridir aslında!
22 Nisan tarihli Akşam Gazetesinde Ahmet Tulgar'ın "Şehirler" başlıklı bir yazısı vardı.
Diyarbakır kenti örneğinden yola çıkarak kent duyarlığını tartışıyordu Tulgar.
"Sol kavramların tedavülde olduğu bir kent. Ne biliyorsunuz, belki de bir çok yerel muktediri rahatsız eden uluslararası ziyaretçiler bu yüzden sıklıkla bu kenti Diyarbakır'ı tercih ediyorlar. Burada ortak bir dil tutturabildikleri, buradaki yaşam biçimiyle özdeşleşebildikleri için" diyordu Ahmet Tulgar Diyarbakır örneğinde.
Bir süre önce yedi yaşında bir kız çocuğu Diyarbakır'da iğrenç bir saldırıya uğramıştı. Olayın akabinde Diyarbakırlılar sokak gösterileriyle protesto türünde bir duyarlık yaratma çabası içine girmişlerdi.
Ama tarz ilginçti! Protestoların hedefi linç hazırlığı kabilinden olayın zanlısı değildi. Hemen kentteki Demokrasi Platformu ile diyaloga girilmişti.
İşte o nedenle Ahmet Tulgar aynı yazıda haklı olarak şu vurguyu yapıyordu: "İnsanı çileden çıkaracak bir vahşeti bile toplumsal kavramlarla anlamaya, toplumcu sloganlarla protesto etmeye çalışmak! Vahşet kurbanı çocuğun ailesi dayanışma duyguları için basın önünde Diyarbakırlılara teşekkür ediyordu."
İşte belki asıl sizlere çağrı gönderen ve Tulgar'ın da üzerine parmak bastığı "Diyarbakır ısrarı!" buydu.
Diyarbakır'da bir dolu sivil toplum aktivisti; göçlerle allak-bullak olmuş hayatların pençesindeki insanların sorunlarını anlamaya, dinlemeye çözümler üretmeye çalışıyorlar. Elbette bu yöntem İstanbul gibi metropollerde yaşayıp kapkaç, hırsızlık, fuhuş gibi sorunların müsebbibi olarak gördüklerine karşı beslenen ırkçı, dışlayıcı, düşmanlıklarla bezeli tavırların dışında bir tavır.
Belki de Diyarbakır'ı sorunlara çözümler üretmede diğerlerinden farklı ve örnek kılan, bu tavır.(ŞD/EÜ)